Cumhur-başkanı Erdoğan, beraberindeki bakanlar ve heyetle birlikte Çin’in Hangzou kentinde düzenlenen G20 zirvesine katılmak için perşembe akşamını cumaya bağlayan gece yarısını biraz geçe Ankara’dan havalandık. 11 buçuk saatlik bir uçuş bizi bekliyordu ancak herkesin keyfi yerindeydi. Ben 15 Temmuz’dan sonra ilk kez bindim uçağa. Öncekilere kıyasla farklı bir hava vardı içeride. Bir metanet, bir ‘daha fazla sahiplenme’ eğilimi gördüm.
Havaalanındaki sohbetler de hep 15 Temmuz üzerineydi. Melih Gökçek o gece nasıl kıl payı kendisini hedefleyen bombalardan kurtulduğunu anlatırken öyle sakindi ki... Mevlüt Çavuşoğlu ise Avrupalı siyasetçilerin bunca zaman sonra heyetler halinde Ankara’ya gelişinden bahsederken ‘nihayet yola geldiler’ anlamında bir tebessüm kondurmuştu yüzüne. Hakan Fidan her zamanki gibi nazik ama ketumdu. Bir ara Taner Yıldız ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne 15 Temmuz sonrası Van’dan atanan Mahmut Karaaslan ile sohbet ettim. Taner Bey ilginç bir şey anlattı. Bakanlığı döneminde Başbakanlık Koruma Müdürü olan ve daha sonra FETÖ bağlantısı tespit edilen ve böcek davasında suçlanan Zeki Bulut aramış ve kendisine emrivaki yoluyla bir yakın koruma tahsis etmek istemiş.
Haritalar üzerinden sanki çizgiler yol değil, sayılar insan değilmiş gibi konuşup duruyoruz. ‘Azez-Cerablus arası 98 kilometre.’ ‘Bu hattı IŞİD’den temizledik.’ ‘PYD daha önce doğudan Türkmenler’i süpürerek ilerlemişti...’ Kan dondurucu bir soğukkanlılık mecburen geldi, sindi üzerimize. ‘Cizre’de 11 şehit’, ‘Kılıçdaroğlu’na saldırı’, ‘Antep’te 51 can’. Robotlaşmasak, olanları sanallaştırmasak topluca delireceğiz... Feryatlarımız gökyüzünü delecek, içimiz beton olacak!
Ama biz bu kabus gerçeklerle baş etmek için onları rakamlara ve noktalara indirgesek de onlar nokta ve rakam değil. Yanı başımızda çok uzun süredir insanlık ölüyor. Ve neler olduğunu, hayatların nasıl değiştiğini tam olarak kimse anlatmıyor. O nedenle tekil hikayeleri merak ettim ve ailesi halen Cerablus ve civarında yaşayan, 2 yıldır IŞİD, esaret altında tuttuğu için onlardan haber alamayan eski Suriye Türkmen Cephesi Başkanı Abdurrahman Mustafa’ya ‘oradaki’ hayatı sordum.
Çekirdek ailesini yanına alabilmiş Abdurrahman Bey ancak geri kalanlar hala Cerablus’ta. ‘Gelseler orası boşalır, bizimki çok geniş bir aile’ diyor. Şehrin güneyinde kırsalda yaşıyorlarmış, o bölge hala IŞİD kontrolünde. Yavaş yavaş
Genel- kurmay eski Başkanı Necdet Özel geçtiğimiz hafta Hürriyet’e verdiği röportaj nedeniyle medyada çok tartışıldı, çok da eleştirildi. Ben bu eleştirilerin bazılarının aşırı ve adaletsiz olduğu kanaatindeyim. Necdet Paşa’nın Fethullahçılara kesinlikle sempatisi yoktu. Balyoz davasında kumpas olduğunu devlet içinde hep ifade etti. Balyoz savcıları ve hâkimleri aleyhine hep yüksek düzeyde kulis yaptı. O davada en fazla 8-9 kişinin suçlu olabileceğini, diğer silah arkadaşlarının masum olduğunu ve tahliye edilmeleri gerektiğini hep söyledi. Bu açıdan Necdet Paşa’ya haksızlık ediliyor...
Öte yandan, şunu da söylemeliyim ki Necdet Özel Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde FETÖ ile mücadele noktasında kılını bile kıpırdatmadı ve somut bulgu gördüğünde dahi hiçbir işlem yapmadı. Bu açıdan yapılan eleştiriler haklıdır. Maalesef Necdet Paşa özellikle TSK içindeki FETÖ’den çok çekinen bir karakter yapısına sahipti. FETÖ’nün birinci tehdit olarak MGK kayıtlarına girdiği 2014-15 döneminde bile bu örgütten korkmaya devam etti.
Bu tespitimi şahit olduğum bir olay üzerinden anlatmak isterim. Eşim Rasim Ozan, 10 Haziran 2014’te Sabah’ta Necdet Özel’e doğrudan hitap eden Genelkurmay Başkanı’na
Dindarlara yönelik baskıların, başörtüsü yasaklarının, laikçi paranoyaların rutin sayıldığı Türkiye’de kendini ‘liberal’ olarak tanımlayan Batı medyası bu tutumlara eleştirel yaklaşır, bu ülkenin Kemalistlerine, ulusalcılarına demokrasi dersi verirdi. Açıkçası, benim pek hoşuma giderdi bu tavır. Herkesi kendi ideolojisinde eritmek, farklılıkları yok etmek, tek tip vatandaş yaratmak hedefli gördüğüm ulusalcı kafanın ‘dışarıda’ da benim düşüncelerimi yansıtan kelimelerle tenkit edilmesinden derin bir haz duyar, haklılığım teyit edilmiş gibi hissederdim.
Batı medyasının bu tavrı Türkiye ile AB müzakerelere başladığı süreçte daha da arttı. Sadece medya değil, Brüksel’de hazırlanan AB raporları da adeta ulusalcı kesime ayar vermek üzere yazılırdı 2010’lara kadar. Türkiye’de inanç özgürlüğünün önünün açılması ve askerin siyaset üzerindeki etkisinin kaldırılması gerektiği üzerine her yıl raporlarla adeta vaaz verdi bize Avrupa Birliği. Asker konuşsa dahi rapora yansırdı, şimdi asker sokağa indi, tanklarla insan ezdi, Meclis’i bombaladı. Normalde bunun üzerine ansiklopediler dolduracak eleştiri getirmesi, ayağa kalkıp sivillerin iradesini alkışlaması gerekmez mi aynı AB’nin ya da söz
Bu gün Yenikapı’da büyük buluşma var. Uzun süre sonra özlediğimiz bir şey oluyor ve Ak Parti, CHP ve MHP Cumhurbaşkanı ile aynı kareye giriyor, tabanlarını aynı yere davet ediyor. Dilerim bu bir milat olsun... 15 Temmuz kâbusundan en azından yeniden ‘biz’ olmayı hatırlayarak çıkalım. Tüm fikir ayrılıklarına rağmen bazı konularda aynı yerde durabileceğimizi görelim. Kimse kimsenin üzerine basmadan.. Kimse kimseden rol çalmadan... Haydi, bugün hep birlikte Yenikapı’da olalım!
Eski defterler
FETÖ’nün ülkemize yönelik tehdidine 4.5 yıldır karşı çıkan ve bu uğurda ekranlarda da epey mücadele etmiş bir yazarım. Evet , elbette bu, ülkemiz için bir FETÖ tehlikesidir. Fakat aynı zamanda Gülenizm ideolojisi altında askeri vesayeti yeniden hortlatma tehlikesidir bu. Mesele aynı zamanda her türlü ideolojik kılıf altında askeri vesayet denen bir tür faşizme direnebilmektir. 2011 öncesi Kemalizm adına bir askeri vesayet tehlikesi vardı bu ülkede ve bu tehditle savaşmak da sonuna kadar doğruydu. Hiç kimse bu gerçeği inkâr edemez. Son dönemde maalesef bu yönde de bir inkârcılık başladı. FETÖ bu haklı savaşı istismar etmiş olabilir ama sonuç olarak askeri vesayete direnmek onurlu bir tutumdu.
Son
Bass, 15 Temmuz’da hem kendisi, hem de Türkiye’de bulunan diğer ABD’li diplomatların hayatlarındaki en büyük travmayı yaşadıklarını söyledi. Büyükelçi, ABD’nin bu girişimde rol aldığı iddialarını yalanladı
Büyükelçi Bass, ‘O akşam rezidansta pencereden bakarken olaylardan haberdar oldum. Daha önce bir duyumum da yoktu. Birden jetlerin uçtuğunu gördüm. Ne olduğunu öğrenmek için sağı solu aradım’ dedi
15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsünün üzerinden geçen 3 hafta içinde birçok şey öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Fethullah Gülen Terör Örgütü’nün boyutu ve geçtiğimiz yıllardaki karanlık olaylarda nasıl yer aldıkları ile ilgili itiraflar ve bilgiler dudak uçuklatıyor. Öte yandan, 15 Temmuz akşamından beri bu darbe girişiminin arkasında ABD’nin de olduğu, Gülen’in ABD’nin kontrolünde hareket ettiği, hatta darbe gecesi CIA’dan bazı isimlerin İstanbul’da olduğu yönünde iddialar dolaşıyor. ABD’nin Gülen’i iade edip etmeyeceği merak ediliyor. Hükümetin önemli isimleri dahi Washington’ı işaret ediyor.
Bu gün büyük tehdidin yaşandığı gecenin ardından geçen 9. gün. Bu 9 gün içinde tehlikenin boyutunun tahminlerimizin de ötesinde olduğunu öğrendik. Fethullah Gülen terör örgütünün nasıl örgütlendiği, çalınan sorularla kendi öğrencilerini istedikleri yere nasıl getirdiği, yasa dışı dinlemelerin nasıl bir mekanikle yapıldığı ve daha birçok şeyi teker teker anlamaya başlıyoruz. Bu anlamda Genelkurmay Başkanı’nın yaveri Yarbay Levent Türkkan’ın ifadesi çok detaylı ve net. 1989’da Işıklar Lisesi’nin sınavlarına girerken çalınmış soruları nasıl aldığını, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i nasıl dinlediğini, tam anlamıyla ‘paralel’ bir sistem olarak işleyen cemaatin kadrolarının nasıl devletin bir çok kurumunda birbirleriyle paslaşarak çalıştığını anlattı yaver.
Öte yandan, darbe girişimiyle ilgili karanlık noktalar da her geçen gün artıyor. Birbiriyle çelişkili bilgiler yağmur gibi yağıyor. Ortam spekülasyona çok müsait, o nedenle kesin bildiklerimiz üzerinden gitmekte fayda var.
Peki, neler biliyoruz? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak hepimizin, ister Ak Partili, ister CHP’li, ister MHP’li, ister HDP’li, herkesin dünyaya anlatması gereken şu: Geçen cuma günü Türkiye’nin yaşadığı
Normal, sıradan, Cum-hurbaşkanı dahil binlerce insanın tatil bölgelerinde olduğu bir akşam apansız kopkoyu bir karanlığın içinde bulduk kendimizi. Zaten amaç da buydu: Gafil avlamak! Meclis’in, Beştepe’nin tutulması, MİT’e saldırılması, İstanbul’daki köprülerin kuşatılması, havaalanının kapatılması, Genelkurmay’ın üst düzey komuta kademesinin kaçırılması, başkent Ankara’nın birkaç saat içinde savaş alanına dönmesi ve hiç durmadan uçan jetlerle başladı kâbus. Ve bütün gece bitmedi...
Türkiye 15 Temmuz’u 16’sına bağlayan gece 2 ucu birlikte yaşadı. Bir yanda saldırmak ve yok etmek için Fethullah Gülen tarafından programlanmış ‘robot teröristler’, diğer yanda bunlara karşı canını ortaya koyan milyonlar... Ve bu milyonları büyük bir soğukkanlılık ve cesaretle yöneten lider Tayyip Erdoğan...
Canımın, kanımın, vicdanımın son kırıntısına kadar o tankların karşısında Tayyip Erdoğan ve sivil siyasetin yanında durdum, gururla durmaya devam edeceğim...
IŞİD’den ne farkı var?
Saat gece yarısını geçtiğinde olay netliğe kavuşmaya başlamıştı. Ankara’dan yaptığım kritik görüşmeler de doğruladı ki Jandarma ve Hava Kuvvetleri’nin büyük oranda iştirak ettiği bir cunta, TSK’nın emir-komuta