Askıya çıkan Kanal İstanbul’la ilgili ÇED raporunda akla yatmayan konulardan biri de inşaat süresi. Raporda inşaat süresi 4 yıl olarak belirtiliyor.
Süreyi duyunca Çamlıca Kulesi aklımıza geldi.
İstanbul Küçük Çamlıca’da dev bir radyo televizyon kulesi inşa ediliyor. Artık kentin neresinden baksanız bu kuleyi görebilirsiniz.
Deniz seviyesinden 583 metre yüksekliğindeki bu kule çevredeki radyo ve televizyon antenlerini toparlayacağı gibi seyir terasları ve lokantalarıyla aynı zamanda turistik bir mekân olacak. Yılda 4.5 milyon turist çekeceği konuşuluyor.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu dün Kanal İstanbul konusunda kendilerinden önce yapılmış olan protokolden çekildiklerini açıkladı.
Protokol 2018 yılında Mevlüt Uysal tarafından imzalanmıştı. Uysal’ın protokolü meclisten yetki almadan imzaladığı gerekçesiyle açılan dava halen sürüyor. Ve bakın protokol İBB’ye hangi görevleri yüklüyor:
- Proje alanı içerisinde kalan İBB ve İSKİ’ye ait taşınmazların proje için tahsis edilmesi,
- Sazlıdere Barajı’nın içme suyu rezervinden çıkartılmasına ve sınır revizyonuna yönelik ihtiyaç duyulan işlemlerin yapılması,
- Proje alanına ilişkin her ölçekte plan ve imar planlarının 18 ay içinde etaplar halinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onayına sunulması,
- Proje alanında ilgili kurum ve kuruluşlara ait kanalı kesen mevcut altyapı ve ulaşım sistemlerinin deplasesinin (yer değiştirme) yapılması,
- Proje alanında ilgili kurum ve kuruluşlara ait kanalı kesen mevcut altyapı ve ulaşım sistemlerinin yapımının sağlanması.
- İBB ve İSKİ’nin Kanal İstanbul güzergâhı üzerinde bu
İstanbul Kabataş İskelesi milyonlarca vatandaşın kullandığı, deniz, demir yolu ve kara yolu ulaşımının merkezlerinden biriydi. 2016 yılında zamanın Belediye Başkanı Kadir Topbaş, transfer merkezi yapıyoruz sloganıyla Martı Projesi’ni başlattı. Projeye göre kıyıya martı şeklinde bir iskele, altına galeriler, otopark, arka tarafına kara ulaşımı için beton tüneller yapılacaktı. Bilim insanlarının, mimarların itiraz ve eleştirileri yok sayılarak proje başlatıldı. Bazıları hakkında dava bile açıldı. Kıyı tahrip edilerek denize ok gibi çıkan beton iskeleler yapıldı. Geri dönüşü olmayan zararlar verildi. Yolcular mağdur edildi. Milyonlar harcandı. Ancak proje hatalıydı. Uygulamada yürümedi. Ve geçen yılın sonunda yine İBB kararıyla iptal edildi. Şu anda yarım kalmış durumda. Enkaz Ekrem İmamoğlu’nun sırtına yüklendi.
Yapılan onca tahribat, harcanan milyonlar ne olacak, hesabını kim verecek derseniz? Ne kimseden hesap soruluyor, ne kimse hesap vermeye niyetli görünüyor!
Diyeceğimiz; ciddi bir proje söz konusu olduğunda bilime, uzmanlara, ustalara daha işe başlamadan kulak vermeli.
Sonra
Kanal İstanbul’un gündeme gelmesinin sebebini ve faydalarını iktidar ve ona yakın çevreler şöyle anlatıyor:
Gemi trafiğinin artması İstanbul Boğazı’nda tehlike yaratmaktadır, trafiğin bir kısmının kanala aktarılması güvenlik açısından elzemdir.
Kanal yılda 6-8 milyar dolar getirisiyle yeni bir gelir kaynağı olacaktır.
Montrö Anlaşması Türkiye’ye Boğazlar üzerinde tam hakimiyet sağlamıyor. Yeni bir anlaşmayla Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki hakimiyeti artacaktır...
Bazı illerde Milli Eğitim Müdürlüğü ve il müftülüğünün ortak protokolüyle anaokullarında çocuklara din eğitimi başlatıldı... “Dinimi Seviyorum, Öğreniyorum” adlı proje kapsamında müftülükçe görevlendirilen eğitmenler, haftada en az altı din dersi veriyor.
Acaba 0 - 6 yaş arası din eğitimi çocukların pedagojik gelişmesini etkiler mi? Birçok veli ve eğitimci etkileyeceği kanısında. Deniyor ki 12 yaşından önce çocuklar dini deyimleri; örneğin Allah, melek, vahiy, günah, sevap gibi soyut kavramları anlayamaz, korkuya kapılabilir, kâbus görebilir, duygu ve düşünce karmaşası içine düşebilirler.
Bolu’da Eğitim - Sen Şube başkanı Zehra Kulalı Gezici, konuyu yargıya götürdüklerini söylüyor. Ve ekliyor:
“Yasalara göre Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğunda yürütülmesi gereken eğitim, başka kurum ve kişilere devredilemez. Burada açıkça hukuka aykırılık vardır.”
Din eğitimindeki sorunlar konusunda dikkati çeken noktalardan biri, laikliğin
Eski bakanlardan Gürcan Dağdaş’ın “Zübük” şeklindeki hitabı üzerine Melih Gökçek tazminat davası açıyor. Davada Melih Gökçek’in mal varlığı gündeme geliyor. Tartışmalar üzerine hakim görevden çekiliyor. Saygı Öztürk belgesini yayımladı. Melih Gökçek kendi mal varlığını mahkemeye şu şekilde bildiriyor:
“Ankara’da bir daire, Pursaklar’da bir daire, bankalarda 92 bin lira, 2 bin euro ve 500 dolar.”
Topu topu iki daire ve aşağı yukarı 110 bin lira para...
Fakir bir Ankaralının bile daha çok mal varlığı vardır.
Zaman zaman siyasetçilerden mal bildiriminde bulunması öneriliyor. Ancak yukardaki örnek de gösteriyor ki adamdan eşi ve yakınlarından da mal bildirimi alınmadıkça yapacağı beyanın hiçbir kıymeti yoktur.
Biraz da patates!
Patates fiyatları geçen yıl bazı illerde ekim yasağı nedeniyle roketlenmiş, ithalat yoluna gidilmişti. Çiftçi fiyatların yükseldiğini görünce bu yıl patates ekimine yüklendi. Ancak bu defa da mahsul bol olduğundan fiyatlar düştü,
OECD tarafından 3 yılda bir düzenlenen, öğrencilerin fen, matematik ve okuma becerilerini ölçen PISA’nın 2018 sonuçları açıklandı. Türkiye sınava katılan 37 ülke arasında 31. oldu. Ölçülen değerlerde yine OECD ortalamasının altında yer aldık. Türkiye son 17 yılda 7 milli eğitim bakanı ve sayısız sistem değiştirdiği halde eğitimin düzeyini yükseltemiyor.
Anlaşılıyor ki eğitimde temel alınan kriterler bundan fazlasını üretmiyor. Öğrencilerin yarıdan çoğu okuduğunu anlamıyor. Ne yapmalı? Bakış açısını değiştirmeli. İdeolojik değil, bilimsel bir bakışla yeni sistemler denemeliyiz. PISA sonuçları ülkeleri kendilerine çekidüzen vermeye yöneltmesi açısından da önemli.
Başarısız ülkeler başarılı ülkelerin yöntemlerini inceliyor. Böylece eğitimdeki hatalarını görüyor, düzeltmeye nereden ve nasıl başlayacaklarını saptıyorlar. Son araştırmaya kadar eğitimin yıldızı Finlandiya idi. Son araştırmada Estonyalı çocuklar Finlandiya’yı geride bıraktı. Buna rağmen dünyanın dört bir yanından eğitim
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Kadın Komisyonu, son dönemde yoğunlaşan kadın cinayetlerinin kamuoyuna duyurulmasında dikkat edilmesi gereken noktaları işaretledi. Önerilerini şöyle sıraladı:
Haberlerde katilin cinayet işleme konusundaki iştahını, potansiyel katillere yol gösterecek veya özendirecek biçimde bire bir aktarmak, katilin ruh haliyle empati kurmaya çalışmak sorunlu bir yaklaşımdır.
Melodramdan, sansasyon ve pornografiden kaçınılmalı, cinayetin ayrıntılarını pornografik olarak resmederek şiddetin pornografisi üretilmemeli.
Haber fail ifadesine dayanarak yazılmamalı, ölen kadının katilin iddialarını yanıtlayacak durumda olmadığı unutulmamalı.
Cinayetin sorumlusu olarak cinnet, kıskançlık, öfke, namus, iflas, psikolojik sorun vb. gibi cinayeti haklı gibi gösterecek, cinayeti meşrulaştırmaya çalışan ifadeler kesinlikle kullanılmamalı.
Bu bahanelerin kadın cinayetlerini meşrulaştırmanın yanı sıra haksız tahrik indirimi sağlayacağı unutulmamalı.
Dans ettiler...
Cinayetleri protesto etmeyecekseniz, neyi protesto edeceksiniz?