Pazar günkü sütunumuzda Arman Salepçi’nin "AKP’li erkekler sırf türban takmadıkları için türbanlı hanımların uğradığı muameleye uğramıyor, yoksa bugün hepsi Merve Kavakçı’nın durumunda olurdu, feministler bu duruma sessiz kalmamalı" şeklinde özetlenebilecek görüşlerine yer vermiştik. Sayın Merve Kavakçı ABD’den bir not yolladı... Özetle dedi ki:
"...Sayın Ecevit 1999 yılında "şu kadına haddini bildirin" diyerek DSPli vekilleri "çağdaşlık" ve "batıcılık" adına bana karşı tavır almak üzere kışkırtırken, batıda eğitim almış bir bilgisayar muhendisi olarak ben kıyafetim gereği gerici, bu zaman ve çağda Hâlâ "daktilosuna" vefalı, bilgisayar kullanmayı "red" eden Sayın Ecevit çağdaş kabul ediliyordu. Aynı noktadan hareketle, bir partinin erkek milletvekilleri çağdaş, kamu alanında çalışabilir iken, aynı siyasi partiye mensup bir kadın milletvekili kıyafeti gereği laikliğe tehdit olarak görülüyordu. Ayrıca, Sayın Nazlı Ilıcak kendisini "dindar" olarak görmemesine rağmen, sadece yanımda bulunduğu için laikliğe "tehdit" gerekçesiyle yasaklanmadı mı?
Feministlerin almış olması gereken tavra da yazınızdaki gibi fakat farklı bir sebepden katılıyorum: Feminist olsun olmasın tüm kadınların, bir hemcinslerine karşı girişilen tavrı, Mayıs 1999’da "kadınlık" adına kınamaları gerekirdi."
60’lı yıllarda "Donumuza kadar Amerika veriyormuş", şimdi "Donumuza kadar satsak ABD’ye borcumuzu ödeyemiyoruz".
İzmirli okurumuz Serkan Bey, çok kişinin aklına takılan soruyu soruyor:
- Devlet, Bingöl’deki depremde yerle bir olan yatılı bölge okulunun yatakhanesini yapan müteahhidi fellik fellik arıyor. Adam yakalandığı an büyük ihtimal tutuklanıp içeri atılacak. Peki, o inşaata sağlamdır raporu veren mühendisler, bürokratlar? Onlar da mı kaçak? Kaçak değillerse nasıl oluyor da adları bile geçmiyor ve ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar?
Roman yazarı Orhan Pamuk, NPQ dergisinde kendisiyle yapılan röportajın sonunda şöyle diyor:
- Erdoğan başarılı olsun istiyorum; ve ordu siyasetin dışında kalsın istiyorum. Erdoğan şimdi bu doğrultuda dar da olan bir patika açıyor. Eğer bu patikadan dikkatlice geçilirse, Türkiye ister istemez daha açık, daha liberal bir toplum haline gelir..."
Orhan Pamuk çok mu iyimser? Başkaları mı çok kötümser?
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik imzasıyla okullara gönderilen bir genelgede ders programlarının "Asılsız soykırım iddialarıyla mücadele" çerçevesinde değiştirildiği bildiriliyor, bu çerçevede konferanslar ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmesi isteniyor...
"Soykırım iddiaları asılsızdır" tezimiz malum... Yıllardır bu şekliyle Türkiye’nin haklılığını ispata yetmedi. Birbiri peşinden anıtlar açılması ve dünya parlamentolarından peş peşe soykırım kararları çıkmasını önleyemedi. O yüzden tüm soykırım iddialarının tarihçiler tarafından birlikte ele alınıp bilimsel incelemeye tabi tutulmasını savunuyoruz... Arşivlerin incelenmesini öneriyoruz. Önümüzde katedilmesi gereken uzun bir yol var.
Tarihçilere havale edilmiş bir konuda okul çocuklarının yazacakları tek taraflı kompozisyonlar neye yarayacak? Bundan çocuklar ve toplum ne kazanacak?
Oral Çalışlar arkadaşımız Cumhuriyet’te diyor ki:
"...Tarihte ne olmuşsa, olmuştur. Gerçekle kavga edilemez. Milyonlarca Yahudi’yi öldüren Hitler’e Almanların o Alman diye sahip çıkmaları mı gerekiyor? 1915, Osmanlı tarihinin acı sayfalarından birisidir. Burada İttihat Terakki büyük bir insanlık suçu işlemiştir. Bu suçu ben neden üstlenip bunların hiçbiri olmadı, - sözde - diyerek tarihi gerçeklere karşı çıkayım?"
***
En vahimi.... Çocuklara tartışmayı öğretmek yerine önyargılar aşılayarak tek boyutlu beyinler oluşturma çabasıdır. Belli ki diğer konularda da aynı yöntem izlenecektir. Bu vahim.
Atalarımız " Ya İstiklal ya ölüm" derdindeydi, Nerede eğlensek muhabbetindeki torunların derdi ise: "Ya İstiklal Caddesi ya Etiler"