İnsanın, kendiyle ilgili dikkatine çekilen herhangi bir şeyi hemen algılamasına algıda seçicilik deniyor. Algıda seçicilik,psikolojik bir kavram. Dış dünyada var olanların sadece bir bölümünü algılayabiliyoruz. Çünkü beyne giren verilerin işlenmesi ve anlamlı bir algı oluşturulması için sınırlı kapasiteye sahibiz.
Geçmişte yaşanmış deneyimler, önyargılar, rüya ya da benzeri duyguların algılama düzeyinde etkisi var. Bu da bizi, gördüğümüz, düşündüğümüz ya da duyduğumuz birçok şeye inanmamamız gerektiği sonucuna getirir.
Diyelim ki geçmişte birçok kez başarısız olduğunuz bir konuda bu sefer başarılı olmak istiyorsunuz. Bu süreç boyunca, algıda seçicilik denilen psikolojik kavram geçmişte olanları referans alarak, en ufak pozitif gelişmeyi dahi göz ardı ettirecek. Eninde sonunda sonucun olumsuz olacağına dair sizi ikna edecek. Bu durumu Mercedes marka otomobil hakkında konuştuktan sonra sokağa çıktığınızda sadece ve sadece Mercedes marka araçların dikkatinize çekilmesine benzetebilirsiniz. Bu tarz çekilmeler maalesef bilinçli olarak gerçekleşmiyorlar.
Algılarımızı iç ve dış olmak üzere 2 etmen etkiliyor. İç etmenler, duygular, ihtiyaç hissi (aç olan birisinin sadece
Şefkat sadece ailenizdeki insanlara ya da yakın dostlarınıza şefkat göstermekle sınırlı kalmamalı, diğer insanlara da yakın olmayı kapsamalıdır. Şefkat, diğer insanları kapsamadığı sürece taraf tutmak gibi olur ki bu da şefkatten ziyade ayrımcılık anlamına gelir.
Çoğunlukla acıma hissini şefkat duygusuyla karıştırılır. Gerçek şefkat, diğerinin ihtiyacı olduğu için değil onun acı çekmemesi için hissedilendir. Acı çekmemesini istemek yani şefkat hissetmek daha geniş ve güçlü bir duygudur. İçerisinde saygıyı da barındırır. Halbuki acıdığınızda karşınızdakine saygı duymaktan çok onun gücünü azaltmış olursunuz.
Bazen de diğerlerinin acı çekmemesi için endişeleniriz. Bu durum daha çok bağımlı olmakla ilgilidir. Korku ve şüphe varsa şefkat olmaz. Gerçek şefkat sorumluluk almayı, kararlı olmayı gerektirir ki bu şekilde hem karşınızdakini besler hem de sizi.
Tüm bu bilgileri toparladığımızda illa şefkatin olmasını istiyorsak karşımızdaki insanlara karşı geçmişte kötü ya da iyi nasıl davranmış olsunlar arkadaşça davranmak gerekir. Bunun için de karşımıza çıkan insanları, ne yaptıkları ya da nasıl konuştuklarından bağımsız, yakından tanımaya önem vermeliyiz. Şüphe ve korku içinde
Geri çekilmenin, hakkını aramamanın saflık, başkalarını düşünmenin, saygılı olmaya çalışmanın aptallık olduğuna inanılan bir toplumda yaşıyoruz. Bu yüzden de bir şeyler başarmak istediğimizde tüm stratejiyi baskı kurmak, korku salmak üzerine kuruyoruz. Halbuki zaman zaman yoldan çıksak da en derinlerde güzel bir kalbe sahibiz. Bu kalbi tam kapasite kullanmadığımızda dar kafalı hale geliyoruz. Olaylara bütünsel bakamadığımız için de hayatımıza karmaşa ve savaşı davet ediyoruz. Kısaca kapsama alanı geniş, alt yapı güçlü fakat onu kullanan yok. Çok yazık. Peki, bunun için neler yapabiliriz?
Alçak gönüllük, dürüstlük, cömertlik, hoşgörü, temiz kalplilik vb. gibi değerlerin sahip olduğu potansiyellerden faydalanabiliriz. Belki arzu ettiğimiz dünyevi başarıları elde edemeyebiliriz fakat taşıdığımız kalbin hakkını vereceğimiz kesin.
Dilerseniz alçak gönüllülük, dürüstlük, cömertlik, hoşgörü, temiz kalpliliğin sahip oldukları potansiyelleri şöyle bir hatırlayalım.
Dürüstlüğün Sahip olduğu Potansiyeller;
Teknoloji o kadar gelişti ki oturduğumuz yerden istediğimiz bilgiye ulaşabiliyoruz. Yeterli bütçesi olmayanlar dahi burs imkanlarından faydalanarak eğitimlerine devam edebiliyorlar. Kişisel gelişim konusunda da birçok fırsat var. Dünyaca ünlü uzmanlar Türkiye’ye gelerek eğitimler veriyorlar. Kısaca "kendimi geliştirmek istiyorum" dediğinizde başvurabileceğiniz bir sürü kanal var. Kişisel gelişim adına neler yaparsak yapalım bir türlü tatmin olamıyor, sürekli arayış içine giriyoruz. Peki, neden tatmin olamıyoruz?
İngiliz yazar C.S Lewis, “Değerlerinden yoksun bir eğitim faydalı olmaktan ziyade insanı zeki bir şeytan yapar” demiş. Bence bu söz çok doğru. Kişisel değerler göz ardı edilerek yapılan her gelişme nihayetinde şeytansı bir yapıya dönüşüyor. Şeytansı şeyler de tatminsizliğe sebep oluyor. Alçakgönüllülük, şiddete başvurmama, tolerans, sadelik, temiz kalplilik, sabır, dürüstlük, feragat etme, kendini tanımak, gerçeği keşfetmek gibi temel değerler eksik olduğu sürece tatmin olmak mümkün olmayacak. Dilerseniz şimdi, şöyle bir düşünün, temel değerler hayatınızda etkinleştiğinde hayatınız nasıl olurdu?
Duygularınızı ve zihninizi kolayca kontrol edebilirdiniz. Bilinçli ya
Geçmişte yaşananlardan kaynaklanan travmaların şu anki yaşantımızı kontrol ettiği artık az çok herkes tarafından biliniyor. Gerçek şu ki, travmalarımızı şifalandırmadığımız sürece hayatımızı yönetmeye devam edecekler. Şifa konusunda herkes bir şeyler söyler. Bence aşağıdaki söz şifa konusunu çok güzel açıklıyor.(Kimin söylediği bilinmiyor)
“Şifa zararın tamamen ortadan kalkması değildir
Zararın artık hayatımızı kontrol etmemesidir “
Ben hayatımı kontrol eden travmaları şifalandırmak için nefes, meditasyon ve enerji çalışmalarından faydalanarak kendi üzerimde sürekli çalışırım. Bazen de başka rehberlere ihtiyacım olur. Geçen hafta Lütfiye Özçelik Mutlu’ya Kranyosakral Terapi almaya için gittim.
KranyoSakral Terapi (KST) ellerle hafifçe dokunarak uygulanan ve bedenin doğal iyileşme kapasitesini artıran bedeni zorlamayan bir dokunma terapisi. Bu terapi travmalara olan bakış açısı şöyle;
“Fiziksel çarpmalar ve yaralanmalar, duygusal ya da psikolojik gerilimler, doğum travmalar bedende bölgesel olarak hapsolur ve sağlığın ifadesi olan hareketi engeller. Bu da yaşam enerjimiz azaldıkça genel sağlımıza etkisi büyük olur. KranyoSacral terapi insanı bir bütün olarak ele
Sevgi işini laikiyle beceremediğimizde hayatımıza korku girecektir. Çünkü bu dünyada her şey zıddı ile var olur. Sevgi yoksa korku var olacak. Korku yoksa sevgi olacaktır.
Hayatınızda şu sıralar hangisinin etkin olduğu çok önemlidir. Sevgi ya da korku hangisi varsa an ve an nasıl bir insan olduğunuzu belirlerler. Korku var olduğunda kendimiz olmaktan çıkarız. Nihayetinde hem kendimizden hem de diğer insanlardan korkmaya başlarız. Çevrenizdeki insanlara durup dururken kızıyor ve onları sürekli yargılıyorsanız hayatınızda korku var demektir. Aslında onu çok yakından hissederiz fakat kaynağının insanlar ya da kendimiz olduğunu fark edemeyiz. Çünkü sorunun diğer insanlar da olduğunu düşünmek her zaman daha kolaydır.
Aslında sorun hiçbir zaman insanlar değildi. Zaten olsaydı şu ana kadar çözümlenmiş olurdu. Sorunun kaynağı maalesef ki biziz. Kendimizi iyi tanımıyoruz. Kendimizi tanıdıkça kendimize saygı duymaya başlarız. Her şey olabilir, her şey evimizin içine girebilir. Kim ne yaparsa yapsın etkilenmemeye başlarız.
Öfkenin bizi neye çevirdiğini idrak ettiğimizde bir daha aynı duruma düşmemek için neler yapmak gerektiğini öğreniriz. Öfke, kıskançlık ve hırsın hayatımıza ve
Tepki vermemenin zayıflık olduğuna inanılan bu dünyada tepki vermemek zor, yapılması bir o kadar da kolay. Madem yapılması kolay neden tepki vermeden duramıyoruz? Çünkü tepki vermenin gerisinde yatan duyguların çoğunluğu birilerini alt etmekle ilgili. Birilerini alt etme duygusu olduğu sürece tepki vermeden duramıyoruz.
Peki, bunun tam tersi olan tepki vermediğinde kendisini iyi hisseden olabilir mi? Bu sorunun yanıtı hem evet hem hayırdır. Eğer bir insan tepki vermeden sakin kalabiliyor fakat geri planda intikam duygusu oluyorsa kendisini iyi hissedemez. Öfke gibi negatif duygular olduğu sürece sabır göstermek zorlaşır.Öfkeden kurtulmanın yolu gününü göstermek, illa haklı olmak şeklindeki alışkanlıklardan kurtulmaktan geçiyor.
Dalai Lama bu konuyla ilgili çok güzel bir şey söylemiş. “Çatışma sırasında yenilgiyi kabul etme, sakin kalabilmenin arkasında iki tür durum olabilir. Kendi huzurumuzu korumak, kendimizi düşünmek tarzı sebepleri içeriyorsa çatışma sırasında yenilgiyi kabul etmeli, başkalarının hakları için ise mücadele etmeli, yenilgiyi kabul etmemeliyiz. “
Sanırım yıllardır aradığım bilgi buydu. Başkalarının menfaatini korumak adına tepki verdiğimiz de
Çoğu zaman ben haklıyım sen haklısın, şeklinde tartışırız. Hatta bazen haksız olduğumuz halde haklı olduğumuzu savunuruz. Tanıdığımız bir kişi evimizi ziyarete gelse sevinçle karşılar, tanımadığımız bir kişi eve girse, “bu kim ya” diyerek polis çağırırız. Farklı tarz tepkilerin ortaya çıkmasının sebebi “Korku” dur. Peki, korku kaynaklı duyguların kontrol edilmesi mümkün müdür?
“Mümkün değil, çok zor” diyenler mutlaka olacaktır. Haklısınız, korkular, bizi kontrol ederler. En iyi yöntem geminin kaptanı olmaktır.
Her zaman düşüncelere takılmak gerekmiyor, bazen de gelip geçmelerine izin vermek, onları sadece izlemek gerekiyor. Düşünceler sadece bir araç. Elektrik olmadan elektrik süpürgesi nasıl çalıştırılamıyorsa siz olmadığınız sürece düşünceler de olmayacaktır. Geminin kaptanı olmak isteyenler için öğrenilmesi gerekenler şunlardır;
1- Mutluluğun kısa, acının uzun sürdüğüne inanmak yerine acının var olduğu ile mutluluğun geçici olduğu kabul edilmelidir. Bunun sağlayacak olan sabırdır. Başkalarına karşı sabır göstermekten çok kendimize karşı sabır göstermeye ihtiyacımız var. Çoğunlukla hatalarımızı görmekten kaçıyoruz. Örneğin, bulaşık yıkadığınız için kızmak çok yanlış.