Sasha Sloan, Charlie XCX, Camila Cabello, Tinashe, John Legend gibi isimlere şarkı vermiş bir besteci. Yayınladığı solo albüme bakılırsa aynı zamanda dikkat çekici bir şarkıcı olma yolunda.
Günümüzde iyi pop bestesi bulmak zor iş. Lokantalardaki fabrikasyon mezeler gibi pop piyasasındaki besteler de hep aynı tatta. İcracı kim olursa olsun benzetmeyi mazur görünüz- her dükkanda aynı şeyi yiyormuş gibi oluyor insan.
Bu durumda birazcık standart dışı besteler yapan biriyseniz hemen değeriniz artıyor. Boston’da doğup büyüyen Sasha Sloan pop müzik endüstrisindeki genç bestecilerden. 12 yaşından itibaren evlerinin garajında şarkılar kaydeden ve Soundcloud sayfasına koyarak paylaşan biri. Aslında standart bir gelişim. Bunu bugün imkanı olan neredeyse her genç yapıyor ama bir süre sonra ilgilerini kaybediyorlar. O, ailesinin müziğe ilgisinden dolayı devam edebilmiş. Çokça Amy Winehouse dinlediği kayıtlarda var. Berklee College of Music’te piyano (ve Music Business) eğitiminin ardından kendine müzikte bir gelecek aradığı Los Angeles’a taşınıyor. Genç bir cazcı olarak varolmaya çalışırken -ve pop müziği snobe ederken- kendini pop besteleri yaparken buluyor. Nefretin sevgiye dönüşmesine
Pazar günü “Müzikli, kültür sanatlı yeni yıl dilekleri” yazmıştım. Kitapta KDV’nin inmesi, hatta sıfırlanması, konser, tiyatro biletleri üzerindeki ağır vergi ve harçların hafifletilmesi, devletin bu alanlara ciddi anlamda destek vererek makul bilet fiyatlarının bulunduğu ortamı yaratması diye sıralamıştım. Aynı gün sinema âleminde kıyamet koptu. Salon sahibi Mars’ın, promosyonlarla sattığı biletlerden elde edilen gelirlerini yapımcılarla paylaşmamasının uzun zamandır büyük bir sorun olduğu meydana çıktı. Karşılıklı restleşmeler, Twitter’dan ağır mesajlar havada uçuştu.
Bu durum bana müzik dünyasında yıllardır yaşanan ama sanırım bu kadar dikkat çekmeyen fiyatlandırma ve gelir tartışmalarını hatırlattı. Albümler neden bu kadar pahalı, konser biletleri neden bu kadar pahalı? Bu sorular hep sorulur durur ama yanıtları ya duyulmaz ya da tek bir yanıt olmadığından gargaraya gelir.
Halbuki sinema tartışmasıyla gündeme gelen de aslında aynı meselenin farklı bir yüzü. Geleceği hiç düşünmüyoruz günü kurtarıyoruz. Yapımcılar, saloncularla bir dönem gayet iyi anlaştı, karşılıklı günü kurtardılar. Şimdi gelirlerin dağılımında kavga çıktı. Çünkü uzun vadeli düşünmüyoruz.
Bakın mesela promosyon
2018’de dikkat çeken 20 albümü incelediğimiz serinin ardından buyrun bu da 2018 playlist’i. Yıl biterken fonda çalsın, yeni keşiflere vesile olsun.
“All For You” - FEMME: 2016 tarihli “Debutante” adlı albümünü not ettiğimiz FEMME’in, bu yıl içinde yayınladığı “2.0” adlı EP’den nefis bir party starter.
“Gonna Love Me” - Teyana Taylor: The Delfonics sample’ıyla giren ardından şahane bir vokalle kalpleri fetheden bir şarkı. Yepyeni gözde soul vokalimize merhaba diyelim.
“Nobody” - Mitski: Yılın en iyi şarkısı listesini sıralı yapmadım. Ama illa sıraya zorlansam ilk üç içinde olurdu “Nobody”. Yer aldığı albümün ötesinde etkileyici, duygusal açıdan çok güçlü bir şarkı.
“Love You So Bad” - Ezra Furman: 2018’de ‘80’ler usulü rock’n roll’un nereden geleceği hiç belli olmadı. Bakın Furman’ın hayli renkli albümünden güldür güldür geliyor mesela.
“Don’t Wanna” - Washed Out: Güneşin altına yat, suya yakın bir yer olsun. Elinin altında bir kokteyl ve etrafında ilgini çeken birileri. Biliyorum klişe ama güzel bir klişe. Her zaman çalışır.
“AlIen”- Beach House:
Bir yaşa kadar yılbaşı. Sonra olay yıl sonu oluyor. Doğum günleri gibi bir süre sonra yeni yaşın kutlamasından ziyade geçen yıla ağıt şeklinde geçiyor bu günler.
Artık varolmayan eski Kadıköy mekanlarından Trip’in yıl sonu partileri meşhurdu. İnsanların bilgisayarlarla kafe ve barları işgal etmediği zamanlardı. Bu tip yerlere içmeye ya da yalnızlıktan kurtulmaya ya da her ikisi için gidilirdi. Tercih yapmak çok kolaydı. Sayfalarca menü yoktu. Garsondan içeceğiniz şeyi isterdiniz. Marka söylemezdiniz yani.
Tam da yılın son yazısını yazarken eski sırt çantalarımın birinin içinden çıktı Trip’in yıl sonu partisi davetiyesi. Davetiye dediğim bir el ilanı. Kartpostal boyutundaki bu duyuru uzunca bir süre çalışma masamın üzerinde durmuştu. Sonra da işte çantaya atmışım demek ki. Üzerinde kocaman yıl sonu partisi yazıyor. Kimlerin çalacağının bir listesi de var. Trip yıllarca, yılın bu zamanı geldiğinde yıl başını değil yıl sonunu kutladı. Ona yakışan da buydu. Yılbaşı sevincini değil yıl sonu hüznünü yaşamak. O partide eğlence de bildiğiniz anlamda olmaz. Çünkü bu bir kutlama da değil bir tür “Yılın sonu bu vesileyle müzik çalalım belki bi’şeyler olur” toplaşmasıydı.
Yılın muhasebesi
Haluk Levent geçenlerde Twitter’da isyan ediyordu. İnsanlara, hayvanlara, yardıma ihtiyacı olanlara yardım ediyor diye ha bire fırça yiyormuş. Aynen şöyle yazmış:
“Bolu’da vurulan baba-oğulun bir papağan kadar kıymeti yok mu Haluk? Cezaevlerinde 700 bebek var, dansçılar yerine onlara ses ver! Çin Uygur Türklerinin kaçan dana kadar kıymeti yok mu! Yemen’e gözün kapalı!
SADE BİR MÜZİSYENİM. BİR DERNEK KURUP KOŞTURUYORUZ. İNSAF LÜTFEN.”
Sanki bunları yapmak çok kolaymış ve üstelik de Haluk Levent’in işiymiş gibi ha bire vuruyorlar Haluk Levent’e. Bir de şu model var: “Ama o bir papağan!” Evet, papağan. Papağana kötülük yapınca o kötülük olmuyor mu? Ama burada artık asıl mesele başka bir şey. Tepkilerin altında yatan çaresizliği de görmek lazım. Kendi evimizde ya da dünyada herhangi bir yerde fark etmez, adalet yerini bulsun istiyoruz. Bir papağanın adaleti bulması için seferber olup papağana sahip çıkıyoruz. Papağan -ölerek dahi olsa- adaleti bulunca bu defa da öfkeleniyoruz. Neden biz değil de papağan? Sevgili Haluk Levent, şartlar böyleyken maalesef daha çok fırça yersiniz. Cümleten kolay gelsin.
***
Mazhar Alanson’a çakmak geçen hafta çok modaydı. Hangi Twitter hesabına baksam
Yılın öne çıkan albümlerini gözden geçirip sıraladığım 20 albümlük kişisel “yılın müzikal özeti” listesinde final bölümü.
“The Pool” - Jazzanova: Alman DJ ekibi Jazzanova uzunçalar albümleriyle değil, daha çok stüdyo session’ları, remix’ler, EP albümlerle tanınıyor. ‘90’lardan bu yana aktif olan ve dünyanın dört bir köşesinden müziklere radarı açık ekip son yıllarda pek çok iş çıkardı ama uzun zamandır ilk kez bir uzunçalar formatında bu yıl karşımıza geldi. İçinde Jamie Cullum, David Lemaitre’in de bulunduğu bir kısmıyla önceden de işler yaptıkları 12 isimle çalışılmış. Her parçada ayrı bir solist, ayrı bir tarz ve etki. Oldukça pop ama caz, house, downbeat etkileriyle hayli stil sahibi ve şık bir albüm.
“Wanderer” - Cat Power: Yılın en dikkat çekici indie folk albümlerinden biri Cat Power’dan geldi. Indie alemin en büyük idollerinden Chan Marshall’ın bu müzik endüstrisinde hayli uzun bir ara sayılabilecek altı yıl gibi bir sürenin ardından yaptığı yeni müzikler. Anne olduktan sonra hayatında yeni bir döneme giren ve bu dönemin kazandırdığı yeni bakış açısı, sorumluluklar, korkular, endişeler ve elbette tatminleri anlatan birinin hikayeleri bunlar. 46 yaşında alkolizm ve madde
“Biz bu yıl neler dinlemiştik, neleri beğenmiştik” şöyle bir göz atmanın ve yıl sonuna kadar bu köşede hatırlamanın zamanı geldi. Kişisel ve sırasız bir liste yaptım. Gerçekten severek dinlediğim albümleri yazmaya çalıştım.
“Pronounced McGee”- Mk.Gee: Los Angeles’da çalışmalarını sürdüren genç ve tanınmamış prodüktör Michael Gordon’ın bu yıl yayınladığı uzunçalar albüm. Gordon gitaristlikten gelen sonradan kendini ev yapımı lofi müziklere adamış “yalnız” takılan bir müzisyen. Müziğinde gitar arpejlerini bol efektli kullanıp bir “dream” atmosferi yaratmayı başarıyor. Ancak bana kalırsa asıl hüneri ne gitar tonları, ne de kullandığı synthe’ler. Asıl dikkat çeken, mesela “You” gibi şarkılarda kullanmayı tercih ettiği, ancak meraklı kulakların kapabileceği “swing” hissi. Swing, cazda ritim anlayışının hafifçe kişiye özel olarak ve bir estetik bütünlük içinde sallanması demektir. Melodiniz, ritimin köşelerine tam oturmaz, hafifçe gecikir ya da erken gelir. Bu icracı için büyük bir ustalık gerektirir. Tamamen insani bir dokunuştur. Gordon’ın müziği tatlı tatlı sallanıyor. “Swing” ediyor. Kes yapıştır mantığını da çok yerinde kullanan bir albüm. İyi ve çeşitli müzik dinlemiş genç bir
2018’de müzik alanında neler oldu? En detaylı raporu her yıl olduğu gibi IFPI (Uluslararası Fonografi Endüstrisi Federasyonu) yayımladı. Bakın dünyada müzik dinleme alışkanlıkları nereye gelmiş, nereye gidiyor.
Haftada ortalama 17.8 saat, günde 2.5 saat müzik dinliyoruz. Yani aslında stream yükseliyor, stream patladı haberleri sadece belli bir kitleyi kapsıyor. İnsanlar en fazla arabadayken müzik dinliyor (% 66) ve elbette arabada stream yapmıyorlar. Genel olarak hangi kanallara denk gelirlerse ve o kanallarda ne çalıyorsa onu dinliyorlar. Elbette tercihleri doğrultusunda telefonunu arabasının ses sistemine bağlayan ya da arabasındaki stream platformu uygulamasına login olarak burada hazırladığı listeleri ya da beğendiği albümleri stream eden ve tercihlerini, bedelini cep telefonundan data harcayarak ödemeyi göze alacak kadar önemseyen bir kitle vardır. Ancak çoğunluk müzik için data harcamaktansa karasal yayın yapan radyolarda bulduğuyla yetiniyor. Müziği radyodan dinliyorum diyenlerin oranı % 86. (Böylece tasarruf ettikleri datalarıyla sosyal medyada önlerine düşen komik videoları daha fazla izleyebiliyorlar).
Bu durum bize şu gerçekleri söylüyor: Dünyanın hiçbir yerinde trafikten