Ozanköy
Çağlayı işten attılar. Birkaç gün önce öğrendim. Kullandığım bir üründe sorun çıktığında ona telefon ederdim. Geçen gün aradığımda “Ben artık orada çalışmıyorum ama birisini arayacağım, sorununuzu halledecek” dedi.
Yeni anne olmuştu. O nedenle ayrıldı sandım. Ama hayır. Ayrılmamış. Çıkarmışlar. İşten durdurulan yedi kişiden biri imiş.
Keyfim kaçtı.
Çağla Türkiye’nin en kârlı şirketlerinden birinin KKTC bölümünde çalışıyordu. Geçen sene KKTC’nin vergi şampiyonu olmuşlardı. Bu sene, herhalde, gene olacaklardı.
O halde işten çıkarmalar şirket para kaybediyor diye değildi. Tam tersine. Şirket daha çok para kazansın, masrafı daha az, kârı daha çok görünsün diye idi. Zararı azaltmak değil kârı artırmaktı yöneticilerin amacı; sen yeme ben yiyeyim.
Her imparatorluk kaybolur veya küçülürken arkasında bir kan gölü bırakır.
Osmanlı’da da böyle oldu. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin pek fazla kavga etmeden yüz yıllar boyunca yan yana yaşadıkları birçok yer, yirminci yüzyılda savaşlar, katliamlar, göçler ve gaddarlıklarla darmadağın oldu.
Etnik temizlik yüzyıllar boyunca yan yana yaşamış karışık toplumları tek uluslu hale getirdi. Eski pırıltı, kültür ve zenginliklerini çalarak.
İngiliz tarihçi Philip Mansel, Levant adlı muhteşem yeni kitabında, üç eski Osmanlı liman kenti İzmir, İskenderiye ve Beyrut’ta bu fenomeni inceliyor.
Bu şehirler, Osmanlı yönetiminde gerçekten kozmopolit mi idiler? Küreselleşmenin daha adı bile duyulmamışken bu şehirler nasıl birer global kent oldu? Bugün Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin iç içe yaşaması imkânsız bir hayal gibi görünüyor.
O zamanlar nasıl mümkün oldu? Ve neden önce İzmir, ardından İskenderiye ve en son Beyrut çok uluslu ve dinli birer vaha iken çöl oldu? Eski ihtişamlarını yeniden yakalamaları mümkün mü?
Sessiz sedasız çok önemli bir şey oldu: Türk dilinde ilk topraksolucanları kitabı yayımlandı.
Kitabın yazarı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden Yardımcı Doçent Dr. Mete Mısırlıoğlu.
Neden bu kitap çok önemli? Umarım anlatabileceğim.
Topraksolucanları toprak ve bitki verimliliği için çok önemlidir. Toprağın yapısına ve verimliliğine katıda bulunur. Yüzeydeki organik maddelerin ve gübrelerin toprakla karışmasını hızlandırır. Kök gelişimini destekler. Toprağın daha çok ürün vermesine neden olur.
Gelişmiş ülkelerde bu yaratıkların önemi çok önceleri keşfedildi ve araştırıldı.
Birçok ülkede yapılan araştırmalar, daha önce topraksolucanı bulunmayan topraklara topraksolucanlarının girişinin bitki üretimini belirgin şekilde artırdığını ortaya çıkardı.
Ozanköy
Canım sıkılıyor, aslında. Hayatımdaki en baskın gerçek bu, bu günlerde. Yazı yazıp kitap okumak dışında bir şey yaptığım yok. Bir de yürümek.
Kendime ne öğütlemeliyim? Ne yapmalıyım? Nereye gitmeliyim? Kimlerle olmalıyım? Hayatımı değiştirmeli miyim? Bunları düşünüp duruyorum.
Bugün yağmur yağdı. Nazik bir Akdeniz yağmuru. Damlalar penceremin önündeki dut ağacının üzerine düştü, sararmış yaprakları yere düşürdü. Yer yaprak dolu. Çok susadıktan sonra içilen su gibi bitkileri ferahlattığını hissediyorum yağmurun. Neredeyse tebessüm ediyorlar. Kahkaha atıyorlar, hatta. Bahçede her taraf yemyeşil. Papatyalar açtı. Nergisler açmaya başladı. Yakında siklamenler de açmaya başlar.
Dutun yaprakları dökülüyor, yenidünya çiçek açıyor. Saklım şeklinde, kahverengi beyaz çiçekler. Yanına yaklaşınca arı vızıltılarını duydum. Demetler arı kaynıyor. Arısız bir tane bulup burnumu içine soktum. Hoş, şaşırtıcı derecede ağır bir koku. Yenidünya çiçeğinden yapılmış parfüm var mı acaba?
Uzun, gizleyen ağaçlar, çiçekler, otlar, kuşlar, gece çıkan salyangozlar, yarasalar, baykuşlar, bulut ve yağmur ve denizin uzaktan gelen sesi... Bunların arasında rahatım. Yargılamıyorlar,
Sık sorulması gereken ama hemen hemen hiç sorulmayan sorulardan biri şudur:
Neden bakanlıkların ve diğer devlet kuruluşlarının internet sitelerinde halkın merak ettiği sorulara cevap verebilecek hemen hemen hiç bilgi yok?
Sağlık Bakanlığı’nın sitesindeki Sık Sorulan’ları tıkladığınızda karşınıza bir tek kelime çıkıyor: Prosedürler...
Bunu tıkladığınızda birtakım ürünlerle ilgili ithalat ve izin prosedürleri başlıklarını görüyorsunuz.
Sitede geçen cuma günü yapılan kolesterol ilaçları açıklaması bile yok.
Bakanlık son günlerde yoğun olarak tartışılan bu konuyu görüşmek üzere “uzman bilim adamlarından teşekkül” eden bir komisyon toplamıştı. Nedense, alınan kararı sitesine koymaya üşendi.
Aslında koysa da halkın işine yaramayacaktı. Çünkü, açıklama, halka değil endüstriye ve tıp âlemine yönelikti. Ve mesajı, özetle şu idi: Aynen devam.
Geçenlerde televizyonda, çoğu psikiyatrist bir panelin antidepresan ilaç kullanımı konusundaki tartışmasını izledim.
Akıllara durgunluk veren birçok iddia duydum. Bunların arasında en korkuncu şuydu:
“Antidepresanlar hamilelikte en güvenilir ilaçlardan biridir.”
Bu, herhalde, antidepresanlarla ilgili söylenebilecek en yanlış şeylerden biridir.
Çünkü:
Hamilelikte alınan antidepresanların bebeklerde tehlikeli sağlık sorunları doğurabileceği tartışmasız bir gerçektir.
Önce, İngiliz Ulusal Klinik Mükemmeliyet Enstitüsü’nün (NICE) bu konuda söylediklerine kulak verelim. Konusunda dünyanın en saygın örgütlerinden biri olduğu için NICE’ı seçtim.
Psikiyatrinin kutsal kitabı Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı’dır.
Kısa adı DSM olan bu kitap, hangi hallerin ruh ve akıl hastalığı olduğunu, nelere bakılarak teşhis edileceklerini yazar.
Türk psikiyatristleri kitabın Türkçe tercümesini kullanıyor.
Bu kitabın sorunu bilimden çok edebiyat olmasıdır.
Akıl ve ruh hastalıklarının neden meydana geldiği, neredeyse bir yüzyıldır yapılan binlerce bilimsel araştırmaya rağmen, kesinlikle bilinmemektedir.
“Hastalık denildiğinde herkesin aklına açık biyolojik temeli olan belirtiler yekunu gelir” diye yazıyor Amerikan Psikiyatrist Daniel Carlat “Unhinged” adlı yeni kitabında. “Psikiyatrik hastalıklarda durum benzer ama değişiktir. Belirtiler yekunu vardır ama açık bir biyolojik neden yoktur.”
Bu hastalıkları tespit edecek nörobiyolojik veya herhangi başka bir test de yoktur. Bu eksiklik tıbbın diğer dalları ile psikiyatri arasındaki en büyük farktır.
İlaç endüstrisinin iki ana kolu var: Bilimsel ve satış. Bilimsel kol yeni ilaçlar bulmak için çalışır. Satış kolu mümkün olduğu kadar çok ilaç satmak, kârı maksimize etmek için. Bu iki kol arasında daha güçlü olan satış koludur. Bunu rakamlardan anlamak mümkün.
Ecza araştırmaları konusunda dünyanın önde gelen şirketlerinden Cagedim Stratejik Veri’ye göre İlaç şirketleri 2010’da dünya çapında pazarlamaya 91 milyar dolar harcadı. (www.cegedimstrategicdata.com) Bunun %41’ini harcayan Amerika, Avrupa, Japonya’nın 10 büyük ilaç şirketi.
Tahminlere göre, bu on şirketin araştırmaya harcadığı rakam pazarlamaya ayırdığının yarısı kadardır. Yeni çok satan ilaç keşfetmekte zorlanan firmalar ellerindeki mevcut çok satan ilaçların satışını daha da artırmak için birtakım yollara başvuruyor.
Bu yollardan en etkili olanı ilaç almak için başlangıçta kabul edilmiş olan eşiği aşağıya çekmektir. Yani, hasta olmayanları ilaç almaya ikna etmektir. Bu amaçla ünlü profesörler, tıp dernekleri kullanılır, yandaş bilim adamlarına araştırmalar yaptırılır. Medya, politikacılar kandırılır. Yalanlar ve yarı gerçekler tanrı kelamı gibi halka sunulur.
Diyelim ki bir kişiyi kolesterol düşürücü ilaca