Seçim bitti, havalar ısındı, önümüzde on günlük bir bayram tatili olunca, ''Nereye gitsek?'' programları da başlamıştır. Ve tabii çocukla tatile çıkmanın getirdiği ekstra valiz hazırlığı da annelerin en büyük endişesi. ''Yanıma ne alsam? Eksik eşya almayayım da... Ne unuttum? Neyi almam şart değil?'' gibi soruları bir çok ebeveynden duyuyorum.
Tatilden tatile, daha doğrusu mevsiminden mevsimine bu liste değişiyor. İşin içinde kayak varsa ayrı, yağmurlu bir dönemse farklı, denizli bir dinlenmeyse bambaşka. Yurt içi, yurt dışı bile valizde farklılıklar gösteriyor. Bir de çocuğunuzun yaşına göre de liste değişiyor. Ben şimdi yaz tatili için ortalama bir liste vereceğim size. Yoğunluktan hazırlıklar son dakikaya kaldığında, sizi bir telaş bastığında, ''Ah ben ne koyacağım şimdi bu valize?'' diye bir heyecan kapladığında, açıp bakabilesiniz diye.
01- Günlük takım kıyafetler. Gündüz short-tişört, geceye uzunları. (Tatilde neyle neyi giydireyim diye eşlemek zorunda kalmayın. Şezlong keyfinden beş dakika bile çalmanıza gönlüm razı gelmez.) Artı hepsinin yedeği. (Terler, yemek-su dökülür, kusar vs.) Yaz günü olduğu için tişört ve şort takımlarını tercih edeceksinizdir ama yanında
Zaman zaman bu tarz yazılar paylaşmak zorunda kalmam beni derinden yaralıyor.
Bir arkadaşım, "Melis çocuğun olduğu zaman, kendini ifade edebilecek yaşa gelinceye kadar kimseyle yalnız oynamasına izin verme olur mu? Senin gözetiminde olsunlar. Özellikle de kızsa." demişti kırgın bir ifadeyle. Ürpertici bir uyarıydı benim için. Sonra devam etti... "Çocuklara taciz en yakınlardan geliyor biliyor musun?" Çokta bilmiyordum açıkçası. Bu taciz haberlerini okudukça, gördükçe içime içime işleyen acısı dışında ben ne kadar da şanslı büyümüşüm meğer diye düşünmeden edemiyordum sadece. Ama insanın aklına gelmiyor, kendi yaşamaz, evlatlarına dokunmaz sanıyor. Tabii yamacımıza yanaşmaması yürekleri dağlamadığı, insanı nefessiz bırakmadığı, tarifsiz bir acıyla kahretmediği anlamına gelmiyor. Yine de biliyor musunuz, ateş düştüğü yeri yakıyor. O anneleri (haberlerdeki), geride kalan aileleri düşünüyorum da, bizim uzaktan hissettiklerimiz ne ki!
Arkadaşım sohbeti, tüylerimi ürperten bir cümleyle devam ettirdi: "Mesela amca oğluyla falan fış fış kayınçı oynarlarken, bırakıp gitme. Hatta öyle oyunlar oynattırma! Tacizin kimden geleceğini bilemezsin. Öyle uzakta arama. Aileden, komşudan da
Oğullarım hastalandığında hemen döner kendime bakarım çünkü (artık beni takip edenler biliyorlar) tüm hastalıkların zihinsel-duygusal sebepleri olduğuna inanıyorum. ‘‘Ben nerede eksik yaptım? Bu çocuk son zamanlarda ne yaşadı?’’ diye düşünür, gözden geçirir ve tavırlarımı bu doğrultuda değiştiririm.
Bir annenin başına ne gelirse, o konu hakkında okumadığı makale, internette karşılaşmadığı tecrübe, danışmadığı arkadaşı kalmıyor. Bir kaç hafta önce Mir Kaya’nın konuşmalarında kelime tekrarı başladı. ‘‘Anne anne anne ben seni seviyorum. Bak bak bak sana bir şey göstereceğim. Anne ne ne ne çizmemi istersin?’’ gibi... Genellikle cümle başlarında, bazense ortasında kelimeleri bir kaç kez söyledikten sonra cümlesine devam ediyor. Bazı durumlarda çok doğal, bazı tekrarlar uzadıkça da bir anneyi endişelendirecek boyuta geliyor. Bu konuyla ilgili yazıları okudukça, annelerin fikirlerini-endişelerini gördükçe ve bu konu hakkında algıda seçiciliğim geliştikçe bir anne çocuğunda ‘kekemelik tarzında’ (çünkü bunlar muhtemelen kekemelik değil) kelime tekrarı, harf uzatması, harf değişikliği, hece tekrarı gibi bir şeyle karşılaştığında ne yapabilir diye yazmak istedim.
Öncelikle işin
Hamile arkadaşlarım ‘‘Çocuk doktoru seçerken nelere dikkat etmemiz gerekir?’’ diye soruyorlar. Ben de Mir’e hamileyken doktor konusunu çok düşünmüştüm. Birileri, ‘‘Git, tanış. Kimi güvenilir, samimi bulursan ona gidersin.’’ demişlerdi. Bir yandan çok mantıklı gelip, bir yandan da yapamamıştım. Şimdi düşünüyorum da, oğullarımın doktoru Sinan Bey’in (Doç. Dr. Sinan Mahir Kayıran) kapısını çalacağım ve ‘‘Merhaba, ben hamileyim, sizin adınızı çok kişiden duydum. Bir tanışmak istedim.’’ mi diyecektim? Ve bunu bir sürü doktor üzerinde tekrarlayacaktım. Kimse beni geri çevirmezdi tabii ki, hatta oturup, güzel güzel sohbette ederdik ama üniversitede bir hocamın lafı gibi: Bilgi olmadan, fikir olmaz ki! Ne konuşacaktım onlarla? Evet, tavırları bebeğime yaklaşımlarını biraz olsun yansıtırdı ama yine de esas benim için hastalık gibi en zor anda, lohusalık gibi anneliği tanımaya çalıştığımda, annelikte hormonlarla bocaladığımda tepkileri benim seçimimi belirleyebilirdi. Sonuç olarak kimseye gitmedim. Ama arkadaşlarımla konuştum. Herkes kendi doktorunu öneriyordu. Bense hayatın karşıma çıkardığı doktorla ilerleme kararı aldım. Neden mi? Çünkü aşağıda saydığım tüm kriterlere uyuyordu. Umarım
Ben özel günleri ulu orta kutlamayı sevmem. Birilerinin eksik taraflarına dokunabileceğimi düşünür, onları sarıp sarmalamak isterim elimden geldiğince. Boşluğu dolduramam belki ama umut olabilirim gelecek adına. Her daim anne olmak nasıl bir duygu anlatıyorum zaten. Bugün biraz da anneyken, çocuk olabilmekten bahsetmek istiyorum.
İnsanın annesinin olması demek, hastayken yataktan kalkmasına gerek kalmaması demek. Çocuğunuz yoksa bunun nasıl bir lüks olduğunu bilemezsiniz. Kolunuzu kıpırdatacak haliniz yoktur ama içeride yemek bekleyen, bakım isteyen, oyun direten çocuklar vardır. Yatıp, dinlenebilmek hayaldir. Bunu babalar pek bilemezler ama anneler sürünseler de çocukları için ayaktadırlar. Ama işte annen yanındaysa, serilebileceğin bir yatağın da hazırdır. Üstelik aklın çocuklarda kalmadan...
İnsanın annesinin olması demek, her daim güvenebileceği bir kucağın orada olduğunu bilmek demek. Yaşlı olması, hasta olması fark etmez... Annenin kolları içini dökebilmen için en doğru adrestir. Seni yargılar belki ama hiç bir zaman dışlamaz. Hatalarını söyler ama seni el yapmaz. Yanlışların üstesinden gelmek için elinden tutar, zorlukları aşmak için seninle birlik olur. Seni
Bu konu hakkında kesin bir fikir birliği yok aslına bakarsanız. Bazı uzmanlar minimum dört yaşın doğru bir aralık olduğunu, böylelikle birinci çocuğun anne-bebek ilişkisini sağlıklı şekilde tamamlamış olmasının doğru olduğunu savunurken, kimi uzmanlar da iki yaştan fazla olmaması gerektiğini, bebeğin yeni gelen kardeşi çok daha kolay karşılayabileceğini söylüyorlar. Ben uzman değilim, bu süreci yaşayan bir anneyim. Sadece kendi tecrübelerimi aktarabilirim.
Bana göre, bu konuda en güzel yorumu bir psikologdan dinlemiştim... Demişti ki; ‘‘Bir gün eve eşinizin bir başka kadınla geldiğini ve ‘bu benim ikinci eşim, bundan sonra o da bizimle yaşayacak ama inan sana olan sevgim hiç değişmedi, seni eskisi gibi çok seviyorum’ dediğinde ne hissederseniz, çocuğunuz da kardeşi olduğunda böyle hissedecek.’’ Yani ha iki, ha dört, ha on dört...
İki yaş örneği
Benim oğullarımın araları tam iki yaş. Neler mi yaşıyorum? Öncelikle Mir Kaya’nın doğumuyla beraber çalışmayı bıraktığım için hiç ayrı kalmadık. Bu sebeple de bana oldukça bağlı (her günümüz bir arada, aktivitelerimiz birlikte, bağımlı değil) bir çocuk olarak büyüdü. Bu noktada da kardeşi olduğunda çok zorlanacağımızı
Mir Kaya’yı tanıyanlar bilirler; arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi çok sever. Parklar, kalabalık oyun alanları onun en mutlu olduğu yerlerdi. Kolay da arkadaşlık kurardı. Şimdilerde mi? İşler biraz değişti. Sırasıyla şöyle anlatayım...
Bir süreliğine, Mir’i haftalık oyun grubuna ablası götürdü. Böylelikle ben de evde Atlas’la baş başa vakit geçirebiliyordum, zira Mir evdeyken, onunla ilgilenmemek elde değil. (Bir yandan Atlas’ı emzirirken, bir yandan da Mir’in saçlarını okşuyor olmam yeterli bir örnek olacaktır herhalde. Bebeğim emzirme dakikalarını bile abisiyle paylaşmak zorunda kalıyor.) Bu süreç başladıktan bir kaç hafta sonra Mir’in park alanlarında rahat hissetmediğini, kimseyle oynamak istemediğini, sürekli benimle yapışık halde hareket etme gereksinimi duyduğunu fark ettim. Ben yanında değilken iyi hissetmiyordu.
Nedenini sorduğumda cevap alamıyor, hissettiklerini çözümleyemiyor, duygularını anlayamıyordum. Oyun gruplarına tekrar birlikte gitmeye, gözlemlemeye, birlikte baş başa daha çok vakit geçirmeye karar verdim. Çocuklar bazen bizleri özlediklerinde, ebeveynlerinin ilgisinin diğer çocuğa kaydığını düşündüklerinde davranış değişikliği gösterebiliyorlar. Acaba
Bu aralar uykusuzluktan-yorgunluktan her bahsettiğimde aldığım tek bir yorum var: ‘‘Ama Melis Hanım, biliyorsunuz ki; uyku eğitimi diye bir şey var.’’
Mir Kaya’ya hamileliğimde bebeği uyutma yöntemleriyle ilgili bir sürü kitap okumuştum. Uyku koçlarıyla çalışmadım ama çalışan arkadaşlarım var. Hepsinde ucundan kıyısından bir şekilde ‘ağlayan bebeğin istediğinin (anne kucağı) verilmemesine-geç verilmesine’ yönelik bir durum söz konusuydu. (Bilmediğim-denk gelmediğim bir yöntem tabii ki olabilir.) Bir çok pedagog, ‘‘Bebeklerimizin sınırlarını bizlerin çizmesine ihtiyaçları olduğunu, uyuması gerektiği zamanı ve nasıl uyuyabileceklerini onlara öğretmemiz gerektiğini söyler.’’ Bir noktasına kadar katılıyorum; yol gösterici olmalıyız. Ama uyku eğitimi vererek, çocukların uykuya dalmalarını sağlamak ve üç-beş günlük kabustan sonra ailecek huzura erişmek benim çocuklarıma uygulayacağım bir sistem değil. Ebeveynlerin çocuklarına uyku eğitimi vermesine kesinlikle karşı değilim. Bu konuda hatta ne haddime derim. Nasıl ki; benim oğullarımı yetiştirme tarzım sadece bana bağlıysa, herkesin çocuğunu yetiştirme şekli ve yöntemleri de onların taktiri. Donald W. Winnicott bebeklere