Dakika bir gol bir, sandviçi martı kaptı. Martı çeteleri işin uzmanı olmuş. Sahile yeni gelenleri gözlüyorlar. Üçü beşi yerden yaklaşırken dikkat dağıtıyor, diğeri tepeden pike yapıp sandviçi tak diye çekip alıyor. Organize işler.
Örtümüzü serdik, oturduk rüzgârın savurduğu kumlara ve aç martılara karşı verdiğimiz onurlu mücadelemiz bir süre sonra meyvelerini vermeye başladı. Ayakkabıları, su şişelerini ve çantaları dört bir yanına koyunca örtü sakinleşti. Martılar da bizim akıllandığımıza kanaat getirince yeni gelenlere doğru süzüldüler. Sert rüzgârda havada kanat çırpmadan hareketsiz durup keskin gözler ve fıldır fıldır dönen kafalarıyla ortamın haydudu olmuşlar. Kedi, köpek olmadığından, martılar kontrolü ele geçirmiş.
Burası Rye sahilindeki Camber Sands. Adeta bir kum diyarı. Londra’ya yakın sahiller arasında en kumluk, aileyle çoluk çocuk gelinebilecek en doğru yer olarak geçiyor. İnternete inanırsanız tabii. Ben pişman olmadım. Kumda çocukla hayat çok rahat. Sadece çok çocuk var ve dakika başı bir tanesi kayboluyor. Ara sıra etrafınıza bakıp tanımadığınız çocuk varsa anne babasını aramanız lazım. Çocuklar kaybolduklarını, anne babalar da çocuklarını kaybettiklerini fark etmiyorlar pek.
Eski Türk filmlerinde “Arap çölleri” sahnelerinin benzersiz mekânı Kilyos sahilimizi düşünün. Sahilin genişliğini on ile çarpın, okyanus kıyısının gelgit etkisini de ekleyin, Camber Sands öyle bir yer. Coğrafi açıdan İngiltere’nin güneyinde, Fransa’ya bakan sahilde, kilometrelerce uzanan kumluk bir sahil. Genişlik kimi yerde bir mil kadar olabiliyor gelgitin durumuna bağlı olarak. Yürü yürü bitmeyen, denize ulaşana kadar en az iki üç havuz geçtiğiniz, denize ulaşınca dakikalarca yürüseniz dahi suyun bilek hizasını aşmadığı bir deniz.
İstanbul’un sayfiye mekânı Marmara kıyılarının Türk Riviera’sı hallerini çocukluğumdan beri biliyorum. Şimdi İngiltere’ninkini de öğrenmiş oldum. İngiliz Riviera’sı filmlerdeki gibi kum tepeleri önünde ışıl ışıl oynaşan, dalgalı denize bakan sarı beyaz çizgili şezlong ve şemsiyeden daha fazlası. Hasır sepet içinde soğutulmuş beyaz şarap, sandviçler, meyvelerle bezeli bir piknik estetiğinden ziyade Sainsbury ve Aldi torbalarına doldurulmuş cipsler, hazır sandviçler ve biradan ibaret.
Kültürel açıdan bir adet 80’lerin Kumburgaz, Selimpaşa’sı burası. Binasız, betonsuz versiyonu. Kocaman bir nehir ağzı, ortama bilim kurgusal bir atmosfer veren dev rüzgâr değirmenleri ve bu bilim kurgu atmosferini yarıp geçen kalabalık ailelerin otoparktan sahile doğru yayılan tatil devinimi. Ağlayan çocuklar, rüzgârın savurduğu şemsiyeler, toplar, naylon torbalar, şezlonglar, memnuniyetle kuma gömülmüş teyzeler, kumdan kalelerini gururla izleyen çocuklar, bitmeyen bir sosisli kızarmış patates kuyruğu.
Özellikle ağustos ayında Londra’ya arabayla bir iki saat uzaklıktaki bu tip sahiller orta direk İngiliz aileleri ağırlıyor. Bu yıl Kovid seyahat kısıtlamaları yüzünden her yer olduğundan daha da kalabalık. Türkiye başta, ucuz tatil rotalarının kırmızı listede olmasından dolayı her yıl yurt dışına tatile gidenler tatile gidemedi. Sonuç olarak, İngiltere’de bir iç turizm patlaması yaşandı. Normal zamanlarda sinek avlayan otellerde yer bulunmuyor, fiyatlar astronomik düzeyde.
Sosis-bira kuyruğunda sohbet ettiğim bir vatandaş (polis memuruymuş) bu yıl Alanya’ya gidemediğinden şikâyet ediyordu. Cornwall’da bir karavan parkta yer ayırtmak istemiş ve tarifeyi öğrenince yıkılmış. “Oraya bir günlüğüne vereceğim parayla ben Alanya’da bir hafta üç çocukla yiyip içip tatil yapıyorum” dedi. Bir de tüyo verdi yakında Türkiye sarı listeye geçecekmiş. Fakirin ekmeği İngiltere’de de umut işte sayın okurlar.
Bizim kazakla dolaşacağımız 16-17 derece bulutlu ve rüzgârlı havada yarı çıplak güneşlenen İngilizler, kuma saplanmış, yarısı içilmiş bira bardağı, rüzgârın savurduğu kumlara karşı özenle havluya sarılmış portatif radyodan yükselen Oasis, sosisli ve kızarmış patates artıklarına çete gibi çöken martıların çığlıkları ve sabit fon sesi olarak dondurmasını kuma düşürmüş çocuk ağlaması...
“Ben deniz kabuğu toplamaya gidiyorum” diyen ve bağımsızlığını ilan eden kızım denize doğru fazla uzaklaşınca yanına gitme ihtiyacı hissettim. O önde, ben arkada kalabalığı geride bıraktık. Sahile ulaştık. Ayaklarım suda serinlerken bir yandan “Baba bu denizde balina var mı? Baba, köpekbalığı da mı var?” sorularına anlamlı yanıtlar vermeye çalıştım. Tatilde olmak güzel şey, insanlar çalışmamalı diye düşündüm. Hâlâ da böyle düşünüyorum.