<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Wolfowitz, Grossman ve Perle'nin demeçleriyle stratejik ortağımızın bizi ne olarak gördüğü anlaşıldı: Stratejik uydu...
Bu rolü kabullenecek miyiz?
Yoksa dik duruşumuzu sürdürüp coğrafyada kendimize yeni bir yer mi edineceğiz?
1974'e kadar Amerika'nın arka bahçesi olan Yunanistan, 1974'te Albaylar Cuntası'nın yıkılmasından sonra yüzünü Avrupa'ya döndü... O yıllara kadar bizimle aynı gelir düzeyinde olan Yunanistan bugün bizden kat kat ilerde.
Prof. Baskın Oran diyor ki:
- Eğer ABD'ye teslim olmazsak, AB bölgede en güçlü orduya sahip Türkiye ile ilişkileri sıkılaştırmak isteyecek, ortaklık görüşmelerine yeşil ışık yakacaktır...
"...Sayın Ecevit 1999 yılında "şu kadına haddini bildirin" diyerek DSPli vekilleri "çağdaşlık" ve "batıcılık" adına bana karşı tavır almak üzere kışkırtırken, batıda eğitim almış bir bilgisayar muhendisi olarak ben kıyafetim gereği gerici, bu zaman ve çağda Hâlâ "daktilosuna" vefalı, bilgisayar kullanmayı "red" eden Sayın Ecevit çağdaş kabul ediliyordu. Aynı noktadan hareketle, bir partinin erkek milletvekilleri çağdaş, kamu alanında çalışabilir iken, aynı siyasi partiye mensup bir kadın milletvekili kıyafeti gereği laikliğe tehdit olarak görülüyordu. Ayrıca, Sayın Nazlı Ilıcak kendisini "dindar" olarak görmemesine rağmen, sadece yanımda bulunduğu için laikliğe "tehdit" gerekçesiyle yasaklanmadı mı?Feministlerin almış olması gereken tavra da yazınızdaki gibi fakat farklı bir sebepden katılıyorum: Feminist olsun olmasın tüm kadınların, bir hemcinslerine karşı girişilen tavrı, Mayıs 1999da "kadınlık" adına kınamaları gerekirdi." Pazar günkü sütunumuzda Arman Salepçinin "AKPli erkekler sırf türban takmadıkları için türbanlı hanımların uğradığı muameleye uğramıyor, yoksa bugün hepsi Merve Kavakçının durumunda olurdu, feministler bu duruma sessiz kalmamalı" şeklinde özetlenebilecek
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Pazar günkü sütunumuzda Arman Salepçi’nin "AKP’li erkekler sırf türban takmadıkları için türbanlı hanımların uğradığı muameleye uğramıyor, yoksa bugün hepsi Merve Kavakçı’nın durumunda olurdu, feministler bu duruma sessiz kalmamalı" şeklinde özetlenebilecek görüşlerine yer vermiştik. Sayın Merve Kavakçı ABD’den bir not yolladı... Özetle dedi ki:
"...Sayın Ecevit 1999 yılında "şu kadına haddini bildirin" diyerek DSPli vekilleri "çağdaşlık" ve "batıcılık" adına bana karşı tavır almak üzere kışkırtırken, batıda eğitim almış bir bilgisayar muhendisi olarak ben kıyafetim gereği gerici, bu zaman ve çağda Hâlâ "daktilosuna" vefalı, bilgisayar kullanmayı "red" eden Sayın Ecevit çağdaş kabul ediliyordu. Aynı noktadan hareketle, bir partinin erkek milletvekilleri çağdaş, kamu alanında çalışabilir iken, aynı siyasi partiye mensup bir kadın milletvekili kıyafeti gereği laikliğe tehdit olarak görülüyordu. Ayrıca, Sayın Nazlı Ilıcak kendisini "dindar" olarak görmemesine rağmen, sadece yanımda bulunduğu için laikliğe "tehdit" gerekçesiyle yasaklanmadı mı?
Feministlerin almış olması gereken tavra da
Arman Salepçi dostumuz türban tartışmalarından hareket ederek diyor ki:"Türban tartışmalarını sadece hanımlarla ilgili mesele sanıyoruz...AKP'li erkeklerin kafalarının içini gözden kaçırıyoruz...Aslında olup biten şu:Siyasal İslam sempatizanları iktidardadır fakat biz 'şeklen' yok farz ediyoruz.Peki AKP'li bu milletvekilleri türbanlı eşleri ve kızlarından daha az mı radikal İslamcı? Bir an için AKP'nin Genel Başkanının, Başbakanın ve Meclis Başkanının cinsiyetlerinin erkek değil de kadın olduğunu düşünelim. Sizce hangisinin başı açık olurdu? Acaba Merve Kavakçı'dan farkları kalır mıydı?Sadece erkek olmalarının sağladığı avantajla protokole de, Meclis'e de, hükümete de girebiliyorlar. Kadınlarıyla aynı hatta daha radikal İslamcı görüşlere sahip olsalar dahi, başörtüsü takmadıkları için bizler onları radikal İslamın temsilcileri saymıyoruz... Eğer türban takmayan radikal İslamcıysan üniversiteye de protokole de girebilirsin, milletvekili, bakan, başbakan da olabilirsin. Kimsenin sesi çıkmaz ve seni "radikal İslamcı" değilmişsin farz eder. Erkek egemen bir toplum olduğumuz aşikâr. En azından feministlerin buna karşı çıkmaları gerekmez mi?" AKP şimdi de hafta tatilini cumaya çekmeye
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> AKP şimdi de hafta tatilini cumaya çekmeye çalışmakla suçlanıyor...
Arman Salepçi dostumuz türban tartışmalarından hareket ederek diyor ki:
"Türban tartışmalarını sadece hanımlarla ilgili mesele sanıyoruz...
AKP'li erkeklerin kafalarının içini gözden kaçırıyoruz...
Aslında olup biten şu:
Siyasal İslam sempatizanları iktidardadır fakat biz 'şeklen' yok farz ediyoruz.
- 1964 yılında Tuncelinin Mazgirt ilçesindeki Ziraat Bankasına teftiş için gönderildim. Yapımı 1 yıl önce bitmesine rağmen harap haldeki binanın, 1 ay önce mühendislerin oluruyla bankamız tarafından teslim alındığını öğrendiğimde şok oldum. - Peki bir şey yaptınız mı?- O dönem kaymakam, hâkim ve jandarma komutanı ziyaretime gelmişlerdi, konuşma esnasında: "Böyle bir binayı nasıl kabul ettiler biz de şaşırdık" dediklerinde, ben de acil olarak bir itiraz dilekçesi hazırladım.- İşe yaradı mı?- Ne gezer, tam tersine uyarı aldım.- Nasıl bir uyarı?- Teknik konularda bilgi sahibi olmadığım için, mevcut mevzuata göre herhangi bir şekilde yorum yapmam yasakmış...- Pes ettiniz mi?- Etmedim tabii. "Buradaki hataları görmek için mühendis olmaya gerek yok" dedim ve bu firmaya bir daha iş verilmemesi konusunda uyarıda bulundum.- Uyarınız dikkate alındı mı?- Hayır. Sonradan duydum, aynı firma Muşun Varto ilçesindeki Ziraat Bankası binasının inşaatını da yapmış.- Firma uyarılardan sonra daha dikkatli davranmıştır herhalde?Ne gezer!.. Ne yazık ki, Ziraat Bankası binası, 19 Ağustos 1966 Muş Verto depreminde ilk yıkılan binaydı. 3 personelimiz enkaz altında can verdi. Eski bürokrat ve gazeteci
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Eski bürokrat ve gazeteci ağabeyimiz Teoman Yazgan Bingöl depreminin ardından "Bürokratlar nereye koşuyor" isimli kitabında da yer verdiği anısını anlatıyor.
- 1964 yılında Tunceli’nin Mazgirt ilçesindeki Ziraat Bankası’na teftiş için gönderildim. Yapımı 1 yıl önce bitmesine rağmen harap haldeki binanın, 1 ay önce mühendislerin oluruyla bankamız tarafından teslim alındığını öğrendiğimde şok oldum.
- Peki bir şey yaptınız mı?
- O dönem kaymakam, hâkim ve jandarma komutanı ziyaretime gelmişlerdi, konuşma esnasında: "Böyle bir binayı nasıl kabul ettiler biz de şaşırdık" dediklerinde, ben de acil olarak bir itiraz dilekçesi hazırladım.
- İşe yaradı mı?
- Ne gezer, tam tersine uyarı aldım.
"Fiyatı artırıldığında hem devlete daha çok gelir sağlayan hem de halk sağlığını olumlu etkileyen bir tek ürün vardır; sigara. Yapılan bilimsel hesaplamalar sigaraya yüzde 100 zam yapılması durumunda devlete yüzde 44 daha fazla gelir sağladığını, buna karşılık tüketimin yüzde 40 azaldığını göstermiştir. Dolayısıyla hem kendini hem halkının sağlığını düşünen bir hükümetin yapacağı en hayırlı zam sigara zammıdır."Kısa bir süre öncesine kadar günde iki paket sigara içen AKP milletvekili Emin Şirin'in bu konudaki değerlendirmesi de aynı paralelde oldu."Bugün Avrupa'nın en pahalı benzini Türkiye'de satılıyor. En ucuz sigarası da maalesef yine Türkiye'de... Bu çok anlamlıdır ve üzerinde uzun uzun düşünülmelidir." Özelleştirmede sıra Tekel'e geldi... AKP iktidarı buna dünden hazır ama ortada bir sorun var... Tekel'e talip uluslararası sigara tekelleri, şu aralar sigaraya zam yapmayın yoksa teklif edeceğimiz fiyat düşer, bu işten siz zararlı çıkarsınız, diyorlar. Prof. Elif Dağlı, Sigara ve Ulusal Sağlık Komitesi'nin Türk Tabipleri Birliği'nde düzenlediği toplantıda bu tehdide itibar edilmemesini, zira Avrupa ve ABD'de 3 - 5 dolar olan sigara fiyatlarının Türkiye'de bir dolar civarında