Bu dünyayı başkalarıyla paylaşmak zorundayız. Bu paylaşım her birimize birtakım sorumluluklar getiriyor. Örneğin bu dünyada daha uzun süreli yaşayabilmek için doğaya zarar vermemek, güvenliğimiz için diğer canlılara karşı şiddet uygulamamak, başkasının malını izinsiz almamak gibi, gibi… Zaten kanunlar da bu tarz sorumlulukları destekliyorlar. Örneğin birilerine şiddet uygulandığında ya da birilerinin malı izinsiz alındığında ceza veriliyor. Bir de ceza verilmediği halde suç potansiyeli taşıyan durumlar var. Bu durumlar yıllar içinde toplum tarafından o kadar çok benimsenmiş ki artık normal karşılanıyorlar.
Cezai sonuç doğursun ya da doğurmasın bu tarz durumların motivasyonunu oluşturan öğeler arasında şefkate rastlanmıyor. Bu da bizi şöyle bir sonuca getiriyor. Her tür düşünce, hareket ve söylevler şefkat hissi olmadığı sürece cezai duruma dönüşme potansiyeli taşırlar. Bu tarz durumları birkaç örnek üzerinden giderek açıklamak istiyorum.
Eminim çevrenizdeki insanları kendinizden küçük görerek, aşağıladığınız zamanlar olmuştur. Örneğin, “Oğlum, benim de böyle zengin bir ailem olsaydı, ben de onun gibi olurdum. Aileden gelen parası olmasaydı o bir hiçti “ya da “onun xxx
İlk defa dünyaya geldiğinizde güvenli ve sıcacık bir ortamdan, serin, ışık dolu bir ameliyathaneye gözlerinizi açtığınızda yaşadığınız travmayı saymazsak yaşam çok güzeldir. Birileri sürekli sizi koklayıp, sarmalar. Kıkırdamanızın bile özel bir çekim alanı vardır. Karşınıza çıkan insanların hemen gözdesi olursunuz. Etrafınızda, altınız açıldığında yanlışlıkla dışarıya çişinizi yapmış olsanız dahi sizi sevmeye devam edecek, sizin için yaşamını feda edecek bir sürü insan bulunur. Bebekken geçirdiğiniz günlerin tümü çok renklidir. O zaman ki hayatınıza bu rengi katan, her şeye kadir olan koşulsuz sevgidir
Büyümeye başladığınızda, sevgili büyükleriniz önemli bir plandan bahsetmeye başlarlar. Bu planın adı dünyaya hazırlanma planıdır. Travma yaratacak cinsten olduğu bilinse bile bu plan uygulanır. Amaç, sizi dış dünyadan korumaktır. Fiziksel büyümenin yanında iç gücünüzün de gelişeceği gerçeği göz ardı edilerek negatif enerjilerin gücünden faydalanılır. Bunun içinde çoğunlukla şu tarz komutlar verilir.
“Problemlerini tek başına çöz, bana gelme”,
“Çalışmazsan adam olamazsın”,
“Okulunu bitirmezsen bankta yaşayan evsiz insanlar gibi olursun, sana kimse iş vermez”,
“Tembel
Omuzlarımızın arkasında şeytan ve meleğin bulunduğu ve bizi sürekli yönlendirdikleri söylenir. Biri yoldan çıkartır, diğeri yolunuzu gösterir. Biri, mutlu olabilmek için kişinin önce kendisini düşünmesi gerektiğini ve mutluluğun az da olsa elini kana bulamakla ilgili olduğunu savunur. Diğer insanlar için en iyisini ancak ve ancak sizin bilebileceğinizi söyler. Diğerinin stratejisi ise çok farklıdır. Mutlu olabilmek için kişinin kendisinden çok diğerlerini düşünmesi gerektiğini savunur, illa demokrasi der.
Aslında ikisinin de kendisine göre haklı sebepleri vardır. Örneğin melek, insanların iyiliğini düşünerek hareket ettiğiniz de diğer insanlarla olan savaşınızın sona ereceğini söylediğinde çok haklıdır. Çünkü çevrenizdeki insanlar mutlu oldukça negatife bulaşma olasılığınız azalacaktır.
Şeytana gelince fazla ışığa maruz kalmış arınmamış bir bedenin zarar göreceğini bilir. Zira çok fazla alçak gönüllük, kibri de beraberinde getirecektir. Sürekli yardım etme isteği ve gereksiz fedakârlık kişinin kendi değerini unutmasına sebep olur.
Tıpkı bir kalibrasyon aleti gibi ışık ve karanlık arasında dengede tutmaya çalışırlar. Belli bir seviyeye kadar arınmadıkça bu ikiliyi
İyi bir iş, güzel bir ev, iyi okuyan çocuklar, hatırı sayılı dostlar, topluluklara ait olmak insana gurur verir. Gurur kaynağımız olan, itibarımızı kuvvetlendirenlere fazlaca tutunduğumuzda ise bağımlılıklar başlar. Bağımlılıklar kişinin kendisini çok fazla düşünmesine sebep olurlar. Kendisini çokça düşünenlerin etrafında çok fazla insan olmaz. Yaşamdan keyif almak imkansızlaşır. Keyif alamamak bağımlılıkların bir sonucudur. Bunu anlamak çok önemlidir. Bu hafta sizi bağımlılığa sevk etmeyecek bir gurur kaynağından bahsetmek istiyorum. Bu kaynak, kendi yaşam hikayeniz!
Herkesin sade ya da şatafatlı her ne şekilde olursa olsun güzel bir çocukluğu olmuştur. İlk defa dünyaya geldiğinizde var olan tüm imkanlardan henüz haberdar olmadığınız için size sunulanı olduğu gibi kabul ettiniz ve haliyle onlara çok bağlandınız. Koşulsuz olarak sevildiniz, koşulsuz olarak desteklendiniz. Koşulsuz olan her şeyin tadı damağınızda kaldı
Bazılarınız anne ya da babasını küçük yaşta kaybetti. Bir parçanız hep eksik kaldı fakat bu eksiklik sizi daha güçlü yaptı. Diğerlerine göre daha dayanıklı oldunuz. Eksikliğin acısını hissetmemek adına çalışıp durdunuz. Bir sürü beceri geliştirdiniz.
Baz
Günün birinde kaybedeceğim diye üzülmeye hiç gerek yok. Steve Jobs, kanser rahatsızlığına yakalandığında bu konuyla ilgili şunları söylemiş.
“Yaşamda büyük seçimler yapmamı sağlayan en önemli şey, yakın zamanda öleceğimi hatırlamaktı. Çünkü her şey beklentiler, gurur, başarısızlığa uğramak, itibar kaybetmekle ilgili. Sadece önemli olduğunu düşündüğünüz şey için yaşadığınızda her şey önemini yitiriyor. Eninde sonunda öleceğimi bilmek, kaybedecek bir şeyim olduğuna dair düşünce tuzağından kendimi sakınmamı sağladı. Şu an zaten çıplaksınız. Bu yüzden kalbinizi izlememek için bir sebebiniz yok” . Evet, kalbimizi izlemekten başka çare yok. Tıpkı yeni doğmuş bir bebeğin etrafındakileri keşfetmeye çalışırken ki çabası, bakışları, merakında olduğu gibi kalbimizi izlemeliyiz. Kalp hayatı, sevgiyi temsil eder.
Bilge kişi olmaya gerek yok, çevremizde var olan her şey sevgi adına olur. Biraz daha fazla sevilmek için kıskançlık, hırs, kaygı ve endişe ortaya çıkar. Sevgiyi bulduğumuzda ise kaybetme korkusu başlar. Sevilmeyi başardığımızda ise sevgi konusunda odaklanmadığımız diğer kişiler üzülürler. Bazıları sevginin acı verdiğine inanır. Acıtan sevgi değildir aslında. Bağımlılık
Şehrin birinde bir kadın ve onun genç oğlu yaşarmış. Çete savaşları sırasında kadının oğlu, başka bir çocuk tarafından öldürülmüş. Mahkemede ölen çocuğun annesi katil olan çocuğa “seni günün birinde öldüreceğim” diyerek mahkemeyi terk etmiş. Hapiste kaldığı sürece katil olan çocuğu ne ailesi ne de bağlı olduğu çete üyeleri ziyaret etmiş. Ziyaret eden tek kişi varmış. O da ölen çocuğun annesi. Ölen çocuğun annesi, katil çocuğun cezası bitince onu evlat edinmiş. Eve geldiklerinde ona ölen çocuğunun odasını vermiş. Birlikte yaşamaya başlamışlar. Günün birinde, kadın çocuğa, “mahkeme sırasında seni öldürmekle ilgili bir şeyler söylemiştim. Söylediğim gibi sen öldün, artık başka bir insansın” demiş.
Affetmek bir insanın sahip olabileceği en mükemmel şey. Bazı kitaplar başkasını affetmenin kendimizi affetmekle ilgili olduğunu söylüyorlar. Ben de bu görüşe katılıyorum. Laf olsun diye değil de kalpten gelen bir affetme, insanı çok rahatlatır. Kalpten bir affetme olduğunda nasıl uzun süren yoğun bir ağlamadan sonra insan kendisini çok rahatlamış hisseder işte böyle bir his beliriverir içinizde. Affedemediğiniz o olay artık eskisi gibi kafanızı kurcalamaz. Ve böylece onun için özel
Her sabah uyanıp güne başladığımızda gerçekle olan savaşımıza da başlamış oluruz. Ne kadar güçlü ne kadar becerikli ne kadar zeki olursak olalım gerçekle olan savaşımızda kaybeden taraf hep biz oluruz. Bu savaşa son vermenin bir yolu da bakış açınızı değiştirmekten geçiyor. Gerçekle olan savaşınızda sizi huzura kavuşturacak bir bakış açısı önerim var. Bu bakış açısı özetle şöyle;
Evrendeki bir şey ancak başka bir şeyin varlığıyla var olabilir. Örneğin su elementinin akan yapısını görünür hale getiren kaya, kum gibi katı şeylerden meydana gelen toprak elementidir. İçerisinde suyu tutan bir yapı olmasaydı şu an bildiğimiz anlamda su olmayacaktı. Başka bir örnekte ise, ışık ancak karanlığın varlığı ile görünür hale gelir. Karanlık olmasaydı sadece aydınlık olacak, ışık diye bir oluşum olmayacaktı.
Bu ikili durumlar daha başka bir çok değişik şekillerde sürekli olarak hayatımızı etkilerler. Mesela boyu 1.65m olduğundan dolayı ıstırap çeken bir kişi, boyu 1.60m olan bir kişiyle yan yana geldiğinde mutlu, boyu 1.70m olan bir kişiyle yan yana geldiğinde ise mutsuz olur. Halbuki kimin yanında olduğundan bağımsız her zaman aynı insan olacaktır.
Aynı şekilde başarı söz konusu
Yaşanmış bir hikâye ile yazıma başlamak istiyorum. Kariyerinde başarılı, varlıklı Amerikalı Dan, sevgilisi tarafından terk edilince aşk acısına son vermek amacıyla işine ara verir ve Dharamshala’ya gider. Dharamshala, Hindistan’ın Himalayalar bölgesinde olan, Tibetlilerin iltica ettikleri bir şehirdir. Holiness Dalailama’da burada yaşamaktadır. Bu şehre gelen herkes kendisini evindeymiş gibi hisseder. Dan, ülkelerinde yaşanan talihsiz olaylara rağmen mutlu olabilen, zamanlarının çoğunu dua ederek ve çok çalışarak geçiren bu insanları görünce onlar için bir şeyler yapmak istemiş. Ve karşılaştığı bir Tibetliye, maddi açıdan nasıl yardım edebileceğini sormuş. Tibetli, Dan’e şöyle yanıt vermiş. “Bizim parasal yardıma ihtiyacımız yok, bize İngilizce öğret, mühendislik bilgilerini paylaş ki öğrendiklerimizle ayakta durabilelim”. Dan’ın acılarını dindirmek için geçici çözüm önerisini ret ederek, yeteneklerini geliştirmeleri konusunda destek vermesini istemeleri çok bilgece olmuş. Çünkü Dan bu sayede aşk acısını dindirerek kendine başka bir sevgili yapmış. Tibetliler de acılarına kesin çözüm getirme yolunu seçerek gerçek mutluluk yolunda ilerlemeyi seçmişler.
Her insan kendi arzu