İngilizlerin yağmur ve soğukla başa çıkma şekli çok basit. Bu ikisi onlar için “yok hükmünde”. İki yıl oldu geleli. “Evet, anlat bakalım, İngilizlik nedir?” deseler, yanıtım net: Yağmur, çamur ve soğuğa karşı umursamazlık, artı Barbour ceket ve lastik çizme.
İlk geldiğimizde üşüyordum. “Ne haber, nasılsın, neler yapıyorsun?” diyenlere “İyiyim, üşüyorum” diyordum. İngiltere’den önce Varşova’nın kışını yaşamış biri olarak söylüyorum bunu, İngiltere’ye ilk geldiğimdeki kadar hiç üşümemiştim. Ne yapsam olmuyordu. Gündemimdeki tek madde üşümekti. Ocak ayında taşınmıştık ve o ocakta kar yağmıştı. Sonradan gördüğüm kadarıyla, benim yaşadığım yere kar ender düşüyor. Şansımıza en soğuk kışın ortasında gelmişiz.
Isıya, yağmura ve çamura uyum sağlamam çok kolay olmadı. İngilizlerin “normal”leri beni hâlâ şaşırtıyor ama şoka sokmuyor en azından. Karda, kat kat giyinip atkılara sarındığımız günlerde mesela, her taraf buz kesmişken, üzerinde tişört ve kot montla bebek arabasını iten bir anne görmek çok normal.
Bebeğin ayakları çıplak.
Ya da mesela kısa etek ve açık ayakkabılarla karın veya yağmurun altında neşeyle sohbet eden iki arkadaş normal bir görüntü. Hava ne olursa olsun, gömlek ve ceketle dolaşan tanıdıklarım var. Hiç rahatsız değiller. Bir onlara, bir de kat kat giyinip sarınmış kendime bakıyorum, utanıyorum. “Biz nerde yanlış yaptık?” diye soruyorum karıma.
Ben yağmurda yağmurlukla ve şemsiyeyle sırılsıklam ıslanıyorum, ama karşıdan gelen ceketli ve gömlekli adam benden daha kuru. Ben yağmurda, kaçar gibi koşarak yürüyorum, karşıdan gelen İngiliz her adımın hakkını veriyor, gururla dimdik (ve benden daha kuru olarak) ayakta. Biz yağmur yağınca yağmurdan kaçarız, bir İngiliz hiç istifini bozmuyor.
“Ne güzeldir İngilizlik!” esprilerini duyanlarınız vardır. Hani şu sosyal medyada meşhur, uzayıp giden, kime ait olduğu bilinmeyen, artık anonim olmuş “İngilizlik” dörtlükleri. Neyse, işte tam da o dizelere yakışacak bir İngilizlik söylemem gerekirse, Barbour ceket ve lastik çizme eşittir İngilizlik benim gözümde.
Sıradan bir İstanbullunun hayatında lastik çizme diye bir şey yok ama burada çok temel. Çamur ve yağmur yaz kış olduğundan lastik çizme en kolayı. Barbour cekete gelince. Burada sıradan, fiyatı el yakmayan, iklime en uygun giysi. Herkeste ama herkeste bir tane var. Ceket ve çizme tamamsa, bir de köpeğiniz varsa, başınıza ekose desenli kasketinizi ya da yün berenizi geçirin, sokağa çıkın. Ne güzeldir İngilizlik.
Çocuklar bambaşka bir konu. İlk günlerde Leyla’yı topaç gibi sarıp sarmalıyorduk ama o zamanla bize değil arkadaşlarına uyum sağladı. Artık tişört ve bir hırkayla 6-7 derece havalarda sokakta oynuyor. Bundan da gayet mutlu.
Çocuklar yaz kış şort giyiyor. Kış kıyafeti tişört ya da üzerine sweatshirt, hırka ya da kazak. Bazen çok çok soğuk olursa palto kalın mont falan giymiş olanlara rastlıyorum. Evimize yakın parkın yanından akan dere kışın yağmurlarda taşkın yapıp yeşi alanların ortasında gölcükler oluşturuyor. Bir süre sonra bu sular hafifçe çekildiğinde çamurlu ve ıslak (ve elbette bu gibi soğuk) bir ortam oluşuyor. Leyla adeta ‘Peppa Pig’ gibi bu ortama bayılıyor. Okuldan arkadaşlarıyla sırılsıklam bu suların içinde oynamalarını artık olağan bir şekilde izliyorum. Anne babalar çocuklarının buz gibi sularda yuvarlanmasını sakince izlerken tek başıma “Leyla Leyla” diye kıvranan biri olmak çok sıkıcı. Ben de koyverdim artık.
Soğuk ve yağmurla başa çıkmanın en iyi yolu onları yok saymakmış. Ben de öyle yapıyorum. Daha az üşüyor değilim ama en azından kafam rahat. Benim İngilizliğim bu kadar.