Bu haftaki yazıya küçük bir uygulamayla başlamak istiyorum. Aşağıdaki üç farklı insan tipine ait örnek durumların gerçekten olduğunu hayal edin. Hayal ederken hayal ettiklerinizin ayrı ayrı düşünce ve hisleriniz üzerinde etkisini izleyin. Dileyen her örneği yaptıktan sonra düşünce ve duygularını bir kâğıda yazabilir.
İlk Tipleme: Çocuğunuzun 3 ya da 4 yaşlarındaki halini hayal edin ve size şunları söylemiş olsun. (Çocuğu olmayanlar arkadaş ya da komşusunun aynı yaşlardaki çocuğunu örnek olarak alabilirler)
-Sen çok kötüsün! (Hatta söylerken öfkeyle bacağınıza vurmuş olsun)
2.nci Tipleme: Yolda yürüyorsunuz, tanımadığınız bir adam yanınıza yaklaştı ve size şunu söyledi;
-Sen çok kötüsün! (Aynı zamanda kötü kötü bakarak yanınızdan geçsin)
3.ncü Tipleme: Sevdiğiniz bir kişi size şunu dedi;
-Sen çok kötüsün! (Söylerken öfkesini hissedin)
4 yaşındaki çocuk, ‘
Haklıyken haksız duruma düştüm, senaryosuyla sıkça karşılaşıyorsanız, verdiğiniz tepkilerin gerisindeki mekanizmayı anlamanın zamanı gelmiş demektir. Bu mekanizma beş ayrı adımdan oluşur. İlk adım olan nesneyle karşılaşma, gerçekleşir gerçekleşmez, 2, 3, 4 ve 5.adımlar ışık hızında gerçekleştiğinden fark edilmeleri zordur.
Geçen haftaki yazımı okumayanlar için bu beş adımı tekrar özetlemek istiyorum; bir nesne, içerik ya da olayla karşılaşma, zihnin dikkatinin çekilmesi, nesnenin ne olduğu ile ne olmadığının belirlenmesi, nesnenin ne olduğuna bağlı olarak duyguların yükselmesi ve niyete uygun aksiyon alınması. Bu beş adım her ırktan, her yaştan, her cinsiyetten, fakirinden zenginine her tip insan için aynı şekilde gerçekleşir. Konu ilginizi çektiyse beş adımla ilgili aşağıdaki iki örneğe göz atmanızı öneririm. Ağız tadıyla ilgili bir örnekle başlamak istiyorum;
Diyelim ki bir cafenin (1.adım) önünden geçiyorsunuz. Dikkatiniz vitrinde duran cheese cake’e (2.adım) çekildi. Karnınız aç olduğu için cheese cake’e (3.adım) daha da yoğunlaştınız. Duygular yükseldi. (4.adım) Artık cheese cake’ e sahip olmak için elinizden geleni yapmaya hazırsınız. Bundan sonrası niyetin ne
Aynı olaya verilen tepkinin tarzı insandan insana değişse de gerisindeki mekanik her insan için aynıdır.
Bu mekaniği bilmek, başına gelenlerin kontrolünü eline almak isteyenler için hayat kurtarıcıdır.
Bu mekanik nasıl çalışır?
Bu mekanik beş adımdan oluşur. Beş adım birbirinden farklı olsa da birbirlerine sıkı sıkı bağlıdırlar. İlk adım başlar başlamaz geri dönüş yoktur, diğer dört adım otomatik olarak gerçekleşir. Bu beş adımın gerçekleşme süresi normal bilincimizle fark edilemeyecek derecede hızlıdır. Bu süreç özetle şöyle gerçekleşir;
Birinci Adım: Bir nesne, içerik ya da olay karşılaşma.
İkinci Adım: Zihnin dikkatini nesne, içeril ya da olaya vermesi.
Üçüncü Adım: Nesne, içerik ya da olayın ne olduğu ile ne olmadığının tanımlaması
Sihirbazlık illüzyon numaraları ve el maharetleri yaparak eğlendirme sanatıdır. İp cambazlığı ise yüksekte gerilmiş ip üzerinde gösteri yapma sanatıdır. İp cambazlığı sanatında illüzyona yer yoktur. Gerçeklik önemlidir. İpteyken dış faktörlerden etkilenmemek için düşünceleri tamamen bir kenara bırakarak orada olmak gerekir. Tüm bu özet bilgilerin ışığında size bir sorum olacak.
Hayatınızı ip cambazı gibi mi? Yoksa bir sihirbaz gibi mi sürdürmek isterdiniz?
Bu soruya nasıl yanıt verdiğinizi bilmiyorum ama gerçekte her birimizin muhteşem sihirbaz OZ’dan hiçbir farkı yok. Yüzyıllardır illüzyon yaratmak konusunda öyle ustalaştık ki sihirbaz olduğumuzu dahi unuttuk.
Her akşam uykuya daldığımızda, gözlerimiz kapalı olduğu halde bir anda değişik görüntüler görmeye başlarız. Örneğin uykuya dalar dalmaz muhteşem bir sahilde ya da bir ormanın içinde buluruz kendimizi. Bazen de kâbus görürüz, uyanıp da gerçek olmadığını anladığımızda ise kocaman bir oh çekeriz. Güzel bir rüyadan uyandığımızda ise gözlerimizi hemen kapatarak aynı rüyaya devam etmek isteriz. Rüyada görülenlerin hepsi çöldeyken görülen seraplar gibi zihnin bir yansımasıdır.
Sabah uykudan uyanır uyanmaz illüzyon
Hep birlikte birlik ve beraberliği içinde yaşamak için illa bir deprem, illa bir tsunami, illa bir reaktörün patlaması mı gerekiyor?
Bu soru, benim kişisel gelişime yönelmemi sağlayan en önemli sorularından biriydi. Bundan on beş yıl önce öfkemle baş edemediğim halde dışarıda sevgi ve barıştan söz etmenin dürüstçe olmadığını düşünerek ikinci bir hayata adım attım. O gün bugündür kendimi geliştirmek adına elimden geleni yapıyorum. Hayatımda olumlu yönde değişiklikler olsa da hala öfkelendiğim anlar olabiliyor. Bu sıkıntımı arkadaşlarımla paylaştığımda çoğunlukla şöyle derler; ‘’Sibel’cim uzun zamandır bu işler içinde olduğun halde sinirleniyorsun, biz ne yapalım?’’
Ben de ‘’Evet çok haklısınız, gidecek hala yolum var’’ şeklinde yanıtlarım. Elimden geleni yapsam da zihnimin içinde dönen dolaplardan haberim olmayabiliyor. Bugünkü yazımda zihnin, içinde dönen dolaplardan en önemlisinden kendi kendini memnun etme halinden bahsetmek istiyorum. (Self-centered Attitude).
Şiddetin kötü olduğu konusunda hem fikir olsak da çoğu zaman kendimize ve diğerlerine karşı uyguladığımız şiddetin farkında olamıyoruz. Zihnin dış şartlardan etkilenmesine izin verdiğimiz sürece de bu böyle devam edecek. Kendimize ve diğerlerine karşı uyguladığımız şiddete son vermek için önce zihnin kirlenmiş haliyle saf hali arasındaki farkı bilmek gerekiyor.
Zihnin kirlenmiş hali ile saf hali arasındaki fark nedir?
Zihnin kirlenmiş hali, negatif enerji ve duyguların sebep olduğu engellerden meydana gelir. Çok hızlı ve sert hareket eden bir insanı hayal edin. Bu insanın sert hareketleri ile anlamsız hızlılığı sizi rahatsız eder. Tam tersi sakin, huzurlu ve hoşgörülü bir insanın yanında olduğunuzda ise daha rahat hissedersiniz. Kendinizi rahatsız hissettiğiniz zamanları şöyle bir hatırlayın, işte o anların hepsinde zihnin kirlenmiş halinin parmağı vardır. Zihnin huzur, hoşgörünün bulunduğu hali ise saf halidir. Bu hal %100 korkusuz olandır. İster inanın, ister inanmayın bu hal her insanda mevcuttur. O zaman akla şöyle bir soru gelir.
Zihnin saf halini neden deneyimleyemiyoruz?
Kirlenmiş zihin, dış şartlardan etkilendiğinde (Zihnin dış şartlardan etkilenmesine örnek
Bir insanın isteklerinin gerçekleşmesi, arzuladığı şeyi ne kadar istediğine bağlıdır. İhtiyaç en derinden hissedildiğinde isteklerin gerçekleşmesi ‘’çantada keklik’’ kıvamında demektir. Bu sebeple geçen haftadaki yazımda paylaştığım soruyu tekrarlıyorum.
%100 korkusuz olmak için de her ne gerekiyorsa %100 yapmaya hazır mısınız?
Bu soruyu yanıtlamadan önce korkunun tanımı konusunda hem fikir olalım. Şu an korkuyla ilgili aklınızdan bir sürü bilgi geçmiş olabilir. Aklınıza gelenlerin ortak noktasının ne olduğuna bakarsanız korkunun olduğu yerde özgürlüğün olmadığını fark edersiniz. Bu yüzden de korkuyu özgür olmanın tam zıddı olarak tanımlayabiliriz. Bu da şöyle bir farkındalığı şu yüzüne çıkartır.
Hayatımızda korku olduğu sürece demir parmaklıkları olmayan açık cezaevi içinde yaşamaya devam edeceğiz.
%100 korkusuz olmak zihinsel özgürlüğü de içine alır. Zihinsel özgürlük birçok hocanın da söylediği gibi bağımlılıkların bırakılarak basit bir hayata geçmekle gerçekleşir. Zaten birçoğunuz zihinsel özgürlüğe ulaşmak için basit bir yaşama adım attı ya da planlıyor. Her şeyi bırakıp Bodrum, Çanakkale vb. gibi yerlere yerleşenler için, başlangıçta her şey yolunda gitti.
Gönüller bir, etraf günlük gülistanlık olduğunda, akla gelmeyen basit ama önemli sorular vardır. Bu sorular ancak bir şeyler ters gittiğinde ortaya çıkarlar. Bunlardan en popüler olanı ‘’Hayatın Anlamı nedir?’’ sorusudur.
Genci, yaşlısı, eğitimlisi, cahili, zengini, fakiri herkes hayatlarının belli bir döneminde mutlaka bu soruyla karşılaşırlar. Bu soru aklınıza düştüğünde yanıtını bulmak yıllarınızı alabilir. Konuyu fazla uzatmadan bu sorunun yanıtını gelelim.
Hayatın anlamı ‘’Mutlu Olmak’’ başka bir deyişle ‘’Acı ya da Korkulardan kurtulmak’’ tır.
‘’Mutlu olmayı ya da korkulardan kurtulmayı ne kadar istersiniz?’’
%100 mü? %30 mi? yoksa %50 mi?
Bence en uygun yanıt %100 dür.
Peki, yüzde yüz mutlu olmak ya da %0 acı çekmek mümkün müdür?
Belki de şu an, zaman zaman hissettiğiniz korku, üzüntü ve öfke hatırlayarak %0 acı çekmenin ya da %100 korkusuz olmanın mümkün olamayacağını düşündünüz. Hatta bazılarınız, sevgili Darwin’in acı ya da mutluluk veren deneyimlerin atalarımızdan miras kaldığına dair teorisini