İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası çözmesi gereken binlerce sorundan biri, 20 yıl süren Mussolini döneminde inşa edilen binlerce faşist heykelin ve mimari yapının akıbetine karar vermekti. Ne yapacaklardı? Hepsini tek tek parçalayıp yıkacaklar mıydı?
Savaş sonrası İtalya’yı yönetmek için kurulan Müttefik Kontrol Komisyonu, faşizmin sembollerinden kurtulmak istiyordu ama savaş sırasında faşizme karşı en büyük direnişi gösteren Komünist Parti’yi de kontrol altında tutmak lazımdı (daha sonra NATO’nun komünizmle mücadele için kurduğu gizli örgüt Gladio’nun da aynı ülkeden çıkması ve Türkiye dahil diğer ülkelere model olması tesadüf değil).
Şöyle bir tavsiye kararı aldılar. Mussolini büstleri imha edilsin. Onun dışındakiler sanatsal değerlerine göre müzelere gönderilsin, veya üzerleri kaplanarak bir yerlere kaldırılsın. “Faşizme karşı olalım, ama o kadar da olmayalım” gibisinden bir karar.
Heykellerin büyük kısmı kurtuldu. Daha sonra çıkan yasalar faşist siyasetin önünü tamamen tıkamaya odaklansa da sembollere dair alan hep flu kaldı. Bugüne kadar kimsenin dikkatini çekmiyordu bu konu ama Batı’da aşırı sağcı, ırkçı ve faşist eğilimli siyasal hareketlerin güçlenmesi gözleri yeniden
Geçen hafta, drum’n bass üstadı, bu türün yaratıcıları arasında yer alan Photek’in “Modus Operandi” adlı ilk albümünü dinlememin iki nedeni vardı. Bir, ben her zaman drum’n bass dinlerim ve bunu yaparken klasik albümleri hiç ihmal etmem. İki “Modus Operandi” geçenlerde 20 yaşına bastı. Tam olarak 9 Eylül 1997’de yayınlanmış bu öncü albüm. Ve bugün hâlâ bu türde bunun kadar iyi malzeme çok az.
X kuşağına mensup
Kesin olan şu, bu albüm artık klasik mertebesinde ve müzik zevki ne olursa olsun bir müziksever için dinlenmesi gerekenler listesindedir. Los Angeles’ta yaşayan İngiliz prodüktör ve DJ Rupert Parkes, 1971 doğumlu. Kendisi geçen yüzyılın belki de en “iki arada bir derede kalmış” kuşağına, yani X kuşağına mensup. Televizyonla plakla kasetle büyüyen, bilgisayarla 20’lerinde, web’le, müzikteki dijital dönüşümle 30’larında tanışan, sosyal medyanın şekillendirdiği dünyayı 40’larında gören bir nesil. Bütün bu dönüşümün, hızın, yertsiz yurtsuzluğun, iki arada bir derede kalmışlığın, analog ve dijital çağın etkilerini görebileceğiniz bir albüm “Modus Operandi”. Hem caz bulabilirsiniz içinde, hem funk, hem de en iyisinden davul ve bas. Müziği notalardan ziyade temel olarak bir zaman ve
Son dönem yapay zeka aşağı yapay zeka yukarı. Hayatımız nasıl değişecek ve yapay zeka bizi nasıl “mahvedebilir” onu okuyoruz. Mahvedebilir diyorum çünkü yapay zekayla ilgili olumludan çok olumsuz makaleye rastlanıyor. Hayatımızı kolaylaştıracak, dünyayı daha güzel bir yer yapacak diyenlerin sayısı, sonumuzu getirecek diyen ve türlü felaket senaryosu üretenlerden az .
Bana sorarsanız sonumuzu getirmek için bizim yapay zekaya ihtiyacımız yok. Kendi kendimize de gayet iyiyiz bu konuda.
Yapay zeka kullanımına dair pek çok makale havada uçuşuyor. Benim merak ettiğimse müzik odaklı işlerde yapay zekanın dünyayı, en azından müzik dünyamızı nasıl değiştirebileceği. Şu bir gerçek. Yapay zeka, yeni şarkıların yapılmasında kilit rol oynayacak. Yani hit şarkı yapmak, farklı dinleyici kitlelerine hitap edecek şarkılar üretmek, yapay zekanın kullanıldığı bir alan olacak. Hatta oluyor. Şu ara dünyanın neresinde en fazla ne dinleniyor, ne tutar, ne tutmaz, hangi melodiler, tarzlar moda olur, nasıl ritimler daha fazla satar gibi konular tamamen yapay zekaya emanet olmak üzere. Stream platformları üzerindeki milyonlarca şarkıyı milyarlarca dinlenmeyi analiz edip bu bilgileri analiz etmek ve derin
Andorra’da içiliyor. Avustur-ya’da içiliyor. Belçika’da içiliyor. Bosna Hersek’te içiliyor. Bulgaristan’da içiliyor. Hırvatistan’da içiliyor. Çek Cumhuriyeti’nde içiliyor. Danimarka’da içiliyor. Estonya’da içiliyor. Finlandiya’da içiliyor. Fransa’da içiliyor. Almanya’da içiliyor. Cebelitarık’ta içiliyor. Yunanistan’da içiliyor. Macaristan’da içiliyor. İzlanda’da içiliyor. İtalya’da içiliyor. İrlanda’da içiliyor. Liechtenstein’da içiliyor. Litvanya’da içiliyor. Lüksemburg’da içiliyor. Makedonya’da içiliyor. Malta’da içiliyor. Monako’da içiliyor. Karadağ’da içiliyor. Hollanda’da içiliyor. Norveç’te içiliyor. Polonya’da içiliyor. Portekiz’de içiliyor. Romanya’da içiliyor. San Marino’da içiliyor. Sırbistan’da içiliyor. Slovakya’da içiliyor. Slovenya’da içiliyor. İspanya’da içiliyor. İsviçre’de içiliyor. İsveç’te içiliyor. İngiltere’de, İskoçya’da, İrlanda’da,
Galler’de içiliyor.
ABD’de içiliyor. Kanada’da içiliyor. Avustralya’da içiliyor. Yeni Zelanda’da içiliyor.
Arnavutluk’ta içilmiyor. Ukrayna’da içilmiyor. Rusya’da içilmiyor. Afrika’da içilmiyor. ABD’nin komşusu Meksika’da içilmiyor. İran’da içilmiyor. Afganistan’da Hindistan’da, Moğolistan’da, Nepal’de içilmiyor. Çin’de içilmiyor.
Vega’nın Türkiye’nin rock müziğinde kendine has bir yeri var. Klasik bir rock grubu değil, klasik bir pop grubu ya da indie / alternatif ekibi de değil. Elektronik ve rock etkisinde oldukları da doğru ama bunlar da değil doğru sıfatlar.
Vega, Deniz Özbey’in etkileyici vokali ve sözleriyle şekillenen, Tuğrul Akyüz’ün müzikal vizyonuyla ve el işçiliğiyle son halini alan bir müzik ekolü. Ve memlekette türünün tek örneği olabilir. Tabii bu satırları okuyup değerlendirmek için 1999’a ışınlanıp “Tamam Sustum”u dinlemeniz lazım önce. Ben dün gibi hatırlıyorum. Ortalık Türk tipi rock gruplarından geçilmezken Vega’nın klibi geldiğinde “Vaay kim bunlar?” dedirtmişlerdi. Bu genç ve asi albümün ardından gelen iki albümde ruhtan ve esastan bir şey kaybetmedi Vega. Aksine sözlerle kendilerini zaman içinde daha iyi ifade ettiler. Şimdi yeni albümü dinledikçe eski albümleri de dinlemiş gibi olmamızın nedeni belki de budur.
Albümün en demli yeri
Kitabın son sayfasını okumak gibi olsa da sondan başlayayım. “Ve Tekrar”da üstüste kaydedilmiş vokaller şarkıya ihtiyacı olan törensel havayı vermiş. Bu şarkıyı etkileyici bir rock balad’ından fazlası haline getirmiş. Benim en sevdiklerimden biri oldu.
Yakın zamana kadar “stream”, dilimizde olmayan bir kelimeydi. Müzik sektöründekiler dışında sıradan insanlar tarafından pek kullanılmazdı. Çünkü insanlar stream etmiyorlardı. Lisanımıza da mecburen girdi stream. Bir karşılık bulamadık. O yüzden İngilizcesini kullanıyoruz. “Stream” diyoruz. “Stream etmek”...
İngilizcedeki bazı sözcükler Türkçeye başarılı bir şekilde uyarlanırken bazılarında aşı tutmuyor nedense. Computer yerine bilgisayar diyoruz mesela o tamam. Download yerine indirmek diyoruz o da oldu. Ama stream’e uygun bir Türkçe ifade yok. “Müzik akıtmak” mı? Hadi canım…
İşin aslı, bilimsel ve teknolojik gelişmeye hakim olan dile de hakim oluyor. Bizim gibi ülkelere de uyarlamak düşüyor. Bu mevzuyu daha sonra tartışılmak üzere burada bırakayım asıl mevzuya geleyim.
Uluslararası Fonogram Endüstrisi Federasyonu (IFPI) eylül raporunu yayımladı. Londra merkezli kurumun IPSOS kanalıyla yaptırdığı araştırma dünyanın en büyük 13 müzik pazarından elde edilen verilerden besleniyor. ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Almanya, Fransa, Kanada, Japonya, İsveç, İspanya, İtalya, Güney Kore, Brezilya ve Meksika’da anketin sorularını cevaplayan tüketicilerin verdiği cevaplara göre Eylül 2017
Bir süredir parlak beyinlerin Batı’ya göçünden bahsediliyor. Batı şehirlerinde mal mülk alarak, yatırım yaparak vatandaşlık peşinde koşanlar, ülkemde gönlümce konuşup istediğim gibi yaşayamıyorum diyenler, eğitimden umudu kesip küçük çocuklarını Batı’daki hem bedava, hem de kaliteli eğitim veren okullara yazdırmak isteyenler. Eğitimlerine Batı’daki üniversitelerde devam etmek isteyen gençler. Global şirketlerde çalışıp yurt dışındaki pozisyonları, rolleri hararetle kovalayanlar. İşlerinde iyi olup Türkiye’de nepotizm yüzünden iş bulamayanlar. Ankara Anlaşması çerçevesinde İngiltere’ye göçenler. Expat olarak çalışarak dünyanın herhangi bir yerinde olmanın, buradan daha iyi olduğuna inananlar. Çoktan AB’ye girmiş ve medeni eğitim kurumlarına ve medeni yaşam şartlarına, sosyal devlet imkânlarına kavuşmuş Balkan ülkelerine geri dönmeye uğraşan, vatandaşlık peşinde koşan göçmen çocukları. Herkes ama herkes kendini bir şekilde garantiye alma peşinde. Eğer böyle bir şey mümkünse.
Parlak beyinler kaçıyor diye sunulan durum, sanki diğerleri yani parlak olmayan (!) beyinler hayatından çok memnun gibi algılanıyorsa eğer, bu doğru değil. Görüşleri ve fikirleri iktidarda olduğu varsayılan
Tarihte bilinen en eski beste 1883’te Aydın yakınlarında bulunan 2200 yıllık bir mezartaşına kazınmış Seikilos’un şarkısı. Peki bundan haberimiz var mı?
Belli bir armoniye uygun olarak yapılmış Batılı anlamda bilinen en eski beste milattan önce 200’e tarihleniyor. Adı “Seikilos’un Şarkısı”. Aydın yakınlarında Efes’e çok da uzak olmayan bir noktada, Tralleis antik kentinde William Mitchell Ramsay tarafından 1883 yılında bulundu. Silindirik bir mezar taşının üzerine kazınmış notalar ve sözlerden söz ediyoruz.
Kopenhag’da sergileniyor
Seikilos’un şarkısı, daha doğrusu bu şarkının üzerine kazındığı mermer stelin talibi çoktu. Bir rivayete göre stel, bulunduktan kısa süre sonra kayboldu. 1922’de İzmir’de Türk Yunan savaşı sırasında ortaya çıktı. Bir diğer rivayete göre Aydın demiryolu kazıları sırasında bulunmuştu ve bulunduktan sonra 10 yıla yakın bir süre demiryolu inşaatını yapan İngiliz firmanın müdürü Edward Purser’ın elindeydi.
Ramsay onu burada buldu. Bulunduğu sırada bir bölümü kırıktı ve şarkının bir dizesi kaybolmuştu. Gizemli stel, muhtelif kaynaklara göre gene ortadan kayboldu ve yıllar sonra Purser’ın damadı Young adında bir İngiliz’de, Buca’da ortaya çıktı.
Stel, Türk-Yunan