Dijital platformlar, YouTube, radyo, konser salonlarının programları, festivaller, müzik mağazaları, mekanlar, müzik yazarları...Hayır, hiçbiri değil
Bir ajans için yapılmış araştırmanın sonuçlarından ilgimi çeken bilgileri paylaşmak istiyorum. Son bir buçuk yılda Türkiye’de dijitalden müzik dinleme oranı yüzde 30 artmış. Yani telefon üzerinden data kullanımına bağlı alışkanlıklar tam gaz devam. İlginç bir bilgi: 15 Temmuz darbe girişiminin ardından müzik stream rakamlarının bir anda yüzde 50 artması. “Politik ve sosyal buhranlarda daha fazla müzik dinliyoruz” diyor araştırma. İşler sarpa sardığında müziğin sesi yükseliyor galiba. (Eminim başka açıklamaları da vardır stream’deki artışın.)
Türkiye’de 2016 yılında en fazla stream edilen şarkılar Türkçe rap şarkıları. Pop şarkıları değil. Her gün magazin basınında gördüğümüz “ünlü”lerin müzikleri de değil. Onlar belki radyolarda en fazla çalınan ya da müzik kanallarında ne fazla gösterilen isimler olabilirler. Ama kişinin gidip sevdiği şarkıyı bizzat tıklayarak dinlediği stream platformlarında bu isimler gerilerde. Türkçe şarkıların stream edilme ortalamasından 14 kat fazla stream edilen rap şarkıları var.
İlginç bir bilgi armoniyle
Sabah daha gözümü açmamışım. Telefon blink blink etmeye başladı. Zifiri karanlık. Göz kapaklarımı çalıştıran kaslar henüz uyusa da ben o 05.21’de Whatsapp’ıma düşmüş önemli mesajı okuyacağım.
“Günaydın.” Mesaj bu. Ardından seri günaydınlar.
Sabahları güne böyle başlıyorum. İçinden çıkamadığım bir kâbusta gibiyim. Bildirimleri kapatsam bu defa da önemli bir şeyi kaçırabilirim, muhabbetten geri kalırım hissi. Grubu sessize almak çare değil. Ne zaman Whatsapp’a girsem orada duruyor. Okunmayan mesajlarla dolu. Halı altına süpürdükçe büyüyen dertler gibi şiştikçe şişiyor grup. Aylar önce biri beni ekledi. Ayıp olur diye çıkamıyorum da. Çünkü çaktırmadan sıvışmaya çalışınca gruptaki diğer 34 kişinin ekranında “Mehmet Tez ayrıldı” uyarısı çıkacak. Çaktırmadan sıvışamayacağım dünyanın en sıkıcı doğum günü partisinde sandalyeye bağlanmış gibiyim.
Bir diğer grubumuzda ha bire köşe yazısı paylaşılıyor. Bu grubu, az önce bahsettiğim gruptan ayrılamayanlar olarak kurduk. Nasıl ayrılamadığımızı konuşuyor, birbirimizi anlıyor, ayrılmanın yollarını arıyor birbirimizi cesaretlendiriyorduk. Ama bu grup da 22 kişi oldu. İşler çığırından çıktı. Her sabah okuyunca sinirimi zıplatan bir sürü yazıyı,
Kalben, duygusal bir ruh olmasına rağmen, etrafımızda olup biteni, bize çok net ve gerçekçi bir şekilde anlatabilme, duygularını klişelere düşmeden aktarabilme yeteneğine sahip.
Şarkılarında en çok işlenen konu aşk. Daha doğrusu ilişkiler. İki aşık insan arasında her zaman da maceralı ve çekici olmayan, hatta düpedüz sıradan olabilen, birbirine benzeyen, ama parmak izi gibi de farklı ilişkiler. İniş çıkışları, kendine göre sağa sola sapışları, savrulmaları, dur-kalkları olan ilişkiler. Bazen de sizi komik durumda bırakan ilişkiler. Kara mizah haller.
Dinleyici ikna olmak ister
Pop müziğin aşktan daha fazla anlattığı bir şey var mı? Yok. Koca bir müzik endüstrisi aşk, ilişkiler ve kırık kalpler üzerinde yükseliyor. Burada işin sırrı sıradanlığa, ifadede hikayede tekrara düşmemek. Kalben ikinci albümünde bunu başarıyor. Yani aynı mevzudan bahsedip yeni laflar edebilmeyi gayet güzel beceriyor.
Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı hesabı, her yetenekli müzisyenin de bu meseleyle başa çıkma şekli farklıdır. Kimi müziğini değiştirir, geliştirir, ilerletir. Kimi sözlerde vites değiştirir. Kimi bakış açısını farklılaştırır. Kalben’in tekniklerinden biri doğrudan olmak. Buna dolaysızlık diyelim.
Bruce Dickinson’ın çok yönlü biri olduğu, sadece Iron Maiden’ın solisti olmadığı, sanırım takipçileri tarafından çoktandır biliniyor. Biz bilmeyenlere güncelleme yapalım. Bruce Dickinson dünyanın en büyük rock gruplarından Iron Maiden’ın solisti. Büyük ne demek? Burada şu anlamda kullanıyorum; en fazla hayranı olan, en sadık kitleye sahip, en büyük turneleri gerçekleştiren, dünyanın her yerinde stat dolduran ve bunu tıpkı Metallica gibi yıllardır yapabilen çok ender gruplardan.
Çığır açacak fikirler
Dickinson uçaklara ve havacılığa çocukluğundan beri ilgi duyuyor. Önce pilot oldu ve ticari uçuşlarda kaptanlık yaptı. Bir yandan da Iron Maiden’la devam ediyordu. Ardından Iron Maiden’ın kendi uçağıyla turneye çıkması fikrini gerçekleştirdi.
Bunu lüksten değil, anlattığına göre daha hesaplı olduğu için yapmış. Ed Force One bir Boeing 747 ve Dickinson’ın anlattığına göre normalde gitmesi konser vermesi çok pahalı olan ülkelere, şehirlere bu uçak sayesinde gidebildiler. Malzemelerin nakliye masrafı böylece karşılanabilir oldu.
Bu hakikaten değişik bir bakış açısı. Neticede uçak lüks değil mi? Ama işte kendi havayolunuzu kuruyorsanız değil. Hikayesi şöyle:
Dickinson uçak satın almadan yapmış
Ben ilkokul-dayken, 70’li yıllarda, müzik derslerinde mandolin ve blok flüt enstrümanları arasında bir tanesi seçilirdi (klasik devlet ilkokuluna gittim). Ben mandolinciydim. Çünkü gitar çalmak istiyordum ve telli çalgılara ilgim vardı. Flütçüleri biraz aşağılardık biz mandolinciler. Çünkü görkemsiz, tekdüze sesli, tek sesli blok flüt bize her şeyiyle basit görünürdü. Ama işte o yıllarda aslında amaç tam da buydu. “Basit” sihirli kelime.
Kolay taşınan, Anadolu’daki kavalın bir nevi standardize edilmiş hali olan flüt, pratik bir enstrümandı. Blok flütün harika bir çalgı olmadığı biliniyordu ama notaları öğrenmek ve genel olarak müziğe ilk adımı atmak için ucuz, kolay taşınan, herkesin satın alabileceği ucuz bir enstrümandı. Okula “Herkes alamaz” diye muz götürülmeyen zamanlardı. Muz lüksse, temel çalgının blok flüt olmasını anlamak zor olmamalı.
Alternatifi olan mandolinin Türk eğitimine girmesi 1950’lere dayanıyor. Akif Saydam ve Saip Egüz tarafından hazırlanan ve sonraları da referans kabul edilmiş metot temel eğitim kaynağıydı. “Mandolin ne alaka” diyenler olacaktır. Eğitimde tercih edilmesinin nedeni onun da telli çalgılar arasında en pratiklerden biri olmasıdır. Bir defa
AKM, inşasına başlandığı günden itibaren ona gerçek işlevi dışında sembolik başka anlamlar yüklemeyi tercih eden bizler tarafından elbirliğiyle yıkılıyor.
Zaten yıkık döküktü, iskeleti kalmıştı. 10 yıldır kullanılmıyordu. Yıkmaları iyi oluyor.” Bu genel kabul doğru değil. AKM yıkılmak istendiği için bilinçli bir şekilde ölüme terk edildi. Sonunda bakımsızlıktan, ilgisizlikten yıkılacak hale geldi. Onarılamaz durumda değildi. Zamanında makul bir fiyata gerekli bakımları yapılıp yenilenebilirdi. Bu istenmedi.
“Bakımı çok pahalıydı, yıkıp yenisini yapmak daha ucuza geliyor.” Bu bilgi de somut bir hesaba dayanmıyor. Yeni yapılacak projenin de mimarı olacak Murat Tabanlıoğlu onarım için 20 milyon dolarlık bir maliyetten söz etmişti. AKM’nin yerine yeni bina yapmak elbette ki bakımından daha büyük bir maliyet getirecektir.
Kendimizi değerli ve önemli hissederdik
“Eski bina yerine yepyeni modern bina yapıyorlar daha iyi değil mi?” Bu konuda kişisel düşünecemi paylaşmama izin verin. Değil. AKM, yıkıp yenisi yapılacak bir apartman değil, muhafaza edilecek bir mimari eserdi. Bir kültürel anıttı. İçinde anılar barındırmış, toplumsal bellekte yeri olan, İstanbulluların duygusal açıdan bağlı
İstanbul iki hafta boyunca Akbank Caz Festivali sayesinde renklenecek. İlgi çekici pek çok konser arasından kişisel tavsiyelerimi sıraladım...
- Bonobo Live, 11 Kasım / VW Arena: “Migration” yılın en iyi elektronik müzik albümlerinden biri. Caz, elektronik, downbeat alanlarında gezinen bu usta ismin performansı “epik” olur. Salonda yerinizi almaya bakın.
- Shabaka & The Ancestors, 9 Kasım / Babylon: Londra caz sahnesinin genç kuşağını temsil eden bir saksofoncu Shabaka Hutchings. Dünya ve caz alanındaki öncü oluşumlardan Gilles Peterson’ın Brownswood Records adlı bağımsız şirketinin sanatçılarından biri. Zihni, ufku açık bir caz dinleyicisinin mutlaka izlemesi gerekir.
- Alfredo Rodriguez Trio, 14 Kasım / Babylon: Efsane soul, funk, R&B, caz ve pop prodüktörü Quincy Jones’un yapımcılığını üstlendiği “Tocororo” albümüyle gündemde Kübalı piyanist. İbrahim Maalouf, Richard Bona, Miguel Diaz gibi usta müzisyenler eşlik edecek kendisine. Vokalde, ilginç bir isim, şu günlerde kardeşiyle birlikte Ibeyi adıyla da müzik dünyasının gündeminde olan, Naomi Diaz var.
- Benedikt Jahnel Trio, 11 Kasım / Akbank Sanat: Berlin çıkışlı müzisyenin New York’ta geçirdiği müzik dolu dönemin ardından
Geçen hafta efsane müzik dergisi Rolling Stone’un kurucusu Jann Wenner’ın biyografisi “Sticky Fingers: The Life and Times of Jann Wenner and The Rolling Stone” yayımlandı. Başta müzik olmak üzere, yayıncılık camiası bu kitabı konuşmaya başladı.
60’ların rock kültürünü temsil eden, hatta yaratan ve şekillendiren en önemli aktörlerden biri Rolling Stone dergisi. Kurulduğu 1967 yılından bu yana o dönem efsane olan ve dünyayı şarkılarıyla şekillendiren kim varsa bu dergi aracılığıyla imajını sağlamlaştırdı, derdini anlattı, kitlelere ulaştı. Dergi de onların sayesinde, onları efsaneleştirerek kimliğini buldu.
Ancak 70’lerden itibaren işler değişmeye başladı. Alternatif kültür popülerleştikçe ana akıma kaydı, ana akıma kaydıkça büyük sermaye işin içine girdi. Hadise giderek bir cilalı imaj devrine döndü. Kitap işte bu dönemden başlayarak aslında derginin de Jann Wenner’ın da karakterini kaybettiğini, sermayeye teslim olduğunu iddia ediyor. Wenner’ı paragöz, ünlü âşığı, bencil, kendini de hayran olduğu ünlüler gibi bir rock yıldızı olarak konumlandıran bir medya patronu olarak resmediyor.
İşin ilgi çekici yanı, kitabın yazarı Joe Hagan’a bu kitabı yazması için teklifin Wenner tarafından