Geçtiğimiz günlerde Çağlayan Topaloğlu’nun Çıt Çıt isimli mekandaki harika sahne performansını izlemiş ve canlı müzik dinlemeyi ne kadar özlediğimi yazmıştım. O yazıyla ilgili aldığım yorumlarda, benim gibi canlı müzik hasreti çeken çok kişi olduğunu gördüm. Bu konuda gelen e-postalardan biri ise beni çok heyecanlandırdı. Zorlu AVM’nin popüler İtalyan Restoranı Eataly, canlı müzik akşamları düzenlemeye başlamış.
Alan küçük olduğu için, sadece 80-90 kişiye verilen butik konserlerde, birbirinden değerli sanatçıları dinleme fırsatı var. Önümüzdeki günlerde Melis Sökmen, Yaşar, Özgün ve Keremcem’in performansları olacak. Hiçbiri kaçırılır gibi değil. Kimbilir, dinleyiciyle sanatçının içiçe olduğu samimi bir ortamda nasıl da keyifli geçer bu konserler...
YENİ TAKINTIM ‘TASMA’
Kolpa grubunun, İskender Paydaş’la ortak çalışması ‘Tasma’yı ilk duyduğumdan beri dinlemeden duramıyorum. 80’lerin efsaneleşmiş yabancı şarkılarındaki vazgeçemediğim sıcaklığı hissettiriyor bana.
‘Tasma’nın sözlerinden, müzik ve düzenlemesine kadar verdiği bu sıcaklık, onu dinlemeyi doyulmaz kılıyor.
Çabucak tüketilip unutulan şarkılar dünyasında, 10 yıl sonra bile aynı keyifle dinlenecek özel bir çalışma olmuş.
Hani bir şeyler ters gitmeye başladığında zincirleme olarak her şey üst üste gelir ve insanı bunaltır ya bazen; işte ben de sonbahardan beridir öyle bir dönemden geçiyordum. Doğum günü zamanım geldiğinde de kutlama yapasım yoktu, ‘Ailemle bir yemek yer pasta keserim, gönülleri olur, öyle geçiririm’ diye düşünüyordum.
Ancak evdeki hesap çarşıya hiç uymadı ve neticede bu yıl doğum günüm üç gün üç gece kutlandı! Bu üç gün boyunca; ne kadar çok sevildiğimi ve ne kadar şanslı olduğumu bana iliklerime kadar hissettiren, defalarca mutluluktan gözlerimden yaş gelmesinin sebebi olan aileme ve can dostlarıma ne desem az kalır, sevgimi ve minnetimi ifade etmeye...
Doğum günümde anladım ki; arkadaşlıkların bile değerini yitirdiği ve insanların giderek bencilleştiği bir dünyada benim gibi içten ve gerçek dostlara sahip olmak kadar büyük bir şans yok. Hayattaki en büyük mutluluk da, başarı da seni gerçekten seven ve sonsuza kadar yanında kalacak arkadaşlar ve aileymiş. Bir de sağlık yerinde oldu mu, gerisi boş, gerisi gelir geçer.
Doğum günü çocuğu şık gezmeli!
Ve gelelim bir doğum günü çocuğunun çok dikkat etmesi gereken hususa! Bu nokta çok önemli, yoksa bakkala bile gitmeyeceğiniz kıyafetlerle
Angelina Jolie ve Brad Pitt, yıllar süren büyük aşkları ve evliliklerinin ardından boşanmaya karar verdiklerinden beri Jolie’nin ayrılıkla ilgili yorum yaptığını duymamıştık. Her zaman görmeye alıştığımız güçlü ve sağlam kadın duruşunu devam ettirdi. Son ilişkisi öncesindeki gününü gün ettiği çılgın özel hayatını da hesaba katınca; Pitt’in çok üzüldüğünü, Angelina Jolie’ninse durumu umursamadığını bile düşündüm.
Yeni filminin galasında, gözyaşları içinde ailece zor zamanlardan geçtiklerini söylediğinde ise bir kez daha anladım ki, hayatta hiç bir şey dışarıdan göründüğü gibi değil. Kameralar karşısında gözyaşlarını tutamadıysa, kapalı kapılar ardındayken nasıl ağlamış, üzülmüştür kim bilir. Dünyanın en beğenilen, en çok para kazanan, en yıkılmaz görünen kadınlarından biri bile büyük bir aşkın ardından darmadağın olup, kendine gelmek için fazlasıyla zorlanabiliyormuş... Eh, Angelina dahi aşk acısı çekiyorsa, biz de gönül rahatlığıyla çekebiliriz artık!
CANLI MÜZİK ÖZLEMİ
Malum, canlı müzik yapılan gece mekanlarının sayısı yok denecek kadar az artık. Eğlence hayatı DJ müzikleri ve şarkıcıların playback konserleriyle sürüyor. Geçtiğimiz cumartesi akşamı Çağlayan Topaloğlu’nun sahneye
Çıktığı dönemde dünyayı kasıp kavuran ve özellikle kadınları kendine aşık eden ‘Grinin, Karanlığın ve Özgürlüğün Elli Tonu’ kitap serisinden uyarlanan ikinci film ‘Karanlığın Elli Tonu’nu uzun zamandır heyecanla bekliyorduk. Öncelikle belirtmeliyim ki filme karşı cinsten bir arkadaşınızla veya sevgilinizle gitmek iyi bir fikir değil!
Biz bir erkek üç yakın arkadaş gittik, bizim Caner “Beni porno filme getirdiniz, bunu birlikte izliyor olmamız korkunç” diye söylenip durdu! Gerçi cinsellik içeren sahneler çok kısa tutulmuştu, asıl olay Christian Grey’in hayali bile kurulamayacak kadar mükemmel bir aşık oluşu! Grey’in büyük aşkı Anastasia için yaptıklarını izledikçe “Böyle bir adam gerçekte asla olamaz” diye hayattan da, erkeklerden de soğuyorsunuz yeminle! Bence bu erotizmden öte büyük bir aşk filmi...
Tüm hayatını sayısız kadınla ve uçuk fantezileriyle geçirmiş, kadınlara önem vermeyen, geçmişinden gelen psikolojik problemleriyle boğuşan bir adamın; sevdiği kadın uğruna her şeyi bir kalemde silişini, alıştığı hayattan vazgeçişini ve bulduğu aşka verdiği değeri izliyoruz, izledikçe de asabımız bozuluyor haliyle! Zira gerçek hayatta aşkı için kendini baştan yaratan bir adam ne gördüm,
Geçtiğimiz cumadan bu yana, Yeni Zelanda’da bine yakın kılavuz balinanın kıyıya vurma olayı dünyanın ilgi odağı halindeydi. Yerel halk, çevreciler ve bölgeye akın eden gönüllüler, sahilde yatan balinaların canlı kalması için üstlerine kovalarla su döktü. Tekrar denize gönderilenlerin geri dönmemesi için el ele zincir oluşturularak soğuk sularda beklendi. Her yıl yunus ve balinalar sahile vururmuş ama bu şimdiye kadar görülen en kötü ‘kıyıya vurma’ vakasıymış.
Üzücü olmasına çok üzücü ama insanlardaki doğa ve hayvan duyarlılığını görmek teselli ediyor. Yıllar önce izlediğimiz ‘Büyük Mucize’ filmindeki gibi aynen.
Orada da; kış mevsiminde sıcak bölgelere gitmesi gereken üç balina (anne-baba ve yavru) buzlar arasına sıkışıp kalıyor ve ölme tehlikesi yaşıyordu ki, (Beyaz Saray ve ABD ordusu dahil) bütün dünya onları kurtarmak için seferber oldu.
KUYUDA BİR YAVRUCUK
İstanbul Beykoz’da 10 gündür bir yavru köpeği kurtarmak için çok sayıda gönüllü, AKUT, AFAD, itfaiye ve belediye ekipleri seferber oldu. Belediyenin sondaj için açıp, öylece bıraktığı 70 metrelik dar bir kuyuya düşen yavrucuk, 10 gündür buz gibi kuyunun içinde yatıyor. Bir yeri kırık mı o da belli değil. Kar ve yağmura
Bir tiyatro oyununda Suna Keskin ve Melek Baykal gibi Türk tiyatrosuna adını altın harflerle yazdırmış iki kadın sanatçının birlikte oynadığını ve Nedim Saban’ın da olduğunu duyarsanız o oyunu kaçırır mısınız? Ben de kaçırmadım tabii. Gala gecesinde Kenter Tiyatrosu salonu iğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalıktı.
‘Ahududu’ oyunu, köklü bir aileden gelen iki yaşlıca ve çok sevimli kız kardeşin yalnız erkeklere kendi yaptıkları ahududu liköründen ikram ederek onları farklı bir boyuta(!) göndermelerini anlatıyor. Nedim Saban kendini savaşmakta olan bir paşa zanneden yeğen, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ dizisinin Rahmi’si Bülent Seyran ise mahallenin bekçisi rolünde, izleyenleri kahkahaya boğan Suna Keskin ve Melek Baykal’la süper bir dörtlü olmuşlar.
Orijinali, 1944 yapımı ‘Arsenic and Old Lace’ filmi bu kadar güldürmüş müydü bilemem ama tiyatroseverlerin bu oyundan çok hoşlanacağını biliyorum. Oyunun sonunda izleyiciye ikram edilen ahududu likörünü haklı olarak içemedim, kusura bakmamışlardır umarım!
ONLARI DAHA ÇOK DUYACAĞIZ!
Son günlerde ağzıma takılan birkaç şarkı arasında ‘İki Cihan’ var. İşlerini hakkını vererek yapan iki ismin ortak çalışması olması, onu gözümde daha da kıymetli
Elbette herkesin kişisel günlük sıkıntıları var; ülkemizin sorunlarına üzülüyoruz, hayallerimizi gerçekleştirmek için çırpınıyoruz. Bu sırada bazılarının hayatının çok daha kolay olduğunu, onların önlerine bizden daha az engel çıktığını görerek veya karşılaştığımız insanların, olayların yarattığı hayal kırıklıklarından etkilenerek kendimizi fazlasıyla üzdüğümüz zamanlar da oluyor.
Dün izlediğim; Zaytung’un ‘Depresyonla baş etme rehberi’ videosuna çok güldüm. Harika bir de final yapmışlar; “Saçınızın rengini değiştirin, sonra pişman olup eski rengine dönmeye çalışın ve yine yakın saçı. Allah kahretsin böyle hayatı!” diyor. Durum aynen böyle valla, bir saç sorunu bile hayattan şikayet etmemize neden olabiliyor!
‘Lion’ sizi değiştirir!
Birkaç gün önce son zamanların en etkileyici filmlerinden birini; gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan ‘Lion’ı izledim.
Beş yaşındaki Hintli çocuk Saroo’nun ağabeyi Guddu ile taş taşıyarak para kazanmaya çalışan yoksul annelerine yardım etmek için yaptıklarını, sonra Saroo’nun çok uzaklara giden bir trende uyuyakalarak evini kaybedişini ve Avustralyalı bir çift tarafından evlatlık alınmasını anlatıyor. Saroo 25 yaşına geldiğinde tek amacı evini ve
1 Şubat 1999... Yan odada telefonda konuşan annemin “Barış mı? Hayır olamaz!” diye yükselen sesini duyuyorum. O tek cümleden anlıyorum ve ağlamaya başlıyorum. Saatlerce, günlerce dinmiyor gözyaşlarım, söylenen hiç bir cümle beni teselli etmiyor. İnanamıyorum, kabul edemiyorum... Barış Manço gitmiş olamaz!
20 Şubat’taki doğum günüme geleceğine söz vermişti daha yeni, birkaç hafta içinde onun katılacağı bir doğum günü geçireceğim için çok mutluydum. Hayat işte, bazen en büyük mutluluklar yarım kalıveriyor, biz planlar yapıyoruz, hayat bozuyor...
Ömrümün en zorlu vedalarından biriydi Barış Manço’nun gidişi. Onunla ilgili yazılarımdan birinde daha önce de söylemiştim; zaman bazı şeylerin ilacı olmuyor. Bazı hasretler, zaman geçtikçe daha da artıyor. Hâlâ her şubatta o haberi ilk aldığım zamanki gibi kalbim dağlanıyor. Hâlâ her Barış Manço şarkısını dinlediğimde gözlerimden yaşlar akıyor.
Unutulmaz anılar...
Bir gün daha var dün gibi aklımda olan... Daha dört yaşındayken o kadar çok ‘Barış’ diye ağlıyormuşum ki, annem en sonunda dayanamayıp beni ona götürmüş. Apartmanın kapısından girdiğimizde Manço’nun aceleyle merdivenlerden inişini hatırlıyorum, onu görünce heyecandan nefesim