Yeni yıl hazırlıklarının sonuna geldik. Yeni yıl hazırlık-1 başlıklı yazımda mutlu bir hayat için nasıl düşünebileceğimiz, nasıl davranabileceğimiz, diğerleriyle nasıl iletişimde bulunabileceğimiz, yaşama nasıl anlam verebileceğimizle, yeni yıl hazırlık-2 başlıklı olanda ise kalpten bir niyet yaratmakla ilgili bir şeyler yazmıştım. Bugünkü yazımda acı çekmeyi tersine çevirmenize yardım olacak bir konudan bahsetmek istiyorum.
Yaşadığımız sürece her ne yaparsak yapalım acı çekmeye mahkumuz. Mesela herhangi bir şeyi seçtiğimiz anda, diğerini seçmediğiniz için acı çekiyoruz. Seçmiş olduklarımızın ileride aynı mutluluğu vermeyeceğini bildiğimiz halde seçmediğimiz şeyler için kendimizi suçluyoruz. Başka bir örnekte; hayalimizdeki arabaya sahip olduğumuzda yeni araç kokusunu hissetmek, müzik dinleyerek yol almak vb. gibi araçla ilgili her şey son derece keyif verir. Kaza yaptığımızda ya da arabanın bakım zamanı geldiğinde acı ortaya çıkar. Aracı bakıma kimin götüreceği başlı başına bir sorundur. Araç bakımdan çıktığında ise bakım faturası sıkıntı yaratır. Bir diğer örnekte ise; çok severek satın aldığınız elbise çıkartılması zor bir lekeyle size veda edebilir. Bir daha hiç
Yaşam enerjimiz sürekli yüksek seviye de kalsaydı. Değişmeseydi ne kadar güzel olurdu. İsterseniz şöyle bir geçmişe gidin. Ve yaşam enerjinizin yüksek olduğu bir anı hatırlayın. O anda içerisindeyken endişe, kaygı, korku dolu düşünceler etkili olabildi mi? Tabii ki hayır! İşte sırf bu yüzden de yaşam enerjimizi yükseltmek çok önemli.
Ben enerjimi yükseltmek için nefes yaparım, fırsat buldukça da inzivaya giderim. İnzivadayken kafam tamamen boşalır. Tabii ki zihnimde bazı negatif düşünceler olur. Fakat hiç birisi beni negatife yönlendirecek güce sahip değildir. Ekim ayında aynı amaçla Tibetli bir Lama (öğretmen) tarafından idare edilen Budist manastıra gittim. Manastırdaki rahiplerin çoğu da çocuktu. Geçinme zorluğu yaşayan aileler, karınları doysun, iyi eğitim alsınlar diye çocuklarını bu manastıra bırakmışlar. Çocuklara burada hem çok iyi bakılıyorlar hem de iyi bir kalbe sahip olmanın yolu gösteriliyor.
Çocuklar tüm insanlığın mutlu olması, herkesin acılarından ve acılarının sebeplerinden özgürleşmeleri, neşe, coşkunun hayatlarından eksik olmaması, ayrımcılığın sona ermesi için çağrıda bulunarak günlerine başlıyorlar. Okuma yazma derslerinin yanında yaşarken acı, öfke,
Çevremizdekilerin farklı yönlerini dile getirirken akıl vermeye, fikir yürütmeye hatta insanların işine karışmaya bayılırız. Aklımızdan geçenleri çok dinlemeden, araştırmadan nasıl görüyorsak ne düşünüyorsak ne hissediyorsak öylece ifade ederiz. Çorbanın tuzu olmak güzeldir. Fakat tuzun dozu kaçtığında çorba içilmez hale gelir. Siz de çekilmez!
Ne çorbadan ne de tuzdan haberi olmayanlar böyle durumlarda. “Bu insanlar durup dururken neden hayatımdan çıkıyorlar, anlamıyorum, ben gerçekleri söylüyorum, söylemesem, neler olduğunu anlamayacaklar. Gerçeği söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış, kendileri bilir” dese de gerçek gerçek hiç de onun düşündüğü gibi değildir. Bu tür insanlar, insanlara yol göstermekten çok köşeye sıkıştırmaya meyillidirler. Bu tarzı benimseyenler, tıpkı kendileri gibi diğerlerinin de düşüncesiz olduğuna inanırlar. Paylaşacak o kadar çok fikri vardır ki paylaşmaktan kendisine bakacak zamanı kalmaz.
Geçmişte, bende hayatımdan çıkan insanların sayısını dikkate almadan, kendimi sürekli haklı bulurdum. Şimdilerde ise çevremdekilerin farklı yönlerine bakıp onları dile getirmek yerine, onları hayatımda nelere bakmam gerektiğinin habercisi olarak görüyorum.
Hayatımıza hükmeden bir sürü düşman var. Hayatımıza hükmeden düşmanlar iç ve dış olmak üzere iki grupta toplanırlar. Bu iki grup arasındaki tek benzerlik kaynaklarının aynı olmasıdır. Dışarıdaki düşmanlar, içeridekiler tarafından yaratılırlar ve biz bu durumu dikkate almadan yaşantımızı sürdürüyoruz. İşin kötüsü bu durum asırlardır böyle devam ediyor.
Öfke, gurur, kıskançlık, nefret içerideki düşmanlardır. İçerideki düşmanlar, çevrenize ve etrafınızdakilere verdiğiniz anlama göre değişerek hayatınızı yönetirler. Hatta bazen onları kendimizi korumak için kullanırız. Örneğin, gurur; kendinizi çaresiz hissettiğiniz anlarda ilaç gibi gelir. Gururun sahip olduklarınızı ya da yeteneklerinizi hatırlatmada üstüne yoktur. Kendinizle gurur duymaya başladığınızda çaresizlik duygusu da yok olur. Gurur sınırlarını aştığında, insanları küçük görme ve “ben, sadece ben” hali etkin olur. Kıskançlık başlar. Beklentiler artar. Beklentiler arttıkça da başka bir iç düşman olan öfke ortaya çıkar. Öfke ortaya çıktığında sadece insanlar değil, siz de kendinizden uzaklaşırsınız. Etrafınızdaki insan sayısı azaldığında terk edilmişlik hissi, ortaya çıkar. Kendinizden uzaklaştığınızda ise içerideki
Hayatımızda bir sürü insan olsa da bir şeyler ters gittiğinde, desteklenmediğimize inandığımızda ya da bir şeylerin sonuna geldiğimizde yalnızlık hissi kapımızı çalar. Sırf yalnızlık hissi geldi diye yalnız olduğuna kanaat getirmiş bir sürü insan vardır. Bugünkü yazımda “Yalnızlık“la ilgili bir şeyler yazdım. Bakalım yazdıklarıma katılacak mısınız?
Yalnızlık korkutucudur. Bu hissi biliriz, anlarız, yaşarız. Fakat yalnızlığı hissetmemek için gerekeni yapmayız. Örneğin, bizi tüketenlere kin tutar, kendi kinimizi görmeyiz. Ya da insanların ayıbı hakkında dedikodu yapar, kendi ayıbımızı görmeyiz. Dedikodu ve kinin yalnız kalma olasılığımızı arttıracağını hesaba katmayız. Halbuki bu çok bilinen bir şeydir.Yalnızlığa yüklediğimiz anlam, yalnız hissettiğimizde neler yapabileceğimizle direk bağlantılıdır. Yalnız kalmayı, yaşamdan keyif almamak ya da çaresiz kalmakla eşleştirdiyseniz, yalnız geçen her bir saniye kâbus gibi gelir ya da erken yaşta ailenizden birisini kaybettiğinizde yalnız kaldığınıza inandıysanız, ilerleyen yıllarda etrafınızda bir sürü insan olsa da yalnızlık hissi sizi kasıp kavurmaya devam edecektir.Ne kadar kötü görünse de yalnızlığın da
Teninin rengi, konuştuğu dil, eğitim ve ekonomik durumu ne olursa olsun bu dünyada yaşayan her insan özünde aynıdır. Afrikalı, Asyalı ya da Avrupalı da olsa, tüm insanlar aynı şeyleri hissedip, aynı şeylerden korkarlar. Örneğin, çocuğu acı çeken her insanın içi yanar. Dünyanın neresinden olursa olsun tüm insanlar mümkün olsa, çocuklarının çektiği acıyı kendi mutluluğu ile değişmek ister. Sevgi ve şefkat uyandığında her insan benzer reaksiyonları gösterir.
Dünyada yaşayan her insan tıpkı sevgi ve şefkat duygusunda olduğu gibi mutlu ve başarılı olmayı da çok ister ve bu amacını gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapar. Korkular da aynıdır. Ten renginden, konuşulan dilden bağımsız her insan hayatının belirli dönemlerinde ölüm, yaşlanma, yalnızlık korkularıyla karşı karşıya gelir. Bu üç korkunun dışında kalan korkuların çoğunluğu bu üç korkudan kaynaklanırlar.
Korkularına çare bulmak isteyen insanlar, ne kadar iyi niyetli olsalar da birbiriyle kıyasıya yarışırlar. Bu yarışlar sayesinde yeni ekonomiler oluşmuştur. Mesela, yaşlanma korkusunu yok etmek adına özel ürünlerle birlikte operasyon teknikleri geliştirilmektedir. Ölümü geciktirmek adına sağlıklı ürünler üretilmektedir.
İyilik yapmakla ilgili bir sürü güzel şey söylenir; Bunlardan bazıları şöyledir,
- İnsanlara iyilik yapmak, ahirette azaptan kurtulmaya ve cennet nimetlerinin artmasına sebep olur
- Herkese iyilik yapmak, ödünç veya sadaka vermek çok sevaptır.
- İyilik yapmak sağlığa iyi gelir.
- Uzun yaşamın sırrı insanlara iyilik yapmaktır.
İyilik yapmak, iç güdüseldir, doğuştan mayamızda vardır. Bir şeyler sürekli bizi iyilik yapmaya iter. Bazen bir talihsizlik olur. İyilik yaptığımız insanlar bize karşı nankörlük yaparlar. Bu tarz durumlarda en yakın arkadaşlarımız “Boş ver senin hatan yok iyilikten anlamayan o. Boşuna kendini üzme” demek zorunda kalırlar.
Şöyle bir gerçek var ki, insanların nankörlük yapmalarında iyilik yapanın da payı vardır. İyilikle ilgili söylenen onca güzel söze olan güçlü inanç, yapılan iyiliklerin karşılığını hemen alma isteğini körükler.Karşılık beklenerek yapılan iyilikler, ihtiyacın ne olduğu söylenmeden karşılanmasını istemeye benzer. Beklentiyle yapılan iyilik, enerji tüketir. Beklentiler, öfke enerjisini besler. Öfkeden de güzel bir sonuç çıkmaz. Direk baştan neye ihtiyaç olduğu söylenmiş olsa, onca negatif enerji açığa
Şefkati içselleştirenler mümkün olduğunu söylüyorlar. Mesela, Tibetli kutsal Dalailama şefkatin içselleştirilmesiyle ilgili şunları söylemiş. Belki kelimeler birebir tutmayabilir ama özet olarak söyledikleri şöyle; “Küçük yaşta ailemden alındım ve hocalarım tarafından yetiştirildim. Çocukluktan itibaren yetiştirildiğim için benim için şefkati hissetmek daha kolay. Sizin işiniz kolay olmayabilir.” (Dalailama tabii ki, bu sözleri bizi umutsuzluğa sokmak için söylememiş, durumumuzu anladığını göstermek için söylemiş)
Evet gerçekten işimiz kolay değil. Şefkatin önündeki en önemli engellerden biri insanları yaptıklarına göre değerlendirmemiz. Bir gün düşmanımız olan insanlar diğer bir gün dostumuz, dostumuz olanlar ise düşmanımız haline gelebiliyor. Sizce, insanların yaptıklarından bağımsız sevgi ve şefkat gösterebilseydik hayatımız nasıl olurdu?
Mesela öyle yok yere kavga gürültü olmazdı. Dedikodu bayağı azalırdı. Plan kurmaya gerek kalmazdı. Keder, üzüntü azalırdı. Daha sağlıklı olurduk. Sürekli olarak bize yapılanları hatırlayarak, bir sonraki adımda neler yapabileceğimize kafa yorarak kıskançlık, nefret ve bunların yarattığı çaresizlik duygusu yaratıyoruz. Bu görüşüme