Öyle ya da böyle, bu kavram hayatımıza girdi. Tartışılmaya başlandı. Kovid pasaportu adı verilen, aşı ve sağlık durumumuzu gösteren bir tür kimlik belgesinden söz ediliyor. Elbette büyük ihtimalle dijital bir kimlik olacak ve telefonlarda bir app altında güncellenerek saklanacak. Bu durum özgürlüklere aykırı mı, değil mi bu tartışılıyor İngiltere’de.
Başbakan Boris Johnson bu konuyla ilgili açıklamaları nisan ayında yapacağını belirtti birkaç gün önce. Yani çok kısa süre sonra yepyeni tartışmalar medyada yer almaya başlayacak.
Kovid pasaportuyla neler yapılabilir, neler yapılamaz; nerelere gidilebilir, nerelere gidilemez bunlar giderek somut hale geliyor. Müzik endüstrisi eski günlerine dönmek için bu belgeye ihtiyaç duyacak. Konsere, sinemaya, sanatsal etkinliklere, müzelere gitmek isteyenler bu pasaportlarındaki sağlık durumlarını göstermek durumunda kalacaklar.
Restoranlar, gece kulüpleri kafeler bu belge üzerinden müşteri kabul edecek. İş yerleri bu belgeleri tam olanları ofislere geri çağıracak. Uçaklara binmek, her türlü ülkeler arası seyahat bu belgelerle mümkün olacak.
Şimdiden yaz sezonu konuşuluyor. Kim, hangi ülkeye gidecek? İngilizler yazın kendi memleketlerinde yaz tatili yapamıyorlar doğal olarak. Bunun için başka ülkelere gitmeleri şart. En çok gittikleri ülkeler İspanya, Türkiye ve Yunanistan. Bu ülkelerden hangisinin Kovid durumu görece olarak diğerlerinden iyiyse muhtemelen tercih nedeni olacak. Şimdiden Yunanistan’ın Ege adalarını komple aşılattığını haberlerde görüyoruz. Bunun amacı elbette burası temiz, herkesi aşılattık, buyurun gelin demek.
Elbette kimse, özellikle de ekonomileri turizme büyük ölçüde dayalı bu ülkeler bir yazı daha gelir kaybıyla kapatmak istemiyor.
Bütün bu tablonun merkezinde Kovid pasaportu yer alacak. Tam da bu gerçeğin anlaşılmaya başladığı şu günlerde, insanların hayatına girmeye hazırlanan bu yeni belgenin özgürlüklere olan etkisi tartışılmaya başlandı.
Sınırlar zaten var ve bizim gibi ülkeler için bu sınırları aşmak, seyahat etmek her zaman zor, vize şartlarını yerine getirmeye dayalı. Turizm amaçlı geziler bir yana, Türkiye insanı dünyanın herhangi bir yerinde çalışıp iş bulmak ve hayat kurmak için diğer pek çok ülke vatandaşından zaten daha büyük zorlukları aşmak zorunda. Şimdi bir de ne kadar yürürlükte kalacağı belli olmayan, ileride neye dönüşeceğini tam kestiremediğimiz bir aşı pasaportu çıktı.
Geçenlerde Guardian’da çıkan bir yazı konuyu elbette kendi ülkesinin vatandaşları üzerinden değerlendiriyordu. Özgürlüklerimizi geri kazanmak için özgürlüklerimizden vazgeçmek yeni bir konu değil elbette. Ancak önemli soru şu: Kovid-19’la ilişkilendirilen kısıtlama uygulamaları bambaşka konularda da toplumları kontrol etmeye yönelik yeni uygulamalara yol olur mu?
‘Ortalama insan’ efsanesi
Ricky Gervais’in kara mizahını sanırım yeniden tarif etmeme gerek yok bilen biliyor. Geçenlerde “Humanity” isimli 2018 tarihli sitkom’una bakıyordum. Bir noktada Brexit referandumundan bahsediyor ve referandumların ne kadar saçma olduğunu anlatıyordu. Bu vesileyle her fırsatta basının ve siyasetçilerin “sıradan insan”, “sokaktaki vatandaş” adı altında demokratik olacağım, adil olacağım, halkın sesi olacağım diye cahilliği ve yalan/yanlış bilgiyi nasıl sıradanlaştırdığını anlatıyordu. Televizyonda bilimsel bir tartışmanın ardından moderatörün sözü konuyla alakasız ve bilgisiz kişilere vermesi ve bu kişilerin görüşlerinin “karşı taraf” ya da “karşıt görüş” diye lanse edilmesi neyse ki sadece beni rahatsız etmiyormuş. Sosyal medya sayesinde istediği herkesle senli benli dan dun konuşan bir kitle var. Dev bir kitle. Ve bu konuşma ve ifade özgürlüğü tam olarak hangi sorunu çözüyor ve ne işe yarıyor sanırım artık kimse bilmiyor.
Gervais’in kara mizahı şöyle devam ediyor: “Marketlerde satılan çamaşır sularının üzerindeki ‘Bunu içmeyin’ yazısını kaldıralım, en az iki yıl bekleyelim, sonra referandum yapalım.”
Gervais elbette bir kara mizah ve abartı ustası. Onun sert tarzına bu şaka uymuş.
Gerçek hayatta çözüm daha kolay. Cahilliğe karşı görüş demekten vazgeçsek yeterli!