Dijital, sosyal, internet medyası içinde yaşadığımız çağın artık vazgeçilmezi…
Lakin denetimsiz, sınırsız, hukuki sorumluluktan uzak hiçbir şeyin kimseye bir faydası yok…
Ve bu ülkede birçok kimse gelinen durumdan rahatsız…
Mağduriyetler sıra dağlar halini aldı…
RTÜK’ün denetlemesine şiddetle karşı çıkanlar hukuksuzluktan yana tavır alıyorlar bize göre…
Çünkü herkes bu sınırsızlığın zararlarını değil faydalı taraflarını anlatıyor…
Bir ülke ve bir toplum öyle derin belirsizlikler içerisine sürükleniyor ve terörize ediliyor ki…
Sınırsız ifade hürriyetini savunanlar içindeki yalan, iftira ve işlenilen günahlardan hiç bahsetmiyor bile…
Bu duruma sessiz kalmak dahi bir günah ortaklığıdır…
Sınırsızlık ise vahşi çağın insanlarının savunabileceği bir savunma stratejisi olabilir.
Bir ülkenin hukuk sistemi namuslu vatandaşlarının kişilik ve sosyal haklarını koruyamıyorsa orada büyük bir hukuksal sorun var demektir…
O zaman hukukun üstünlüğü nerede kaldı?
***
Dijital, sosyal, internet medyasını ifade hürriyeti ve eleştirel sınırlar içerisinde kullananlara söyleyecek bir sözümüz yok…
İtirazımız, yalan, iftira, hakaret, karakter ve itibar suikastları yapan kişiler ve adreslere…
Ve operasyonel yayıncılığa imza atanlara…
***
İnsanın insana güveni kalmamış…
Dağlar yıkılsa, ağaçlar kesilse ne olur ki…
Vefa ise gerçekten bir semt adı imiş…
Sorgu odalarında ifadeye çekilen zanlılar gibi herkesin ağzında yalanlarla süslenmiş kelimelerden ibaret sözler dinliyoruz…
Yalan ağızlarda bir bardak su misali…
***
İfadesiz yüzler toplulukları arasında yaşayıp gitmektense…
Kim dost, kim düşman, kim seviyor kim sevmiyor hâlâ belli değilse…
Bir ömür dahi yetmiyor yetmeyecek bu derin belirsizliklerin içinden çıkıp kurtulmaya.
***
“Yeni gerçekliğinizi kabul etmeden yola devam etmekte zorlanıyoruz” diyenlere inat derin bilinmezlikler içerisinde günlük yaşantıların telaşına, kaygılarımıza yenik düşmeye devam ediyoruz.
Kendimizle yüzleşme günlerini erteliyoruz…
Birileri duvarları çamurla boyuyor…
Birileri kapılara kurşun sıkıyor…
Ve bir hayat boyu derin bilinmezliklerin kör kuyularında kalıyor…
***
Güneşe dahi söz taşıyanların giderek çoğaldığı bir çağda kendini koruyabilmek için herkes kendi yalnızlığına çekiliyor ve kendi yolculuklarına çıkıyor…
Ya kendi barışına ya da savaşlarına koşuyor…
***
Büyük savaşların eşiklerinde dünya dönüp dururken hâlâ dünyevi büyük beklentiler içerisine girenlere diyoruz ki, inadına barış ve sevgi…
Çünkü her yolun sonu iki metrelik çukurda sona eriyor…
Değmiyor yani…
Dünyayı kazanmak isteyenlerin unuttuğu bir şey var o da sonunda dünyanın kazandığı gerçeği…
***
Kime güveneceğimiz konusunda kör noktalarımız var.
Oysa herkes fikirleriyle dünyayı değiştireceğini zannediyordu…
***
Depremler konusunda kendisiyle yapılan bir röportajda Prof. Şener Üşümezsoy demiş ki;
- Büyük daireniz mezar olacağına küçük eviniz olsun…
Küçük bir evde ihtiyaç listesi kabarık olmadan yaşamanın güzelliği bilinseydi felaketler, savaşlar belki hiç olmayacaktı.
Yetinmemenin insanoğlunun kaç asır önce içine düştüğü amansız bir hastalık olduğunu hâlâ kimse bilmiyor…
***
Modern hayat özgürlüklerin kısıtlayıcısı…
Çıkarları uyumlu insanların ‘günah ortaklığı’ mezara kadar sürdükçe kör noktalarımız hep var olacak, aldanacağız bizi sürekli aldatanlara karşı.
Fikirleriyle dünyayı değiştireceğine inananlar bir gün yorgun düşecek ve oklarını kırıp dağlara çekilecek…
Ve güneşe dahi söz taşıyanlar hükmedecek
her şeye…