İngilizler futbola ilgi konusunda aynı Türkler gibi. Herkes bir noktada futbol konuşabiliyor ve herkesin iyi kötü desteklediği en az bir takım var. En az bir dememin nedeni, insanların mahalle takımlarını ve ulusal ligde de başka bir takımı eşit derecede benimseyip sevmesi. Eski komşum Steve, West Ham’liydi. Ama aynı şekilde St. Albans’ı da tutuyordu. “Bu hafta fena çuvalladık” dediğinde hangi takımdan bahsettiğini soruyordum. Futbolla sıfır ilgim olduğunu anladığında sen ne biçim Türk’sün gibisinden bakmıştı bana ama elbette İngiliz kibarlığını elden bırakmadan (ve benim de ilgilendiğimi fark ettiğinde) West Ham’in ligdeki durumunu elinden geldiği kadar izah etmiş, St. Albans’ın da içinde bulunduğu Hertfordshire takımlarından bahsetmiş, bölgenin en büyük takımı Watford’ı neden sevmediğini, bazen Premiership yerine neden Ulusal Lig güney kümede (yani üçüncü küme gibi bir şey) mücadele eden St. Albans’ın ezeli rakipleri Hemel Hempsted veya Boreham Wood’la olan maçlarını tercih ettiğini anlatmıştı. Bunları mahallemizdeki pub’da konuşuyorduk. Doğduğundan beri hiç kapandığını hatırlamadığı ve müdavimi olduğu pub pandemide kapanınca komşum çok üzülmüştü.
Yerimi ayırttım
Kapanma sırasında zaten en büyük kıyamet pub’ların kapanmasıydı. Okuduğum birçok yazı ve konuştuğum insanlar işe gitmek yasaklanınca ve evden çalışma başlayınca ya da hastalığın seyrine dair rakamlar çığırından çıkınca değil pub’lar kapanınca durumun ciddiyetini anladı. O yüzden bir ay kadar önce pub’ların açılması ve Euro 2020’nin de başlıyor olması buralarda büyük bir heyecan dalgası yaratıyor. Biraz önden bağlamı vereyim istedim ki insanların ruh hali daha iyi anlaşılabilsin.
Euro 2020’nin ilk maçının Türkiye ile İtalya arasında olduğunu öğrenir öğrenmez hemen mahalle pub’ında yerimi ayırttım. Televizyon gören bir masa olsun diye de belirttim ki maça geldiğimiz belli olsun. Maça dakikalar kala içeri girdik. Gözlerimiz elbette elde bardaklar heyecanla futbol bekleyen taraftarlarla bir maç heyecanı görmekti. Ama sanırım bu görüntüler pazar oynanacak (yani bugün) İngiltere-Hırvatistan maçında daha çok olacak. Belki Dalston, Harringay taraflarında bir yere gitsem Türkler çoğunlukta olurdu ama bizim mahalledeki pub’da müdavimler yanında bir iki İtalyan masa vardı hepsi bu. Onlar da Kanyon’da üst kattaki kalantor restoranlarda oturan bronz tenli, illa mavi gömlekli, pahalı saatli ve mümkünse purolu tipleri andıran İtalyanlardı. Her golde göz ucuyla televizyona bakıp “Bizim çocuklar gene gol attı” ifadeleriyle birbirlerini süzdükten sonra sohbetlerine devam ettiler.
Rezervasyon şart
Londra’daki pub’lar taşra pub’larından farklı. Kimi Thai mutfağında uzman, kimi vegan yemeklere odaklanmış. Çoğu sadece bira içilen yer olmaktan fazlasını hedeflediğinden, akşam restoran gibi yer ayırtarak masalara oturup, yemek düzeninde takılmanız gerekiyor. Şu anda zaten pandemi önlemleri gereği barlarda kimse bara oturamıyor. Elde içki ayakta dolaşılamıyor. Barın girişinde bekleyip size yer gösterilmesini beklemeniz lazım. Rezervasyonsuz neredeyse tuvalete bile gidemezsiniz. Yani maç izlemek için çok fazla kural var. Ama elbette tepedeki televizyonlar yerli yerinde ve bir tribün ortamı olmasa da içeri giren kafasını çevirip “Maç kaç kaç?” tadında olaya hemen dâhil olmaya çalışıyor.
Maçın ardından 0-3’ün hüsranıyla eve dönerken neredeyse her evin salonuna kurulmuş dev ekranlara, duvara yansıtılmış projektörlere dikkat ettim. Açık pencerelerden yükselen kahkahalar, yemek kokuları, maç sonrası geyikler ve akşamları rayihasını iyice salan hanımellerinin arasında şaşırtıcı derecede çocukluğumun Türkiye’sini hatırlatan kıpır kıpır bir yaz akşamı yaşanıyordu.
Uzun lafın kısası arkadaşlar, pub’lar boş ama evler doluydu. İnsanların maçları pub’da değil evde izlemeyi tercih ettiğini fark ettim. Bu da pandeminin yeni bir etkisi/sonucu olsa gerek.