"It’s Coming Home / Eve dönüyor” Euro 2020’nin İngiltere’deki sloganıydı. Futbolun bir İngiliz oyunu olmasından hareketle kupanın anavatanına döneceği üzerine kurulu hayli duygusal ve İngilizleri harekete geçiren bir slogan bu.
İlk maçtan bu yana sokak röportajlarında radyo şovlarında, sadece spor programlarında değil her yerde ama her yerde “Kupa eve dönüyor mu, ne düşünüyorsun?” sorusu halka soruldu. İnsanların bu konuda hayli inançlı olduğunu ben hem medyadan hem de sokakta gördüğüm insandan anlayabiliyorum.
Bizim Milli Takım varlık gösteremedi, sıfır puan ve sıfır golle döndü ve tartışılan tek konu Euro 2020 için bestelenen şarkıların içeriğiydi. Birkaç şarkı dinledim ya kuru bir saldır/parçala edebiyatı vardı ya da içeriği tam net olmayan bir kaba milliyetçi söylem söz konusuydu. Futbolla, sporla, uluslararası bir organizasyona katılmanın coşkusuyla, güzelliğiyle ilgili değildi hiçbir şarkı. Zaten ne halk tarafından sahiplenildiler ne de tribünde bir karşılıkları oldu.
Birlik olma hissi öne çıktı
Türkiye’nin saldırgan kampanyasının tersine, İngiltere’nin kampanyası bir çeşit ramazandaki yiyecek-içecek reklamları duygusallığındaydı. İnsanları derinden harekete geçiren, birlik olma hissini öne çıkaran, farklı kesimleri bir araya getiren bir iletişim yapıldı ve bu iletişimin temeli de kupanın eve dönmesiydi. “Bizden çalınan kupayı alıp eve getiriyoruz, onları parçalayıp mahvedeceğiz, saldırın” değil. “Kupa bir yolunu bulup eve geliyor” gibi daha pasif bir söylem. Özne kupa, takım değil.
Ayrıca reklamlarda ve resmi görsel filmlerde bir tane bile erkek taraftar yoktu. Maçoluk çağrıştıracak hiçbir görüntü verilmedi. Euro 2020 reklamlarında ve tanıtım videolarında ergen bir kız gördük. Bu da bir yere not edilsin.
Ben eve dönüş kampanyasını baştan beri ilginç buldum. Daha da ilginci, İngilizlerin futbola ve kendi takımlarına yaklaşımıydı. BBC’deki yorumcu Danimarka’ya çalınan penaltıyı “fazla cömert” bulduğunu korkmadan dile getirebiliyordu. Türkiye aynı durumda olsa ve biri çıkıp “O penaltı değildi, bizimki kendini yere attı” dese neler olabilir, siz hayal edin.
Nezaket öğretilen bir ülke
Maç sonrası İngiltere’nin hocası Gareth Southgate Danimarkalı oyuncuları teselli ederkenki görüntüleriyle basında yer aldı. Herkes böyle centilmen bir hocaya sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu ifade ediyordu köşe yazılarında ve manşetlerde. Bir teknik direktörün basında başarılarından çok centilmenliğiyle yer alması, bilemiyorum ama herhalde İngilizlere özgü bir tutum olsa gerek. Yuvalardan itibaren dört yaşındaki çocuklara temel değerler arasında “kindness /nezaket” öğretilen bir ülke burası. Kendi kızımdan biliyorum.
Bütün bunlar elbette sokakta büyük bir heyecan dalgası olmasına engel değil. Sloganlar atarak dolanan, çoğu zaman metrolarda gürültü kirliliği yaratan erkek taraftar grupları da elbette giderek daha fazla görülmeye başlandı. Milli duygular hayli kabarık. Ama her şeye rağmen hâlâ insanlar evlerinin camlarına kendi ülkelerinin bayraklarını asabiliyor ve bunun için taşlanmıyorlar. Bizim mahallede mesela her milletten insan yaşıyor. Fransızlar, İtalyanlar, Ruslar, İspanyollar dışında Hollanda’dan, Belçika’dan gelip yerleşmiş insanlar var. Hepsi kendi takımlarına coşkuyla destek oldu. Şu anda İtalyan bayraklı evleri yürüyüşlerimde görebiliyorum.
İngilizler bizden çok farklı ama bazı konularda sanırım bütün milletlerin kafası aynı çalışıyor. Pazar günü İngiltere saatiyle 20.00’de oynanacak final maçından sonra kupa gelirse sabaha kadar coşulacağı kesin. Şimdiden “Pazartesi günü tatil ilan edilsin”ciler sosyal medyada hayli yoğun faaliyetteler. Kızımın okulundan gelen mail’de bu maçın ülke için önemi anlatılıyor ve pazartesi sabahı her zamanki gibi okulun 09.00’da açık olacağı ancak velilerin çocuklarını bu sabaha özel olarak isterlerse 10.00’da bırakabileceği belirtiliyor. Sabaha kadar coşacak bir anne baba için küçük ama okul için büyük bir adım. Kendilerince bir kolaylık göstermeye çalışmışlar.
Geçen mayısta ikinci kez seçilen Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan, tatil isteyenlere, “Kupayı alalım, tatiliniz benden” diye açıklama yaptı Twitter hesabından. Ayrıca aşı randevusu alanlara çekilişle final bileti hediye ediyor belediye. Futbolun içine girmediği herhangi bir alan yok. Aşı dâhil.
Delta Varyantı Festivali
Öte yandan, herhangi bir pub’da finali izlemek isteyenlerin şansı an itibarıyla sıfıra yakın. Pek çok pub haftalar öncesinden rezerve edilmişti. Buralarda yer bulmak imkânsız. Bazı pub’lar aynı Glastonbury bileti satar gibi maç sabah saat 10.00’da online rezervasyon sayfalarını aktif hale getirecek. İlk giren ve klavyesi/mouse’u kuvvetli (!) olanlar yerleri kapacak. Siz bu yazıyı okurken sabah 10.00’da biz de bilgisayar başında masa kovalayacağız.
Pub ya da ev seçeneğini kabul etmeyip dışarıda izlemek isteyenler için şehrin muhtelif meydanlarına dev ekranlar kuruluyor. Bunların en kalabalık olanları Trafalgar Square ve Leicester Square’deki ekranlar. Buralara masalar atılıyor ve bira servis ediliyor. Tabii ki bu ortamlar bir anlamda “Delta Variant’ı festivali” tadında olacak. İngiltere’de günlük pozitif test sayısı 35 binlerde şu anda. Hastaneye yatma ve ölüm oranları çok düşük olsa da rakamların ciddiye alınması gerektiğini düşünenler büyük bir eleştiri kampanyası yürütüyorlar. Ama final toz dumanı içinde kimsenin onların sesini duyacağını sanmam.
Uzun lafın kısası, İngiltere finale hazır. Kupa eve dönüyor mu yoksa Roma’ya mı gidiyor, pazartesi tatil mi, göreceğiz. İyi oynayan kazansın.