CHP’nin akil adamlarından Umut Oran, partisinin 100’üncü kuruluş yıl dönümü nedeniyle bir çağrı metni yayınlayarak gördüğü yanlışlıkları ve eleştirilerini sıraladı.
Yayınladığı çağrıda özetle diyor ki:
Bugün siyasi partilerin tümü az çok tek adam sistemiyle yönetilmektedir. Geniş toplum kesimleri siyasi partilerin söz ve karar mekanizmalarında yer bulamamaktadır.
Bundan 100 yıl önce Sivas’ta kongre toplayarak kararları “ortak akılla” alan bir gelenek, 100 yılın sonunda ‘her şeyi birkaç kişinin iki dudağının arasına’ teslim edemez. CHP üyeleri birkaç kişinin hazırlayacağı programları da birkaç kişinin belirleyeceği milletvekili ve belediye başkanı listelerini de kabul etmemelidir. Her aşamada en geniş katılımı sağlamak CHP ruhuna uyan yaklaşımdır
Hafta sonunda Voleybol Kadın Milli Takımımızın Hırvatistan’la yaptığı maçı TV’de izledik. Takımımız neşesiz, isteksizdi. Hırvatistan’ı zorlukla 3-2 yendik. Tribünlerde eski coşku yoktu. Bayraklar sağa sola sallanıyor ancak ses çıkmıyordu. Çünkü ortak bir slogan veya marş yoktu. Özellikle basketbol ve voleybol milli takımlarımızın maçlarında maçlarında hoparlörden ulusal duygu yüklü marşlar söylenir, hem seyirci hem oyuncular bu marşlarla coşardı. O marşlar artık duyulmaz oldu.
Önce “Çıktık açık alınla” diye başlayan “10’uncu Yıl Marşı” spor salonlarını terk etti!
Ardından “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” sözleriyle yürekleri büyüten “İzmir Marşı” onu izledi.
Atatürk’ün Samsun’dan Havza’ya yürürken arkadaşlarına öğrettiği “Dağ Başını Duman Almış” diye başlayan Gençlik Marşı da söylenmiyor artık.
Atatürk ve Cumhuriyet coşkusu içeren, kitleleri ortak duygularda birleştiren ve coşturan marşlar unutturuluyor. Atatürk ve Cumhuriyet
New York’ta saldırıya uğrayan İkiz Kuleler’de binlerce kişi hayatını kaybetti. Aylarca yas tutuldu, dini mekânlarda onlar için dua okundu. Ve o yas bitmeye yüz tutmuşken New York Times ölenlerin anısına Kader Portreleri (Portraits of Grief) adlı bir proje başlattı. Öldürülen her bir kişinin hikâyesini yayımlama kararı aldı. İkiz Kuleler’de ölen 2500’ü aşkın New Yorklunun hikâyesi günbegün yayımlandı.
Yukarıdaki bilgiler Selçuk Şirin’in “Bir Türkiye Hayali” kitabından alındı...
Ölenlerin hikâyeleri kalanları teselli eder. Anılarını geleceğe taşır.
Toplumun kendine saygısını yüceltir.
Biz de sık sık şehit hikâyeleri okuyoruz gazetelerde...
“Üç aylık nişanlıydı, yıl sonunda evleneceklerdi.”
“Ailesini geçindirmek için askerliğe adım atmıştı.”
“İki yıllık evliydi, eşi yakında doğum yapacaktı.”
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zafere ulaştığı gün olan 30 Ağustos’un yıldönümünde büyük Atatürk’e, O’nun silah arkadaşlarına, çilekeş Anadolu halkına ve her cephede kanıyla canıyla savaşan Mehmetçiğe minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. Bu zafer hakkında Atatürk şöyle diyordu:
“30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum... Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.”
Yazar Falih Rıfkı Atay 30 Ağustos zaferi için şöyle yazmıştır;
“Neyimiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden
Kızının gözü önünde eski kocası tarafından vahşice öldürülen Emine Bulut bütün ülkeyi acıya boğdu. Sosyal medyada “Katile en ağır ceza verilsin, sakın indirim uygulanmasın” mesajları çoğunlukta...
Acaba hapis cezalarının artırılması bu vicdansız katilleri etkiler mi? Hiç sanmıyoruz... Eskiden hapse düşmek utandırıcı bir şeydi. Adalete güven vardı. İnsanların boşuna hapis yatmadığı düşünülürdü. Hapse giren adam çevresine, eşine, dostuna rezil olurdu. Ancak son yıllarda tablo değişti...
Hapishane suçlu suçsuz herkesin neredeyse ikinci adresi oldu.
Hapishane yolgeçen hanı olunca caydırıcılığı da ortadan kalktı. İçerdeki koşullar da eskiye göre daha iyi. O yüzden en azılı katillerin bile ağzında şu nane:
- Aslanlar gibi yatar çıkarım. Aynı şeyi tekrar yaparım...
Bu vahşet ortamını düzeltmek için daha kapsamlı düşünmeliyiz. Öncelikle, toplum kuralı haline getirilen “Kadın erkeğe emanettir” zihniyeti değişmeli.
Kadın tüm bireyler gibi neden anayasaya, yasalara, bireysel haklara değil
Diyabet hastaları sık sık kanlarındaki glikoz değerini ölçmek zorundadır. Bunun için ölçüm çubukları kullanırlar. Bir kutu çubuk yaklaşık bir ay dayanır.
Accucheck Performa marka çubuk kullanan bir yakınımızın anlattığına göre...
Bu çubukların bir kutusu geçen yıl 40 lira dolayındaydı. Devlet 19 lirasını karşılıyor, hasta yaklaşık 21 lirasını cebinden ödüyordu. Ancak TL’nin değer kaybetmesi sonucu fiyat yükseldi. Bir kutu çubuğun fiyatı 60 lira oldu. Ancak SGK payı değişmedi... Halen devlet bu miktarın yine 19 lirasını, vatandaş ise 41 lirasını ödüyor.
Ancak ilginçtir... Milletvekilleri ve onlar gibi ücretsiz sağlıktan yararlanan kamu görevlileri ve yakınları bu çubuklara hiç para ödemiyor. Böylece bir kutu çubuğa her ay 41 lira ödemek zorunda kalan hasta ayrıca milletvekili ve yakınlarının tükettiği malzemenin bedelini de ödemiş oluyor.
Tabii ödeme bu ilaçla sınırlı değil... Milletvekillerinin doktor, hastane, ilaç özetle tüm sağlık masrafları da hazineden yani vatandaşın cebinden
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, Bodrum koylarını sahil güvenlik botuyla gezerek incelemeler yapmış, günün sonunda Yalıkavak, Gündoğan, Gölköy, Gümbet’te yüzlerce kaçak konut ve otel inşaatını mühürlenmiş. Bakan Kurum, “kaçak yapılaşmaya izin vermeyeceklerini” belirterek şöyle demiş:
- Firmalara bir ay süre verilecek, eğer imara aykırılıklar giderilmezse biz valilikler aracılığıyla yıkım yapacağız...
Peki, bu projeleri onaylayanlar, göz yumanlar, görmezden gelenler ne olacak? Bakan’ın “Kaçak yapılaşmaya izin vermeyeceğiz” teminatı güzel. Peki, bugüne kadar neden izin verildi? Kimler izin verdi? Ne karşılığı izin verdi? Onlarla ilgili ne gibi soruşturma var? Daha doğrusu var mı?
Bundan sonrası mı? Muhtemelen... İçi çikolata dolu çantalarıyla siyah giyimli adamlar kapı kapı dolaşır. Milli servet edebiyatı yapılır. İnşaat devam eder.
Bunun tek istisnasını İstanbul’un eski Belediye Başkanı Nurettin Sözen Park Otel’in imara aykırı 17 katını yıkarak sergilemişti. Başka örnek aklımıza gelmiyor.
Ka&ccedi
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Başkanı Bedia Özgökçe Ertan dün görevden alındı. Yerlerine o illerin valileri kayyum olarak atandı.
İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Mızraklı, Türk ve Ertan’ın “terör örgütleriyle iltisak - irtibatı olduğu”, “terör örgütlerine destek verdikleri yönünde tespit ve deliller bulunduğu” belirtildi. Ayrıca üç belediye başkanının, “haklarındaki adli/idari soruşturma/kovuşturmalar nedeniyle” tedbir olarak görevlerinden uzaklaştırıldıkları kaydedildi.
Her üç isim 31 Mart seçimlerinde yani bundan 6 ay önce belediye başkanı adayı olurken seçilmelerinde sakınca görülmemişti. Demokrasinin kurallarından biri “Seçimle gelen seçimle gider” şeklindedir. Başkanların haklarında bir mahkeme kararı dahi olmaksızın görevden alınmaları demokratik kurallar açısından tartışılacaktır. Sosyal medyada