Sevgili günlük, evden çalışmanın en zor kısmı, evden çalışmakmış. Meğer biz daha önce evden çalışıyoruz diye kafeden çalışıyormuşuz. Neden bunun adına evden çalışmak demişler anlamıyorum. Kafeden, sağdan soldan çalışmak olmalıymış bu konseptin adı. Evden çalışmak, yani gerçek anlamda evden çalışmak bünyeyi korona kadar yıprattı. Geçen gün video görüşmelerinden birinde Leyla odaya kitap günü için aldığımız dinozor kostümüyle daldı. Biraz boğuştuktan sonra elindeki pembe topu almayı başardım ve koridora doğru fırlattım. Peşinden koşunca arkasından kapıyı kapatıp kilitledim. Pufu da kapıya dayadım. Şimdi giremiyor ama dışarıdan yumrukluyor. Mikrofon kapalı olduğundan konuşulanları dinlemeye devam edebiliyorum. Ama bunu daha ne kadar yapabilirim bilmiyorum. Anaokuluna bir süre gitmemesine karar verdiğimizden, o da evden “çalışıyor”. Her an Frozen kostümüyle çıkagelebilir. Endişeliyim. Neyse ki video görüşmedeki herkes aynı durumda...
Twitter, balkonlarında şarkı söyleyen İtalyanlarla dolup taştı geçen hafta. Evet, İtalyanlar fena halde karantinada ve çok zor günler yaşıyorlar. Moral olsun diye bu tip dayanışma hareketleri içine girmelerini çok iyi anlıyorum. Ama biz neden bu hadiseyi İtalyanlardan daha fazla paylaşan tek ülkeyiz acaba? Anladık arkadaşlar, İtalyanlar balkonda şarkı söylüyorlar. Evet, mesaj alındı. Yeteri kadar duygusallaşıldı, İtalyanlık övüldü. Bir süre dinlendirebiliriz İtalyanları.
Balkon muhabbeti bitmedi. İspanya’dan da balkonlu videolar gelmeye başladı. Şu anda evinin terasında jimnastik yapan bir fitness hocasını izliyorum. Çünkü herkes bunu paylaşıyor. Hocaya balkonlarından eşlik ediyor insanlar. İnsanlıktan içimiz ısındı, başımız döndü. Karantina da eğlenceli olmayıverse nasıl olur acaba? Salgın hastalık eğlenceye dönmese nasıl olur acaba? Karantina karantina gibi yaşansa ve insanlar biraz oturup ciddi ciddi düşünseler mi acaba? Neden her şey eğlenceli olmak zorunda? Belki bazı şeyleri görmezden gelip, anlamından, bağlamından koparıp sıradanlaştırmak yerine, o şeyleri ciddiyetiyle yaşamak daha doğrudur. Belki de eğlenmek yerine “Biz ne yaptık, nasıl bir dünya düzeni kurduk da şu anda evin balkonunda saçma sapan jimnastik yapıyoruz?” diye düşünmek gerekiyordur. Bilmiyorum günlük, kafam çok karışık.
Geçen gün markete gittim. İnsanlar burada da üst üste, alt alta. Henüz kavga dövüş görmesem de insanların telaşla evlerine yiyecek içecek depolamasını seyrediyorum. Abinin biri bir alışveriş arabasını birayla doldurmuş geçiyor önümden kasaya doğru. İşte bu kadar net ve kararlı olmak lazım hayatta. Ne istediğini bilen insanın hali başka oluyor. “Helal olsun sana” dedim içimden. Bira da bir çeşit ekmek neticede. Tok tutar.
“The Bureau” diye bir dizi keşfettim. Evet, eski (2015). Ben yeni keşfettim. Casuslar, çift taraflı oynayanlar, vatanseverler, paragözler, siyasiler, bürokratlar... Ne ararsan var. Senaryo sağlam, gerilim dozu yerinde. Her şeyden öte Matthieu Kassovitz var başrolde. “La Haine/Nefret”i yapan adamdır. Şu hayatta en sevdiğim filmlerden biri. Amerikan dizilerinden, bu dizilerin ortak dilinden ve öngörülebilirliğinden sıkılanlar için şahane.
Akşam herkes yatınca eski plakları karıştırdım sevgili günlük. Issız Ada’ya düşsen yanına hangi albümleri alırsın? Bu soru bugün her zamankinden çok daha anlamlı sanki. Evde zaten şu ara ıssız adalarda gibiyiz. Bende plak var Allah’tan. İnternet de kesilse, telefonlar da bozulsa, elektrikler bile gitse pikap tepsisini döndürecek bir yol bulduğum anda müziğimi dinlerim. Şimdilik benden bu kadar sevgili günlük. Enseyi çok da karartmaya gerek yok. Bunu da atlatırız biz...