İnsan ülkesinden uzak olunca geleneklerini yaşatmaya daha bir hevesli oluyor.
Bu cümleyi okuyan da dünyanın en geleneksel ailesinde büyüdüm de eski bayramları falan özledim zanneder. Alakası yok.
Belki biraz var. Ama sandığınız gibi değil.
Sıradan, normal, herkes kadar gelenekçi, herkesten biraz daha az dindar, laik bir orta sınıf ailede büyüdüm ben. Ailem gelenekçi değil modern değerlere bağlı bir aileydi. Ama iki anneannem de namaz kılardı. Dedelerim camiye giderdi. Evlerine gittiğimde seccade, duvarda asılı Kuran standart hatırladıklarım arasında. Hayatımızın normal birer parçasıydı bütün bunlar. Din, benim çocukluğumda henüz tamamen dindarlara terk edilmiş bir alan değildi. Herkesin kendince yaşamasının normal karşılandığı bir kutsal değerdi.
Bayram yemeklerini hatırlıyorum. Kalabalık yemekler. Aile üyeleri bir araya gelir ama muhakkak birileri birileriyle küstür. Birileri birilerinden hazzetmiyordur. Birileri birilerinden alınmıştır. “Niye onlarda değil de şunlarda buluşuyor”lar havada uçar. Ama onlar önce gelmiş, filancalar geç kalmış, hiç olur muymuş? Devamlı bir magazin ve gerginlik. Çocuklar olarak biz sadece böreğimize, tatlımıza, şekerimize, harçlığımıza bakardık. Gerisini pek önemsemezdik. Çok sıkılırdık.
Kurban Bayramı hariç. Babam biz ergen olana kadar her yıl kurban kesmeye devam etti. Kurban pazarına gidilir, koyun alınır, akşam arka bahçeye bağlanır. Elbette başında beklenir. Devamlı otlarla beslenir. Sonra elbette kesim vaktinde bir hüzün, üzüntü kaplar hepimizi. Herkes başlar ağlamaya. Mecbur olduğumuz bir kadere boyun eğeriz koyunumuzla birlikte. Sadece anneannem hiç etkilenmez. O her şeyi normal karşılar. Kavurmayı da zaten en güzel o yapar. Bayıla bayıla yer. Bayram yemeğinde rakı da içer.
Ne kadar mutlu bir kadın şu anneannem.
Öyle reklamda bir araya gelen, herkesin güldüğü, birbirine nazikçe ekmeği, dolmayı uzattığı aileler gibi dümdüz, sığ değil hiçbir aile. Bayramlarda bir araya gelen aileler ve bireyler birbirlerine ince, derin, hassas dengelerle bağlılar. Sadece masadakilerin görebildiği bağlar, ipler, işaretler…
Şimdilerde herkes tatile gidiyor elbette ve bayramda sofralardan çok aile büyükleriyle Facetime, Whatsapp’tan görüntülü call falan yapılıyor. Hiç de yadırgadığım şeyler değil.
Diyordum ki insan yurt dışında olunca bütün bunları hatırlamak durumunda kalıyor bayramlarda. Çünkü insan kendi memleketinde, kendi evinde durduk yere “Ben kimim?” sorusunu gerçekten sormak durumunda kalmıyor hiçbir zaman kendisine. Ne olursa olsun karşıdakine kimliğini anlatmak, tanıtmak zorunda değilsin. Bu bayağı zor bir şey, insan başına gelince anlıyor.
Yabancı bir ülkede, Hintliler Diwali’yi, Yahudiler Hanuka’yı, Çinliler kendi yeni yıllarını, Hıristiyanlar Christmas’larını kutlarken çocuğunun sınıfında, senin de kendi bayramında ben kimim sorusu eşliğinde kutlama yapmak geliyor içinden fena halde.
Bayram sabahında kızım temsili olarak elimi öptü. Bir pound harçlık (evet, cimriyim) ve Camden’daki Marmara bakkaliyesinden aldığım Ülker çikolatalı gofretle Eti Top Kek’i götürdü. Facetime’larını yaptı, büyüklerine iyi bayramlar diledi.
Şeker Bayramı olarak hafızasına kaydetti sanırım farkında olduğu bu ilk bayram sabahını.