Gezmeyi seven herkesin ilk rehberi gezi programları ve sosyal medya oluyor. Peki, bir ülkeye gitmeden önce ne kadar bütçe ayıracağız, nerede kalacağımızı nasıl belirleyeceğiz, ucuz yerleri nasıl tespit edeceğiz? İşte bütün bu sorulara cevap aramak için Çok Gezenti Programı'nın sunucusu Burak Akkul'un kapısını çaldık. Medya dünyasından gezi programlarına, ucuz uçak biletinden yemeklere kadar merak edilen birçok konuya değindiğimiz bir röportaj gerçekleştirdik.
Herkes sizi Çok Gezenti programı ile tanıdı. Bu programa kadar Burak Akkul neler yaptı?
İnsanlar beni ekranlarda 4-5 senedir tanımış olsa da aslında benim televizyon geçmişim 1990'lara dayanıyor. Televizyon jeneriklerine baktığınızda 1990 yılından beri varım. Yarı tesadüf yarı da çevremizden dolayı televizyon işlerine girdik. O yüzden farklı bir yerimiz oldu televizyonda. Sonra Beyaz, Okan Bayülgen, Cem Özer, Mesut Yar, Metin Uca ile çalıştık. Hep sahneye ya da televizyona şov yapanlar beyin takımı olarak bizi tercih etti. Alt yapım o yüzden iyi ve televizyonculuğun her aşamasını
Yazdım, yazıyorum, notlarıma bakıyorum, şunu da halledeyim derken bir baktım buraya uzun zamandır bir şey yazmamışım. Kasımdan beri sağlıkla imtihan olduğumuz zamanlardan geçiyoruz. Ya sevdiklerimiz için üzülüyoruz ya da sevdiklerimizi kaybediyoruz. Doğrusu bu dünyaya kazık çakmaya gelmedik. Fakat en zoru da insanın sevdiklerini üzgün gördüğü hâlde elinden bir şey gelmemesi. Tam da bu noktada Eğitimci Nurhan Cihan'ın İmtihan isimli kitabındaki notlar düşüveriyor önüme. Şöyle diyor kitapta; "Ve kişi daima en sevdiği ile imtihan edilirdi... Hayatımızın temelinde yer alan hatta var olmamıza sebep olan en önemli unsur imtihandır. Ruh bedene girdi mi dünyaya merhaba deriz ve sınanmaya mahkum kalırız. Saatler, aylar, günler birbirinin arkasından devam ederken insan denen canlının bu zaman dilimini çok iyi takip etmesi gerekir. Varlığın ötesi yokluk, yokluğun ötesi varlık olabilir."
Ne kadar güzel söylemiş. "Varlığın ötesi yokluk, yokluğun ötesi varlık." İnsan bu cümleyi düşündüğünde dalıp gidiyor. Hiç bir şey
Alışverişte büyük markaları tercih etmemizin sebeplerinin başında ürünü aldıktan sonraki memnuniyet geliyor. Aldığınız eşyanın sağlamlığı ve kullanışlı olmasının yanında ürün bozulduğunda muhatabını bulmak ve servis hizmetinin sunulması da artık günümüzde lüks hâline geldi.
Toplam beş kere kullandığım düdüklü tencere nasıl elimde kaldı onu anlatayım. 3 sene önce bir AVM'den tencere seti almıştım. Tencere seti içerisinde yer alan düdüklü tenceremin kapağı bozuldu. Benim hatam yüzünden olabilir, bunu da kabul ederim. AVM'ye yolum düştüğünde tencereyi mağazaya götürdüm. Mağaza çalışanları kibar bir şekilde garanti kapsamına girmeme ihtimali olduğunu ve ücret karşılığı yapılabilmesi için servis hizmetinin adresine kargo ile göndermemi söyledi. Ben de ücretin problem olmadığını, yapılması için göndereceğimi söyledim ve oradan ayrıldım. Ertesi gün tencereyi kargo ile gönderdim. Gönderdiğim servis hizmeti bu ürünü yapmadığını ve tencereyi geri göndereceğini
Bazen mağazalardan aldığınız ürünlerle ilgili yaşadığınız küçücük bir şey olay hâline gelir. Bazen de mağazadan hiç olmaz dediğiniz bir sorunu en güzel şekilde hallederek ayrılırsınız. Sorunların çoğu ya tüketicilerin ya da mağazaların bu hakları bilmemesinden kaynaklanıyor.
Tüketici haberleriyle ilgilenmemden midir nedir bilemiyorum. Genelde sorunlu mağaza temsilcileri bana denk gelir ama bu defa tam tersi bir durum olduğu için sizlerle paylaşmak istedim. Geçenlerde ünlü bir kozmetik markasından bir ürün aldım. Eve geldiğimde ürünün rengini sebepsiz beğenmedim yani vazgeçtim. Mağazayı aradım durumu anlattım. Onlarda kibar bir şekilde fişle birlikte gelmemi söyledi. Aradan dört beş gün geçti, fişi bulamıyorum. Fişi atmadığıma emindim, sonunda çantamda yırtılmış olarak buldum. Hemen bantladım ve cüzdanımın bir köşesine sıkıştırdım. AVM'ye yolum düştüğümde, ürünü değiştirmek için mağazaya gittim. Ürünü verdim ve ücretin kartıma iade olacağını öğrendim. Birçok mağaza aldığımız ürünlerde sadece değişim yapabileceğimizi, para iadesi yapılamayacağını belirttiği için insana böyle şeyler lütuf gibi geliyor. Mağazada çalışanların yardımcı olması, size belalı müşteriymişsiniz gibi
Bir sabah uyandım ve dedim ki keşke "vaktin" de kumbarası olsaydı. Daha doğrusu zaman biriktirebilecek bir şey olsaydı. Olsa ne yapardım diye hayal etmedim değil. İnsan bazen öyle bir yoğun döneme giriyor ki kendi kendine "önceden ne çok vaktim varmış be" diyorsun. Özellikle İstanbul'da yaşayanlar için tasarruf edilecek konuların en başında aslında zaman geliyor. Sabah işe git, işten sonra evinle ilgilen, ailene vakit ayır, bu arada sosyalleşmek de gerek tabii, sosyal medyaya göz atayım derken dışarı çıkmaya karar ver, çıktığında trafikten "evim evim güzel evim" diye söylenerek pişman ol, eve döndüğünde saat 22.00-24.00, kitabımı alıp biraz da sayfalara göz atayım derken bir bakmışsın uyuyakalmışsın... Çocuğu olanlar ya da şehirler arası seyahat edenlerin eminim araya daha çok ekleyecekleri vardır. Her gün yeni bir sayfa, ama hep aynı yazı fontu...
Değişmeyen tek şey varsa o da zamanın hızlıca akması. Şu sıralar biraz felsefeye dalmış durumdayım. Biraz sosyoloji, biraz da psikoloji. Doğrusu okunacak o kadar çok şey var ki masam karşımda kendinden geçmiş hâlde duruyor. İnsan her yeni başladığı işte bir öncekinin muhasebesini mutlaka yapar. Bende o dönemlerden geçiyorum.
Kırk yıldır değişen dünya düzenine, modernleşen kültüre, tatilleşen bayramlara, alışveriş tutkusuna, birbirini görmekten aciz olma durumuna, velhasıl bunların hepsine meydan okuyan tek bir şey vardır "aile sesi".
O sesi en çok da bayramlarda arıyor insan. Koskoca bir evde anne eline alışkın eşyalar, baba elini bekleyen tamiratlar başkasını asla kabullenmek istemez. Neyi tutsanız elinizde kalır ya da yaptığınız hiçbir şeyin tam olduğunu hissetmezsiniz. Gözünüzü kapatsanız yaptığınız temizliğin bile anneniz tarafından eleştirilip beğenmediğinde kızdığınız vakitler aklınıza gelir. Sonra şöyle bir toparlanıp cam, pencere, halı vs. yeniden başlarsınız hepsine. Demem o ki temizlik bile yeri geliyor hatıra oluyor. İllaki herkesin anne kız, baba-kız ya da baba oğul aklınıza gelen binlerce temizlik hikayesi olmuştur. Bayram kapıdan girdiğinde mütemadiyen kendini hatırlatıyor. Bayram temizliğinin hikayesi böyledir. Annelere siner, kızlarına sirayet eder, evin her köşesi o günü özellikle bekler. Sanki o bayram günü herkes evin pencerelerine bakarak yürürcesine, eve gelenler koltukların altını, avizeleri aşağı indirip toz var mı diye kontrol edercesine, herkes bayram boyunca ilk kez o
Herkesin para harcama anlayışı farklı. Bazen maddi konularda eşimizden veya ailemizden o kadar farklı oluyoruz ki, uzlaşmak zor oluyor. Örneğin, eşinizi markete gönderiyorsunuz aldıracağınız şeyin miktarını söylediğiniz hâlde bir bakıyorsunuz iki kişinin tüketemeyeceği kadar çok malzeme ile eve geri dönmüş. Arkadaşınızla dışarı çıkıyorsunuz biri devamlı bir şeyler ısmarlamak isterken, öteki asla ödeme yapmadan arada kaynıyor ve bir bakıyorsunuz bu tekrar hâline gelmiş. Bir taraf daha çok harcamacı oluyor ya da bir tarafın tutumu diğerini rahatsız edecek şekilde oluyor.
Özlem Denizmen, "Cebinde Mucize Yarat" isimli kitabında şöyle diyor; "Para yönetimini sadece birlikte fatura ödemelerini konuşmak, planlamak olarak düşünmeyin. Birbirinizin para karakterlerinizi anladıktan sonra bireysel hedeflerinize de ulaşmanıza engel olmayacak ortak hedefler belirleyin. Araştırmalar gösteriyor ki, ortak hedefler evliliği daha sağlıklı ve uzun kılıyor." Buradan yola çıkarsak bazen para harcama sebeplerinin başında "iletişim" konusunun geldiği sonucuna varabiliriz.
Hepimizde, ailemizde gördüklerimizle başlayan, geleneklerimiz ve tecrübelerimizle gelişen bir para harcama kültürü var. Bu
Haksız rekabetin bu kadar fazla olduğu bir çağda kendi başına marka olmaya çalışanları gerçekten takdir ediyorum doğrusu. Sosyal medya ve workshopları da bu yolun bir parçası hâline getirerek para kazanmak da artık girişimciliğin bir parçası hâline geldi. Atölye çalışması diye de adlandırabileceğimiz bu workshoplar son zamanlarda birçok insanın stres topu oldu. En güzel tarafı da çocuklardan gençlere, işsizlerden emekli ve çalışanlara kadar herkesin katılabiliyor olması.
Fiyatlar Nasıl ?
Her işletmenin ve markanın hedeflerine ulaşabilmek için geliştirdiği iş yapış ve sunum şekli vardır. Büyük firmalar için bu durum profesyonel ilerlerken küçük işletmeler de kendine göre çözüm yolları ile devam ediyor. Ama artık sosyal medya ile herkes tek başına bir marka hâline geldi diyebiliriz. Dolayısıyla kendini duyurmak ve insanlara ulaşmak günümüzde en önemli meziyet hâlini aldı. Öyle ki instagramda her gün başka bir workshop duyurusu ile karşılaşıyorum. Ekmek yapımından yağlı boyaya, heykel yapımından örgüye kadar birçok alanda atölye çalışmaları bulunuyor. Biraz araştırdım hatta bazılarına ben de katıldım ve fark ettim ki bu atölye çalışmaları artık ekonomik kazanç sağlama alanı