Ne kadar sıklıkta hayatınızda yeni bir şey/lerin başlamasına izin veriyorsunuz?
Belki de bu izni verdiniz. Fakat bir dizi engelle karşılaştınız.!!! Ya bu engeller, dış güçlerle ilgili değilse!!! Daha çok kendi yaşam gücünüzün akışıyla olan ilişkiniz ile ilgiliyse?
Nefes alma şeklinizin yaşadığınız hayatı nasıl yansıttığını keşfederek daha dolu, sağlıklı ve bol bir yaşama sahip olabilirsiniz. Bildiğiniz gibi kadim bilgiler gerçek zenginliğin içeriden geldiğini söylerler. Tüm kişisel gelişim uygulamaların alt yapısı bu görüş üzerine kurulmuştur. Şu an yaşadığınız hayatın gerçekliğindeki bir eksiklik olduğunu düşünüyorsanız, bu içerideki başka bir deyişle bilincinizdeki bir eksikliktir. İşte bu noktada bolluk/bereket hayallerinizin önünde beliren engelleri kalıcı olarak ortadan kaldırmak için önce nefes alma şeklinizi değiştirmeniz gerektiğini bilmek çok önemli.
Çoğu kişi gibiyseniz, ortalama olarak solunum sisteminizin yalnızca üçte birini kullanıyorsunuz, demektir.
Geri kalan 2/3 zor duyguları ve deneyimleri bastırmak ve
Birçoğumuz bunun pek farkında değil. Doğum çok önemli bir tecrübe. Doğar doğmaz aldığımız ilk nefes sırasında çektiğimiz acı o kadar güçlüdür ki etkisi, tüm hayatımıza yayılır.
Gerçek şu ki, aldığımız ilk nefesin kendisi travmadır. İlk nefesin travmasıyla, kendi kişisel yasamızı yaratırız. Öyle ki, bu travmadan algıladıklarımız, hayat boyu süren kanunumuz haline gelir. Bu kanun ilerleyen zamanlarda kendisini, kendi kendini sabote etme şeklinde gösterir. Kendi kendini sabote etme başlığı altına bizi mutluluktan uzaklaştıran her türlü eylem eklenebilir. Örneğin; Kişinin kendisi hakkında olumsuz düşüncelere sahip olması, kızgınlık, dargınlık, diğerlerini kendisinden öne koyma vb. gibi. Bizi mutluluktan uzaklaştıran eylemlerle ilgili hatırlanması gereken tek şey yüksek enerji frekansına sahip olmamalarıdır.
Transformal nefesle bu durumu şifalandırmak, hayat yolculuğumuzda bize sunulan en büyük bir hediyedir.
Transformal nefes seansı içinde ilk nefesin travması sıkışmışlık, korku hissi şeklinde kendisini gösterir. Bu duyguları hissetmek nefes alıp veren
Bu yaşamda var olabilmek için nefes alıp vermekten başka çaremiz yok. Derin ya da sığ, hızlı ya da yavaş nefes almak, yaşam kalitemiz üzerinde büyük etkisi vardır. Aldığınız nefesin ritmi, solunum kapasitenizi tam olarak kullanıp kullanmadığınız konusunda bizlere, nefes koçlarına bilgi verir.
Sağlıklı bir kadın, bir dakika içerisinde 12-14, erkeğin ise 14-15 aldığı söylenir. Optimum değerin üzerinde hızlı soluk alıp vermek bazı durumlarda tehlikeli olabilir. Bu tehlikeli durumun ismi Hiperventilasyondur. Optimum değerlerin dışına çıkıldığında bedendeki karbondioksit miktarında değişime sebep olur. Kandaki karbondioksit oranı, kandaki oksijen oranı kadar önemlidir. Çünkü karbondioksit bedendeki alkalin ve asit karışımının istenilen oranda kalmasına yardımcı olmaktadır.
Nefes konusunda uzman Dr. Robert Fried yaptığı klinik çalışmalar sonrasında böbrek rahatsızlıkları, diyabet, dikkat bozukluğu, ellerde ve ayaklarda soğuma, baş ağrıları, aşırı tepki verme, kaslarda gerginlik ve kasılmanın hiperventilasyon kaynaklı olduğunu ileri sürmektedir.
Evde kendi başınıza nefes egzersizleri yapmayı
Genellikle bize en az direnci gösteren yolu izlemeyi tercih ederiz. Konfor alanınızda kaldığınız, sizi rahat hissettiren tercihlerin hepsinin de faydalı olduğunu düşünemezsiniz. Aksine çoğu zararlıdır. Şöyle bir geçmişe baktığınızda, o çok beklediğiniz sıçramaların genellikle atılım yaptığınız zamanlarda gerçekleştiğini görürsünüz. Konfor alanımızda kalmaktan ziyade durumumuzu daha net bir şekilde algılayabildiğimiz yeni bir yere geçiş ya da çıkış yapmak en doğrusudur. Bunu yapmak yerine çoğunlukla neler yaparız?
Sorunlarımızdan kaçarız. Bu eylemi gerçekleştirmek için dikkatimizin dağılmasına izin veririz. Örneğin, TV/alkol/okuma/başkalarının sorunlarına yardım etme…gibi bir sürü şeyle kendimizi meşgul ederiz. Mutlu olmak için dış etkenlere başvurmak faydalı bir yöntem gibi görünse de şimdiye kadar bu taktikten fayda görmüş birine rastlayamazsınız. Bu taktik, faydadan ziyade sürekli belli bir döngü içinde dönüp durma halini verir.
Ne yazık ki kendimizi değiştirmeden önce
Acı çektiğimizde genellikle sebebini araştırmak yerine acıdan uzaklaşırız. Halbuki her acının bir sebebi vardır. Çektiğimiz acı her neyse sebebini bulmadıkça aynı acıyı tekrar tekrar yaratmaya devam ederiz
Budist öğretiler, acının oluşmasındaki en güçlü sebebin, en derinlerde acının oluşmasında, kendi payımız olduğuna inanmak olduğunu söyler. Acının kendisinden ziyade böyle bir durumu hak etmediğimizi düşündüğümüz için acı çekiyor olmamız enteresan bir durumdur. Fakat aynı muhakemeyi mutlu olduğumuz anlar için yapmayız. Mutlu olduğumuzda hak ettiğimizi düşünmeyiz. Mutlu olduğumuzda, ''Neden bu başıma geldi. Bunun hak ettim mi?'' Sorusunu sormayız. Birisinde sorumluluğunu alıyoruz diğerinde almıyoruz. İkisi de deneyim değil mi?
Hayatımıza şöyle bir baktığımızda deneyimler mutlu ve mutsuz olmak üzere ikiye ayrılır. Her salisede yaptığımız seçimler bir sonraki anın ne olacağını belirler. Şimdi şu an mutluysanız bir sonraki anda öyle olacak. Mutsuzsanız bir sonraki anda mutsuz olacaksınız. Bu çok basittir.
Gerçek şu ki, her şey birbirine
Yolu, kişisel gelişimden geçmemiş bir insana rastlayamazsınız. Bazıları kişisel gelişim kitaplarını sular seller gibi okuyarak kendini geliştirir. Bazıları okumanın ötesine geçer, kişisel gelişim eğitimlerine katılır. Bu eğitimlerden bazıları ‘’tam bana göre’’ dedirtir. ‘’ Tam Bana Göre’’ dedirten uygulamalar, eğitimden eve döndükten sonra bir ay belki de iki ay kadar yapılır ve sonra nedense bırakılır. Sizce bu vazgeçmenin sebebi nedir?
Bana göre vazgeçmenin sebebi, alışkanlıklardır. Alışkanlıkların hayatımızdaki varlıkları sandığınızdan daha yaygındır. Alışkanlıkların "Tam Bana Göre" uygulamalarının önüne geçmesinin sebebi ise konfor alanında kalma isteğidir. Alıştığımız elimiz altındaki birçok şeyin eksiklerini bilsek de çok güzel ve en iyisi olduklarını düşünürüz. Onlarla birlikteyken rahat ve huzurlu bir hayatımız olacağına inanırız. Halbuki, alışkanlıklar, ‘’ Tam Bana Göre’’ dedirten uygulamaların sağlayacağı faydalardan bizi uzaklaştırırlar. Bu durumu çok canlı bir
İçimizdeki ışık ve karanlığın savaşı, dayanılmaz hale geldiğinde başka bir deyişle ruhsal ve zihinsel olarak kaldırılamayacağımız bir seviyeye geldiğinde, dışarıya yansır. Bu duruma en iyi örnek, isteği gerçekleşmeyen bir çocuğun öfkesiyle baş edemediğinde annesine sebepsiz yere bağırmasıdır.
Çocukluğumuzdan beri dışarıya yansıyan bu savaş, önce en küçük çember olan aile içinde yayıldı. Sonra biraz daha büyük çembere nihayetinde ise en büyük çember olan dünyaya yayıldı. Hepimizin Dünyayı oluşturduğunu düşünürsek, karanlığı bireysel olarak dünyaya yayan bizleriz dersek hiç de yanlış olmaz.
Aslında her şey iyi bir niyetle başladı. Birileri o iyi niyeti göz ardı etti ya da yanlış yorumladı. Ve nihayetinde tartışma başladı. An ve an devam eden minik tartışmalarla, daha büyük bir savaşın tohumları atıldı. Bu gerçeğin farkında olan felsefeler, diğerlerine zarar vermek yerine diğerlerini sevmenin öneminden bahsettiler. Bu çok gerçekçi bir yaklaşımdı. Fakat ne yazık ki, sevgi, hoşgörü, sabır
Bazen zihnimizle kalbimiz arasında büyük bir savaş başlar. Bu savaşın en büyük sebeplerinden biri boğaz çakrasındaki enerji akışının rahat olmamasıdır. Zihin ve Kalp arasındaki bu savaşın deneyimlerinize yansıması şöyle olur;
· Kendinizi, sürekli zihninizdeyken yakalarsınız
· Ne yaparsanız yapın, olayların istediğiniz gibi sonuçlanmayacağına inanırsınız
· Size hiçbir faydası olmayacak konularla ilgili bir sürü fikriniz vardır.
· Sizi kimsenin duymadığını düşünürsünüz.
· Gecenin bir saatinde uyanır, fakat neden uyandığınızı bilmezsiniz.
· Kendinizi sürekli duygusal olarak yorgun hissedersiniz
· Kafanızın içinde yargılayıcı, kıskançlık ve tartışma yaratan, hatta yanlışa sevk eden sesler yer alır.