Bir süredir paylaştığım maskeleri bırakma konusunda ısrarcıysanız bu yazının içeriği size yardım edebilir. Hatırlanması gerekenler I ve II de paylaştıklarıma destek verecek altı uygulamadan bahsetmek istiyorum. Budist öğretiler bu uygulamaları altı mükemmellik olarak adlandırırlar. Bu uygulamalarla ilk karşılaşmam da “bunları biliyorum” dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Fakat o zamanlar bilmekle, onları yaşamak arasındaki farkı pek fazla bilmiyormuşum. Bir elbiseyi denemeden üzerinizde nasıl duracağını anlayamayacağınız gibi bu altı mükemmelliği de denemeden, onları zihinsel tutum haline getirmeden üzerinizde nasıl görüneceklerini bilemezsiniz.
Zihnin oraya buraya atlayan yapısına son vermek ve onu eğitmek için biraz bakım yapmaya, sulamaya ve beslemeye ihtiyaç vardır. Bu altı uygulama, sulama ve besleme aktivitesi olarak kabul edilebilir. Altı mükemmellik uygulamalarının ilki, Vermek /cömertliktir. Bu uygulama, zihnin verme dileği içinde olması yani cömertlik tutumu içinde olmasını sağlar. Zihin verme tutumu içindeyse paylaşmak kolaylaşır. Mesela bir çocuğu ele alın. Önce oyuncağını arkadaşına vermek istemez. Oyun oynama isteği ağır bastığında birlikte oynamanın tek başına
Önce " Hatırlanması Gerekenler 1" Başlıklı yazıya göz atın
Aklın dönüşümü, maskelerin, sahte kimliklerin ortadan kalkması demektir. Bunu sağlamak için zihnin içinde, var olduğunu düşündüklerimizin asla var olmadığını hatta asla var olmayacağını kavramamıza yardımcı olacak bir alan yaratmak gerekir. Budist öğretiler bu alanı “emptiness”, boşluk/yoksunluk olarak adlandırırlar. Bu alan uzun süredir devam eden aldatıcı ben’e olan inancınızı ortadan kaldırmanıza yardımcı olacak olandır. Ancak meditasyon yaparak deneyimlenebilir. Meditasyon sırasında herhangi bir nesnenin var oluşuyla ilgili üç gerekliliğe odaklanılır. Bu üç gereklilik şunlardır;
1.Sebep-Sonuç ilişkisinin gerekliliği: Hiçbir şey yoktan var olamaz. Bir takım koşul ve durumlar bir araya gelerek bir nesneyi oluştururlar. Örneğin, yaz mevsiminde olmamıza rağmen hala yağmur yağmasının gerisinde onu yaratan sebepleri vardır.
2.Parçaların Gerekliliği: Var olan her şey parçalardan oluşur. Parçalarından bağımsız somut bir şey yoktur. Hiçbir şey tek başına var olamaz.
3.Kavramsal Atama gerekliği: Her şeyin bir ismi yani etiketi vardır. Örneğin, karton bardağa kendi tarafından bakarsak bardak değildir.
Her birimiz birçok şeyin üstesinden gelebilen kahramanlarız. Ekonomi, tıp, mühendislik okuyoruz, tenis, yüzme sporlarıyla ilgileniyoruz, paramızı keyif veren aktivitelere harcıyoruz, doğada zaman geçiriyoruz, dış ülkeleri görmeye gidiyoruz. Fakat bir türlü kendimizi iyi hissedemiyoruz. Aslında biraz sonra paylaşacaklarım az çok herkes tarafından bilinse de hep unutuluyor.
Hatırlanması gerekenlerden biri; tatsız bir deneyimin içindeyken her ne oluyorsa onun kalıcı olduğunu inanan bir zihin yapımızın olmasıdır. Ve bu yapı bir insanın akıllı ya da akılsız olmasından bağımsız herkes için geçerlidir.
Hatırlanması gerekenlerden bir başkası ise; her şeyi kendi doğasında var olan, diğer sebeplerden ve koşullardan bağımsız olarak ya da onları deneyimleyen kendi aklımızdan tamamen bağımsız olarak algılayan bir yapımızın olduğudur. Örneğin karşınızda sağlam, bağımsız bir masa var diyelim. Peki, masa nerede? Masanın bulunduğu yer neresi? Masa için bacaklardan biri diyebilir misiniz? Ya da üst kısmı? Yoksa diğer parçalarından biri mi? Masa ne zaman var oldu? Masa olmaktan çıkmaması için kaç parçaya ayırmak gerekir? İyice araştırdığınızda “masa” denilen şeyi bulamayacağınızı
Her şeye kolayca ulaşmak mümkün. İstersek soru işaretlerimizi kısa yoldan giderebiliriz. Uzmanlık geliştirmek istediğimizde oturduğumuz yerden eğitim alabilir, gezip görmek istediğimiz yerlerle ilgili anında bilgi edinebiliriz. Ulaşılabilirlik, insanı özgürleştirip zaman kazandırsa da değersizlik hissi ile birlikte sorunları da açığa çıkartır. Sorunların nasıl çözüleceğini bilsek de aynı yanıtı alabilmek için araştırmak isteriz. Sürekli araştırma şüpheyi, ihtiyacımız olmayan konulara odaklanmayı, karşılaştırma yapmayı da beraberinde getirir. Sonuç zihinsel fakirlik…
Zihinsel fakirlik de öyle sakince durmaz, bunun aksi olduğundan emin olmak ister. En ufak bir şey için dahi kendimizi övmeye başlarız. Mesela, “Ben iyi bir öğrenciyim, ben iyiyim. Birçok başarıya sahibim. Ben değerliyim hatta özelim” şeklinde düşünürüz. Fakat yine de değersizlik hissi yok olmaz. Değersizlik hissini yok etmek için gazete, internet ya da arkadaş tavsiyesini referans alarak terapistten yardım alsak da seansın her anından şüphe duyduğumuz için istenilen sonuç alınamaz.
Kişisel gelişim konusuna ilgi duymaya başladığımda içimdeki öfkeye bir iki seansta son vereceğime inanacak kadar özgüvenim vardı.
Biri olmaya karar verdiğimiz an kendimize bir maske seçiyoruz. Gün boyunca bir maskeden diğerine geçiş yapıyoruz. Bunu gerçekleştirmek için de çok fazla numara yapmak zorunda kalıyoruz. Sonrasında da “Ben gerçekten kimim?” deme halleri başlıyor. Bu maskeleri neden takıyoruz? Maskelerinin gerisindekinden korkuyor olabilir miyiz? Sizce bu korkudan kurtulmanın yolu; kendimizi geliştirmek mi? kendimizi tanımak mı?
Kendi hayatımı referans alarak bu soruya şöyle yanıt verebilirim; Kendimi bildim bileli yeni şeyler öğrenmek ve kendimi geliştirmek çok önemli oldu. Kendimi geliştirdikçe iş hayatımda çok başarılı oldum. 41 yaşıma geldiğimde ise çevremdekilere verdiğim tepkileri, insanları ve dünyada olanları anlamakta zorlandığımı fark ettim. Bunca yıllık gelişim boşa mı gitmişti? Bu düşüncelerle haşır neşirken kariyerimin ilk yıllarında birlikte çalıştığım yöneticimle karşılaştım. Bu karşılaşma bana “kendini tanımak mı geliştirmek mi” sorusunun yanıtına götürecek kapıyı açtı. Sohbetimiz sırasında ona şirketten ayrıldıktan sonra neler olup bittiğini anlatırken o da benimle “Sibel, performansın çok yüksek olduğu için senin hedef gerçekleştirme rakamlarını düşürerek yönetime bildirirdik.
Başkalarının işine karışmak kolay, kendi işimize bakmak zor olandır. Gerçekte neler olduğundan bağımsız, insanları ve olayları yargılamak çok hoşumuza gider. Diğerleri karşımızda küçüldükçe, büyüdüğümüzü varsayarız.
Her şey çok masumca başlar. Başkalarının işine karışmak, önce keyif verir sonra alışkanlık haline gelir. Bu alışkanlıkla anılmaya başladığımızda ise geniş yüreklilikten dar görüşlü olmaya doğru bir atmış oluruz. İşte bu adım farkındalık geliştirmememin kilit taşıdır. Zira dar görüşlülük farkındalık geliştirmenin önündeki en büyük engeldir. Pozitif ya da negatif başımıza gelenlerden ders almamaya başlarız. Yaşamla ilgili gerçekler gözden kaçar. Gözden kaçan gerçeklerle ilgili birkaç örnek paylaşmak istiyorum;
1- Başkalarının işine karıştığımızda artık karşılaştırma dünyasının kurallarına tabi oluruz. Bilinç, onu, bunu, şunu, birbiriyle bağlantılı olanı, olmayanı sürekli karşılaştırır. Sonunda işin suyu çıkar. Diğerlerinin mutluluklarını paylaşmak yerine mutlu oldukları için üzülürüz. Böylece diğerlerinin mutluluklarını paylaşmanın çok iyi geleceği gerçeği gözden kaçar.
2- Sahip oldukları yüzünden gıptayla bakılan insanlar da acı çekerler. Bir
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren bir sürü insandan yardım aldık. Ailelerimiz, arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz bu dünyada başarılı olabilmek için neler yapılması gerektiği, nasıl iyi bir iş sahibi olunacağı konusunda bir sürü bilgi paylaştılar. Fakat nasıl yaşamamız gerektiğine dair detaylı ve net bir bilgi veren olmadı.
Bu dünyada nasıl yaşanacağına dair bilgiler daha çok dini kaynaklar ile felsefeler de yer alırlar. Bu bilgileri yetkin olmayan kişilerden öğrendiğimizde ise yanlışa düşeriz. Bu yüzden de nasıl yaşanması gerektiğine dair bilgileri paylaşan insanları iyice araştırmak gerekir. Doğru insanlar, insan denilen varlığın fiziksel, zihinsel/duygusal ve ruhsal yapısını bilen ve karşılarına çıkan insanların potansiyellerini görür görmez anlayabilen insanlardır. İnsanların, testilerini ne kadar doldurabileceklerini dikkate alarak paylaşımda bulunurlar. Neyin, ne zaman, nasıl paylaşılacağı konusunda maharetlidirler.
Siz, siz olun, bu dünyada nasıl yaşanılacağı konusunda bilgilerini paylaşan insanları iyice kontrol edin. Her zaman doğru kişilere sığının. Bu yolda size yardımcı olacak şey niyetinizdir. Gerçekten istediğinizde, niyetin gücü aradığınız her ne ise adım adım
Dünyaya sadece insan tarafımızla bakarsak ne olur?
Dışarıda gördüklerimizi gerçek zannederiz. Beş duyumuzla algıladığımız dünyanın gerçek olduğunu düşünmek, limitlere, hastalıklara, savaşa inanmak anlamına gelir. Gazete haberlerini takip ederek, televizyon izleyerek, Facebook’ta gezinerek dışarıdaki dünyayı anlamak mümkün değildir. Dünyayı tam olarak içsel gerçekliğe ulaştığımızda anlayabiliriz.
Nasıl düşünüyorsunuz bilmiyorum ama bu gezegende işler iyice çığırından çıkacak. Bu yüzden de bizim gibilerin gerçeği bulması için içine dönmesi gerekiyor. Nefes, enerji çalışmaları, koçluk vb. gibi birçok teknik var. Bu teknikler, yapma eyleminin kapsamına girerler. Dengeli bir spritüal yaşam için sadece yapma değil, olma eylemine de ihtiyaç vardır. Meditasyon olma eylemidir. Meditasyon içsel gerçekliğinizle bağlantıya geçmenizi sağlar. İçinizde var olan ışık ve karanlığı dengeleme fırsatı yakalarsınız. Zihniniz karışıksa kendinizi eksik hissedersiniz. Aydınlanmış zihinden bir parça olmadıkça güzellikler fark edilmez. Gerçekten sevemeyiz. Dünyanın sonu gelmiş gibi olur. Amaç olmaz. Amaç olmadığında hayatın anlamı kalmaz. Özetle dünyayı gerçekten anlamak istiyorum diyorsanız zihni