İsa mı kurtaracak, Musa mı?
Türkiye'de en son şampiyon olan yabancı teknik adam, 2006-07 sezonunda Fenerbahçe'yi çalıştıran Arthur Zico idi. Dönemin başkanı Aziz Yıldırım, hocanın yardımcılığını yapan kardeşi Edu'ya taktı, hocayı yedi. Başkanların soyunma odasına inmesine alışkın olmayan Edu, Yıldırım ile itişip, kakıştı. Sonunda kendilerini kapının önünde buldu.
O günden bu yana, yabancı olarak kimler geldi, kimler geçti oysa...
Fenerbahçe, başarı kazanabilmek için İspanya'yı şampiyonluğa taşıyan Luis Aragones ile anlaştı, "Dede" ile olmadı. Porto'ya iki şampiyonluk kazandıran Vitor Pereira'yı, hem de iki kez getirdi, tutmadı. Kariyer noktasında birçok teknik adamın önünde bulunan, Zenit'e UEFA Kupası kazandıran, PSV ve Glasgow Rangers ile iki kupa alan Dick Advocaat ile anlaştı, yapamadı. PSV ile üç şampiyonluk gören Philip Cocu ise hiç dayanamadı.
Ya Galatasaray? Kendisine bir sezonda üç kupa birden kazandıran Alman dev Karl Heinz Feldkamp'ı elinde tutamadı. Michael Skibbe'yi hiç saymıyorum, Barcelona gibi bir devle Şampiyonlar Ligi kazanan, La Liga'da iki şampiyonluk gören Frank Rijkaard da yapamadı. Futboluyla star olan Hagi, teknik adamlıkta sınıfta kaldı. İtalya'yı Avrupa Şampiyonu yapan Roberto Mancini, Türkiye Kupası'na razı oldu. İtalyan olmasının kontenjanıyla Mancini'nin ardından gelen Cesare Prandelli de 16 maçla seriyi(!) tamamladı.
Beşiktaş, Real Madrid'i şampiyon yapan Bernd Schuster'e bir sezon bile dayanamadı. Ardından gelen Carlos Carvalhal da bir şey yapamadı. Hırvatistan Milli Takımı ile önemli işlere imza atan Slaven Biliç ise, siyah-beyazlılara bir şey veremedi ama kendini parlattı ve West Ham'a gitti.
Trabzonspor da, bu süreçte iki önemli isimle çalıştı. İlki, Anderlecht ile Club Brugge'yi iki kez şampiyon yapan Hugo Broos oldu. Ancak, 13 haftada şutlandı. Diğeri de, daha önce denenen Vahid Halilhodzic idi. Paris Saint Germain'i Fransa Şampiyonu yapan, Trabzonspor'daki ilk döneminde göz dolduran Boşnak hoca, ikinci denemede su kaynattı, ligde iki galibiyet, bir yenilgi, ancak beş beraberlikle yollandı.
Kısacası; bugün "kupa canavarı" olarak gösterilen Jorge Jesus'tan çok daha kariyerli isimler Süper Lig'i tattı. Ne umutlarla geldiler, nasıl gönderildiler?
Daha ilk günden Jesus'un yapamayacağını söylemek ya da moral bozmak değil niyetimiz... Sadece örnekleri sıraladık o kadar...
Galatasaray'da başkan adayı Eşref Hamamcıoğlu'nun ekibinde bulunan Adnan Öztürk'ün dediği gibi; "Onlar İsa'yı (Jesus) getirdiyse, biz de Musa'yı getiririz."
Tek dileğimiz; rekabetin, futbol güzelliğinin, kıyasına yarışın olduğu bir lig olması... Yoksa İsa olmuş, Musa olmuş kime ne!
*******************
Büyük değil, kocaman olabilmek
Süper Lig’in yeni takımı İstanbulspor, bundan önce, 1994-95’te bu lige çıktığında, forvetinde emektar bir isim vardı; Abdullah Avcı...
On yıl boyunca, Uzanlar'dan TMSF'ye geçinceye kadar, nice yıldızları barındıran bir kulüptü. Aykut Kocaman'ından Oğuz Çetin'e, Ümit Davala'dan, Gökhan Keskin'ine, Emre Aşık'ından Hamza Hamzaoğlu'na ve Sergen Yalçın'ına kadar birçok isme ev sahipliği yaptı sarı-siyahlılar...
Ama en çok da teknik adam makinesi gibi oldu bu kulüp. Saffet Susiç'in rahle-i tedrisindeki Ziya Doğan, daha sonra kendi başına yol aldı. Metin Türel gibi bir ustanın çırağı Aykut Kocaman, Fenerbahçe'yi şampiyon yaptı. Türkiye Kupası'nı da iki kez sarı-lacivertlilere ve Konya'ya taşıdı. Onun yardımcılığını yapan Abdullah Avcı, Trabzonspor ile büyük işler başardı. Zamanında Avcı'nın milli takımdaki sağ kolu olan Okan Buruk da, Başakşehir gibi bir takım ile sezonu ilk sırada kapattı. O da Akhisar ile ayrıca Türkiye Kupası'nı kaptı. Avcı'nın bir başka yardımcısı Erol Bulut ise, Fenerbahçe gibi bir devi çalıştırmanın onuruna ulaştı. İstanbulspor’dan filizlenen bu ağaç, Başakşehir ile gövdeye dönüştü, Trabzonspor ile iyice kök saldı.
Usta, yetiştirdikleriyle büyür, onların başarılarıyla övünür. İşte böyle bir jenerasyon geldi, geçiyor.
* * *
Madalyonun tersine bakalım... Türk futbolunun en büyük, en başarılı teknik adamlarını say deseniz, kimler olur? Fatih Terim, Şenol Güneş, Mustafa Denizli...
Üçünün de ortak noktası, arkalarında bir Kocaman, Avcı gibi çırak bırakmaması... Kendilerinin yetiştirme eksikliği mi, yoksa yardımcı seçimindeki zaafiyeti mi bilinmez, artlarına baktıklarında, hiç iz kalmadı!
Halbuki, Jupp Derwall olmasa Denizli, Sepp Piontek'in yolu Türkiye'ye çıkmasa Terim, belki bugünlere ulaşamazdı. İki büyük usta, ikisinin de elinden tuttu, ayrılırken koltuğa oturttu.
Tabii ki onların başarılarını göz ardı etmek, tamamını bu ikiliye mal etmek insafsızlık! Ama onların da, gerilerinde bir çırak bırakmaması da sanırım vefasızlık...
*********
Başkan kim?
Galatasaray, Türkiye Futbol Federasyonu seçimlerinden hemen önce kongresini yapacak. 11 Haziran'daki seçimin ardından mazbata almak için, 2-3 gün geçse, yeni seçilen isim, en erken 13 Haziran'da başkanlık koltuğuna oturacak. Ancak, yeni gelen isim dernekte başkan olacak. Fakat, 16 Haziran'daki TFF Genel Kurulu'na kadar, Galatasaray Sportif AŞ'de yeni bir görevlendirme yapılmazsa, Ankara'daki seçime başkan olarak Burak Elmas gidecek. Tabii şu da var; Başkan Elmas görünürken, yeni başkan delege sıfatıyla başka birinin kostümünü giyebilir, oy kullanabilir. O zaman bildirilen delegelerden biri feragat edecek.
Ne tuhaf değil mi? Galatasaray iki başkanla temsil edilebilir!
Hayırlısı...