Londra deyince akla hep yağmur, sis, gri bulutlar geldi. İngiltere’nin gerçeği zaten güneşi geçirmeyen bulutlarla kaplı kurşun gibi bir gökyüzü değil mi?
20. yüzyılın en iyi müzikleri bu gökyüzünün altında, dinmeyen yağmura bakarken yazılmadı mı?
Pink Floyd’lardan Radiohead’lere şarkı sözlerine de giren meşhur İngiliz karamsarlığı varlığını bu atmosfere borçlu değil mi?
Coğrafya kader denir ya. Evet, işte bu coğrafyadan İngiltere’nin kaderine bu müzik kültürü düşmüş. Ancak bu günlerde bu coğrafyadan da iklimden de eser yok. Ülkenin özellikle de güney kısımları alışılmışın ötesinde bir sıcak dalgasının etkisinde.
Meteorolojiye göre 35-40 derece civarındaki sıcaklıklar gelgitlerle yaz boyu devam edecek. Avrupa’nın pek çok yerinde, mesela İspanya’da, mesela cennet vatanda, inanılmaz sıcaklar yangınlara neden olmaya devam ediyor. İşler pek iyi değil.
Normalde iki haftadan biraz uzun olan Britanya yazı artık çocukluk anılarımızda kalan dört mevsimli İstanbul’un yazına benzemeye başladı. İki üç aya uzamaya başladı.
İstanbul standartlarına göre mevsim normali sayılacak havalar Londra’da olağanüstü hal ilan edilmesine neden oluyor. Televizyonlar dışarı çıkılmamasını öneriyor. Su içilmesi tavsiye ediliyor. Gelecek cuma yaz tatiline girecek okulların erken tatil edilmesi konuşuluyor.
Okuldan gelen mesajda çocukların nasıl giyinmesi gerektiği belirtiliyordu. Krem sürülecek, susuz kalınmayacak, gölgeden yürünecek. Komik geldi ama mantıklı. Londra’da hâlâ gölgesinden yürünebilecek kadar ağaç var.
Londra sıcağa hiç alışık olmayan, sıcağa bir türlü uyum sağlayamayan bir şehir. Azıcık hava ısınınca, daha doğrusu, yağmur birkaç gün yağmadığında ortalık kokmaya başlıyor. Şehir merkezi bütün şaşaasına rağmen Mecidiyeköy’e benzemeye başlıyor. Asfalttan yükselen sıcak, egzoz dumanı ve evet, ter kokusu.
İşin enteresanı, Londra’da neredeyse hiçbir evde klima yok. Çünkü gerek yok. İnsanlar birbirlerine forumlarda “Camları ve perdeleri kapatıp öyle oturun, sıcak içeri girmesin” gibi tavsiyeler veriyor. “Camları açın, karşılıklı cereyan yapar” cümlesini İngilizce nasıl etkili olarak ifade edebilirim diye düşünürken, birisi klima fikrini ortaya attı. Burada duvarı zart diye delip klima taktırmıyorlar. Yasak. Zaten Londra’nın dörtte üçü Viktorya dönemi yapılardan oluşuyor. Çoğuna çivi dahi çakamazsın. Garip, borusu camdan dışarı sarkıtılan klimalardan alanları tanıyorum ama tabii ne kadar etkili olabilir ki böyle bir şey cam açıkken…
Toplasan yılda iki gün için eve klima almaya değmez modunda herkes, ama belli mi olur, her yıl yaz biraz daha uzuyor. Kızım çevre konularında çok hassas. Her gün okulda öğrendiği yeni bir bilgiyle (daha doğrusu, felaket haberiyle) eve geliyor. “Su seviyesi yükselecek, dünyadaki yaşam çeşitliliği yok oluyor baba, arabayı sat baba, her yere yürüyerek gidelim baba, suyu boşuna akıtma baba, ışıkları kapat baba…”
İklim değişikliğinin nedeni fiilen benim. Bizim araba elektrikli diyorum biraz rahatlıyor ama o zaman da beni alıyor bir düşünce. Elektrikli araba çözüm mü? Geçenlerde haberlerde 1877 beygirlik elektrikli araba yapımına başlandığı müjdeleniyordu. Arkadaş biz elektrikli arabaya, dünyayı ve çevreyi kurtarsın diye geçiliyor sanıyorduk, meğer otomobil sektörünü kurtarmak için geçiliyormuş. Yeni yeni oyuncaklar peşinde millet.
1877 beygirlik elektrikli araba nedir? Zenginlerin bu mantığıyla hangi çevre nasıl kurtarılacak? Enerji elektrik olunca har vurup harman savurmak serbest mi?
Sıcaktan bunalmış halde yazıyorum bu yazıyı değerli okurlar. Yazının tansiyonu o yüzden çok yükseldi. Zaten sokaklarda kornalar, birbirine el kol hareketi yapanlar çoğaldı şu bir iki günde. Coğrafya cidden kader. Bu sıcak havalarda o meşhur İngiliz soğukkanlılığı bakalım ne kadar devam edecek? Gelişmeleri bildireceğim.