173 yıl önce demiryolu bakım ünitesi olarak inşa edildi. Bugün şehrin en ünlü konser salonlarından biri. Son 60 yılda Pink Floyd’dan, David Bowie’ye, The Doors’dan, The Rolling Stones’a, Led Zeppelin’e burada konser vermemiş grup yok gibi
Londra’nın kuzeyindeki en ilginç konser salonlarından biri Roundhouse. 1700 kişi kapasiteli bir kültür merkezi teknik olarak, ama fazlası var. Bina kendine has karaktere sahip değerli bir konser salonu. AKM’nin yıkılmasının, Asmalımescit’teki Babylon’un kapanmasının, Emek’in AVM yapılmasının ve benzeri pek çok eski ve karakterli salonu çeşitli nedenlerden kaybetmemizin ardından bu tip mekanlara girmek bana önce büyük bir keyif ardından da elimde olmadan üzüntü veriyor. İnce bir sızı diyelim; keyif kaçırmayan ama orada öylece duran bir sinsi sızı. Kalbimiz kırık çünkü.
1847’de inşa edilmiş Roundhouse aslında İngiliz demiyolları işletmesinin bu bölgedeki lokomotif tamir ve bakım ünitesinin bir parçası. Chalk Farm olarak bilinen bu bölge bugün de aynı adlı metro istasyonu yanında büyükçe bir tren istasyonuna sahip. O dönemden kalma Roundhouse, adı gibi daire biçiminde inşa edilmiş çünkü lokomotiflerin dönüş platformu olarak tasarlanmış. Buharlı lokomotifler geri gidemediklerinden, dev bir pikapa benzeyen bu tepsi şeklindeki döner platformun üzerine geliyor ve bu şekilde gidecekleri yöndeki raylara bağlanıyorlardı. Bir süre sonra bina demiryollarının makine bakım ünitesi olmuş. 20’nci yüzyılın başlarından itibaren de depo olarak kullanılmış. İkinci Dünya Savaşı sırasında 1940’ta boşaltılmış ve sonra uzun yıllar kullanılmamış. 1954 yılında ilk kez değeri anlaşılmış ve koruma altına alınan binalar arasına sokulmuş. 1964’te kültür ve performans merkezi olduktan sonra 2006’da bir yenileme daha geçirip bugünkü halini almış Roundhouse. 173 yıllık bir geçmişi var. Son 60 yılda Pink Floyd’dan, David Bowie’ye, The Doors’dan, The Rolling Stones’a, Led Zeppelin’e buradan geçmemiş grup yok gibi. Lokomotiflerin döndüğü hareketli platformun yerinde bugün seyirciler duruyor. Geçen perşembe çok sevdiğim bir İngiliz sanatçıyı, kendine has bir rock / urban folk sound’una sahip olduğunu düşündüğüm Richard Hawley’i izledim bu salonda. Tavanları, duvarları, sahne arkasını daha bir dikkatli inceledim. Sahnedeki müzik kadar salonu hissetmeye de geldiğimi fark ettim. Açık hava festivallerini seviyorum ama karakterli, tarihi olan bir salonda konser izlemenin keyfi başka.
Richard Hawley İngiliz şarkıcı söz yazarı geleneğinin yaşayan önemli sanatçılarından biri.’80’lerden bu yana aktif ve yolu bir dönem Pulp üyesi olmak da dahil pek çok müzisyenlere kesişmiş bizde Türkiye’de adı çok bilinmeyen biri olduğunu itiraf ediyorum.
Arctic Monkeys, Manic Street Preachers, Elbow gibi isimleri etkilemiş, onlarla çalışmış bir ilham kaynağı. Arctic Monkeys’in güncel imajında Hawley’den etkiler çoktur. Hem görsel hem işitsel olarak. (Bir de TV meraklıları için not düşeyim. Hawley, İngilizlerin en sevdiğim polisiye TV dramalarından “Prime Suspect” de dahil pek çok dizide yer almış bir aktör. 1991’de yayına giren ve 2006’ya kadar devam eden bu şahane polisiyeyi ve başrolündeki Helen Mirren’ı izlemeniz lazım.)
Hawley’nin seyircisi çok sadık. Şarkılar ezbere söylendi, bildiklerime ben de katılmaya çalıştım. Özellikle “Tonight The Streets Are Ours”a... Bir gözlemim şuydu; telefon çılgınlığı yaşanmadı konserde. Belki seyircinin ergenlerden oluşmamasından, belki Hawley’nin seyirciyi büyülemesinden kimse telefonla konseri kaydetmeye çalışmadı. Benim dışımda. Ben de utanıp telefonumu cebime koydum. Hawley geçen mayısta “Further” isimli bir yeni albüm yayınladı. Fırsatınız olursa tavsiye ederim.
Yeni şarkı ve albümler arasında
l Leonard Cohen ölümünün ardından yayınlanacak ilk albümle anılacak. Tarih 22 Kasım. Albümün adı “Thanks for the Dance”. Beck, Damien Rice, Feist gibi tanıdık isimlerin performansları var. Beck gitarıyla diğerleri vokalleriyle katılmışlar. Bu bir tribute albüm değil. Cohen’in yaşarken kaydettiği son albüm “You Want It Darker”ın stüdyo çalışmalarından yayınlanmamış kayıtlar kullanılıyor.
l Cigarettes After Sex’in “Cry” adlı yeni albümü cuma yayınlandı. “Heavenly” ve “Falling in Love” single olarak yayınlanmıştı. Albüm daha nice şahane aşk şarkısıyla dolu. Kırık kalplere iyi gelir. Ya da durumu daha da beter yapar.
l Armin Van Buuren, “Balance” adlı 28 şarkılık duble albümünü yayınladı. Bu albümden yayınlanan son single Ne-Yo’lu “Unlove You” olmuştu. Çoğu daha önce single olarak yayınlansa da neticede albüm formatında piyasaya verilmesi ilginç. Single’lardan oluşan bir albüm tam olarak albüm sayılabilir mi, bu da ayrı bir tartışma konusu.
l Eskiz’in yeni şarkısının adı “Mümkün Değil”. Türkçe sözlü klasik rock ne güzel geldi kulağa.
l “Arabesk revival” hareketi rap ve indie alemlerinde tam gaz devam ediyor. Haftanın yerli en ilginç çıkışı Mabel Matiz’den gelen “Gözlerine” adlı şarkı. Mabel Matiz kendine bir arabesk alemi yaratmış. Entelekütel fantezi/arabesk diye yeni bir türden bahsedebilir miyiz acaba? Taladro’nun yeni şarkısı da arabesk rap’teki son örneklerden biri.