Willie Williams: “İnsanlar sevdikleri grupların değişmesini istemez. Ama kendini tekrar etmelerinden de hoşlanmaz. Uzun kariyere sahip gruplarla çalışırken öyle bir şey tasarlamalıyım ki ne ‘Bu adamlar çok değişti’ diye düşünülmeli ne de “Hep aynı şeyi yapıyorlar” diye...”
6 Eylül’de Atatürk Olimpiyat Stadı’nda gerçekleşecek U2 konserinin en heyecan verici yanlarından biri görkemli sahnesi. Dünyada ilk kez bu turneyle gerçekleştirilen 360 derece açılı sahneyi tasarlayan adam Willie Williams 28 yıldır U2 ile çalışıyor
Arnavutköy’deki Eylül Bar’da bir süredir alternatif pazartesi geceleri yapılıyor. Normalde Beyoğlu ya da Kadıköy’de boy gösteren Kim Ki O, Proudpilot, Oak, D2GG gibi gruplar burada çalıyor, Deform Plak’çılar DJ’lik yapıyor
İstanbul’da “indie” dedin mi ortam ya Beyoğlu’dur ya Kadıköy. Etiler’de, Boğaz’da “indie” olmaz. Diye bilirdik. Meğer yanılmışız. İndie alemlerinde çalan DJ ve grupları bir süredir Arnavutköy’ü kendilerine yeni mekan olarak benimsemişler.
Hazır önümüz de yaz. Çok iyi etmişler bence. Beyoğlu’nun kapalı, karanlık, bira ve sigara kokan mekanlarından kurtulmak indie aleminin zihnini açar.
Los Angeles’ta da, Barcelona’da da, Miami’de de, Sydney’de de çok sağlam bir indie alemi var neticede. Orada güneş var diye insanların yaptığı müzik daha kötü olmuyor. İlla Londra gibi kasvetli olması gerekmiyor ortamların.
Arnavutköy’de indie alemin merkezi Eylül Bar olma yolunda. Pazartesileri muhtelif konserler veriliyor, DJ’ler çalıyor burada. Adı Alternatif Pazartesi. Meraklısı Beyoğlu’nun tanınmış plak dükkanı Deform’u bilir. Sadece plak dükkanı olmadıklarını muhtelif “indie” faaliyetlerde bulunduklarını da bilir. Ortaklardan Oğuz Erdin her pazartesi burada güzel
“Wakiyaku Monogatari / Cast Me If You Can” filminin seti.
İş için bir aylığına gitmişti, beş buçuk yıldır Tokyo’da. Geçen yıl bir Japon filmine yapımcı oldu. Bir başka film projesi bu yılki İstanbul Film Festivali’ne seçildi. Bankacı Engin Yenidünya ile tanışın
Lady Gaga, hakkında çıkan “Erkek mi kadın mı?” geyiklerine son noktayı koydu. Nasıl mı? Fotoğrafa dikkatli bakın
Lady Gaga aslında erkekmiş.” Vallahi böyle bir geyik çıkmıştı zamanında. Lady Gaga erkek falan değil, tabii ki kadın. Q dergisinin son sayısına böyle açıklamış, “Ben kadınım” demiş. Hatta bu iddialara yanıt olsun diye takma penisli bir poz vermeyi de ihmal etmemiş. Bakın şimdi pantolon kısmına dikkatlice, gördünüz mü “Gaga”yı? Günün sonunda Lady Gaga “Vücudumu bütün dünyaya gösterdim, beni hâlâ erkek sanıyorlar” diye serzenişte bulunuyor Q dergisine. Ve kendi tarzında tepkisini gösteriyor...
Gaga’nın pantolonunun içindeki fazlalık bana Erol Büyükburç hakkında anlatılan bir şehir efsanesini hatırlattı. Efsane bu ya Büyükburç daha çarpıcı ve seksi bir görüntü elde etmek için sahneye çıkarken pantolonunun içine bir patlıcan yerleştirirmiş. Tabii bunu gören yok. Dedim ya efsane...
Bu röportajı okuyunca başka bir şey daha ilgimi çekti. Lady Gaga’yı insanlar yanlış anlıyor. Herkes onun renkli, acayip kıyafetler içindeki halini görüyor ya sahnede... Kliplerde falan hep dikkat çekici ve bir tür canlı tasarım kadın gibi. Sanıyorlar ki Lady Gaga bir sahne karakteri ve
Son zamanlarda yayımlanan ve bu yüzden de art arda dinlediğim iki albüm var. İster istemez kıyaslıyor insan
Biri Hayko Cepkin’in yeni albümü “Sandık”. Diğeri Gripin’in yeni albümü
“MS 05 03 2010”. İkisi de arabesk geleneğini yaşatıyor.
Ancak meşrepleri farklı.
Hayko’nun müziği metal ve gotik tarzlara yakın. Daha karanlık. Ölüm temasına odaklanıyor. Giydiği gömlek bile kefenden esinlenerek tasarlanmış. Kelle koltukta sahneye çıkıyor.
Gripin öyle değil. Gripin eğitimli-meğitimli, düzgün ama fena halde üzgün şehirli çocuklar modunda. Boğaz’da yağmurlarda kadehleri doldurmaktan, koca çınarların gölgesinde yorgun olmaktan ve (elbette) “sensizliklerden”, “yalnızlıklardan”, “dertli akşamlardan” bahseden 10 adet şarkıları var albümde.
Neden bugünlerde? Çünkü bir kısmı yeni çıktı. Bir kısmı da son dönemde kadrajımızda olan, dikkatimizi çeken albümler. Neden dinlemek lazım? Onu yanıtı da aşağıda
“Music for a While” Revolver
Revolver genç bir Fransız ekip. Bir süre önce “Get Around Town” isimli şarkılarını duymuş ve kendilerini “dikkatimi çekenler” defterime eklemiştim. Albümlerinin Türkiye’de yayınlanması büyük sürpriz oldu. Tarz “minimal pop”. Bazen Beatles, bazen de Kings of Convenience dinliyormuş gibi hissediyorsunuz.
Bu ilk albümleri. Çok yeni, çok az tanınmış bir grup Revolver. Keşiflerden hoşlananlar, gerisi size kalmış. Ben tüyoyu verdim.
“Emek Sineması’nı onarmayalım. Yıkıp alışveriş merkezi yapalım. Üst katına da Emek’in kopyasını tekrardan inşa edelim.” Plan bu
Beyoğlu’nun ve İstanbul’un en önemli, en büyük sinema salonu şu anda kapalı. Ama kimse arkasından feryat etmiyor. Çünkü teknik olarak “tadilatta.” Ama daha tek çivi çakılmadı. Bekleniyor. Ne bekleniyor derseniz, ben de bilmiyorum. Çünkü bütün kompleksi işletmek için ruhsat sahibi olan Multi Türkmall isimli şirketi ne zaman bir gazeteci arasa “Bize bir mail atın bu konuda, biz bakalım” yanıtını alıyor. Bunun anlamını her gazeteci bilir. “Yanıt veriyoruz, yanıt yok”tur bu...
Emek Sineması’nı Emekli Sandığı’ndan devralan ve sinemayı olduğu gibi tarihi dokusu içinde restore edeceğini açıklayan Mars Sinemaları’ndan da haber yok. Zira şu anda Emek’te yapılan hiçbir şey yok.
Büyük bir ihtimalle şehir hayatımızın kolektif belleğinin bir parçası olmuş, ilgiye ve her bakımdan onarıma ve yenilenmeye muhtaç bu İstanbul’un bu “sinema sarayı”, içinde bulunduğu Cercle d’Orient kompleksi ile birlikte yıkılacak ve alışveriş merkezi olacak. Sinema için düşünülen çözüm ise yıkılan Emek’i bu alışveriş merkezinin en üst katında yeniden inşa etmek (!).
Beyoğlu
Bir hafta memleketin rutin eğlence hayatına takılmaktansa aynı bütçeye Berlin’e gidelim dedik. Olmaz demeyin oluyor. Berlin’de fiyatlar bizim memleketin yarısı... İşte Hafif Müzik’e göre Berlin
Haydi hafta sonu dışarı çıkar gibi atlayıp Berlin’e gidelim” der biri mesela. Fantezi kategorisinden. Herkes “Olur” der. Sonra klasik tepki: “Aman masraf olmasın şimdi buradan kalk Berlin’e git, kim uğraşacak...” Bu noktada insanoğlu vazgeçer. Biz vazgeçmedik.
Öyle yapacağız ki burada ne kadar harcıyorsak aynı paraya gelecek. Ha Beyoğlu, ha Berlin... Çekirdek ekip dört kişi. İki kişi de sonradan ekleniyor, etti altı. Nasıl olduysa oldu, 1,5 ay sonra kendimizi Berlin Schönefeld havaalanında bulduk. Notlarım şöyle...
-Schönefeld Sabiha Gökçen’in dörtte biri kadar bir yer. Issızlığın ortasında. Her taraf buz çölü. Ya da bana öyle geldi.
-Berlin çok soğuk. Eksi 8’ler, 10’lar. Her yer buzdu. Ama evden çıkmayın çağrısı yapılmıyordu. Belediye insanları korkutmuyor, televizyonlar afet yerlerinden canlı yayın yapmıyordu. Acaba neden?
-Kredi kartı geçmiyor: Berlin’de kart neredeyse hiçbir yerde geçmiyor. Cebinizde para olsun.