Royal Court Theater “The Living Newspaper/Canlı Gazete” konseptinde altı bölümlük bir seriyi hayat geçiriyor şu günlerde. Londra ve çevresi Tier 3 denen kısıtlama uygulamasına girdi. Yani karantina yok ama mekânlar kapalı. Bir tür düşük yoğunluklu karantina diyelim.
Daha 20 gün önce,
2 Aralık’ta karantinadan çıkıldı diye bir yazı yazmıştım. Bugün rakamlar yeniden olumsuz yönde geliştiğinden yeniden kapanma geldi.
İngiltere’de aç-kapa şeklinde geçen marttan bu yana hastalık kontrol edilmeye çalışılıyor ama başarılı olunamadığı ortada. Tam da aşılamaların başlamasıyla hastalığın tırmanması aynı döneme denk geldi ve herkes artık yüksek sesle üçüncü dalgadan söz ediyor. Muhtemelen bahar aylarını da sert tedbirlerle geçireceğiz İngiltere’de.
Durum böyleyken, özellikle eğlence ve kültür sanat emekçilerinin durumu giderek kötüleşiyor. Hem İngiltere’de, hem Türkiye’de, özetle, bütün dünyada.
Royal Court Theatre’ın online izlenebilen altı bölümlük serisi bu dönemde anlamlı geldi. Hem de yeni dünyada tiyatro, müzik gibi sahne içeren etkinliklerin geleceği hakkında fikir verdi.
Şu son dönemde kasım sonu izlediğim online Dua Lipa konserinin ardından online tiyatro performanslarını izlemek de yeni normalin bir parçası olarak hayatıma girdi.
“The Living Newspaper/Canlı Gazete” konsepti, ABD’de 30’lardaki büyük kriz döneminde çıkan ve o dönem yaygınlaşan bir format. Gündem ve gündemdeki konular üzerine yazılan kısa oyunlar. Halka bir anlamda olan bitenle ilgili bilgi vermek, gündem olaylar üzerinden yorumlamak gibi.
Salgınla birlikte sanat biçim değiştirirken eski formatlar da bir anlamda kendilerine yeniden yaşam alanı buluyor. Bugün insanlar haberleri nereden alıyor? İnternetteki bir yerlerden. Belli alanlarda uzmanlaşan web siteleri, haber kanallarının online mecralardaki uzantıları, sosyal medya. Tarihte olmadığı kadar büyük bir bilgi kirliliği içinde bilgi bombardımanı altında her şeyi bildiğimizi düşünerek aslında hiçbir şeyi bilmiyoruz. Derinlemesine bilgi tarih oldu gitti. Canlı gazete formatı zamanında gelişmeleri halka basitleştirilmiş, bir süzgeçten geçmiş haliyle vermek amacıyla çıkmıştı ve bunu yaptığından başarılıydı. Bugün bu format, bahsettiğim çerçevede basit değil artık hayli sofistike sayılabilir.
Yazarlar her salı gündemle ilgili kısa oyunları yazmaya başlıyor, ardından oyuncular perşembe itibarıyla metinler üzerinde çalışıp ellerinde bir kâğıtla birlikte canlandırıyorlar.
Gayet politik bir bakış açısına sahip bu oyunlar gündemi adalet, eşitsizlikler, ırkçılık, göçmenler, hayat şartları ve benzeri temalar üzerinden tercüme ediyor.
Açıkçası, izlerken bana artık yok olup giden bir formatı hatırlattı. Politik skeçler. 80’ler ve 90’larda Türkiye’nin özel televizyonlarında hayli yaygın olan politik skeçler bir dönem en fazla seyredilen şeydi. Pek çok tiyatro grubu kanallarla anlaşıp prime time’da siyasi skeçler oynardı ve halk buna inanılmaz ilgi gösterirdi.
Levent Kırca’nın “Olacak O Kadar”ı 90’ların ortasında o kadar popülerdi ki başladığında neredeyse sokakta insan kalmazdı. Her kanal da bunun karşısına aynı saatte benzer ekipler çıkarırdı. Bu şekilde çalışan pek çok tiyatro grubu vardı.
Günümüzün sosyal medya mizah anlayışıyla o dönemin mizahı çok farklıydı. Yani çıplak bir karşılaştırma yapınca bu skeçlerdeki mizah bugün gülünç kaçabilir. Ancak çok güçlü bir eleştirel damardı bu. Bugün mizah var, sosyal medyada siyasi eleştiri de yapılıyor ama etkisi sıfır.
Bugün eleştirinin her alanı yok olup gitti ve artık sosyal medyada hepimiz iki satırlık post’lara ya da kısa videolara gülüyoruz. Mizah belki
daha artiküle ama kontekst zayıf kalıyor.
Londra’nın önemli tiyatrolarından Royal Court Theater’ın salgın dönemi “canlı gazete”si bana bunları düşündürdü.
Bugün bizi herhangi bir konuda derinlemesine düşünmeye ve değerlendirmeye yarayan her sanatı her formatı çok değerli buluyorum. Hap mesajlar, hap algılar dünyasında hayatımıza azıcık derinlik ve perspektif getiren her şeye dört elle sarılmalıyız.