Bu topraklarda pusuya yatan eşkıyaların ihaneti yeni bir şey değildir... Eskiye dayanır, tarihini nereden başlatacağımızı bilemeyiz...
Kızılderililerin adeta günümüzü anlatan bir atasözü var:
- Bir dere kenarında iki kurbağanın kavga ettiğini görürseniz, bilin ki oradan mutlaka bir İngiliz geçmiştir!
Yüzyıl önce, İngilizler Ortadoğu’dan ve İstanbul’dan öyle bir geçmiş ki o günden beri ne savaş bitiyor ne de kavga...
Büyük bir bataklığa dönüştürdükleri coğrafya bu gidişle dünyanın en büyük mezarlığı olacak gibi.
***
Ve yüzyıl sonra görüyoruz ki bu topraklardan gelip geçmeyen devlet kalmadığı gibi, artık bu defa kalıcı olarak yerleşmeye çalışıyorlar sanki...
Uzaklarda ıssız bir ada sayılan İzlanda’dayız...
Başkent Reykjavik’te bu akşam Türkiye Milli Takımı’mızın maçı var...
Konya’daki maçta hakeme rağmen milli mücadele ruhuyla bıkıp usanmadan oynayan futbolcularımız gibi herkesin aynı duygu sınırında yaşaması lazım...
***
Cemil Meriç diyor ki:
- Türkiye’yi yaşanmaz bulanlar, Türkiye’yi yaşanmazlaştıranlardır. Yani aydınlar, karaborsacılar... Bir kelimeyle tesadüfün başlarına bir ikbal tacı veya imtiyaz miğferi oturttuğu şuursuz ve mesuliyetsiz herifler...
Artık ‘mesuliyetsiz herifler’ hayatımızın her alanında cirit atıyor... Demokrasi, bir arada yaşama sanatını keşfeden insanlarla güzel. Medya, bir arada yaşayabilmenin reçetesini dağıtmak yerine, çatıştırmanın, ötekileştirmenin formülünü dağıtıyor...
Kriz senaryoları üzerine kurulan bir medya anlayışına esir düşmüşüz bir kere...
Daha yeni kanlı bir darbenin eşiğinden dönmüşüz...
İnsanlar daha yeni kendine gelmeye çalışıyor...
İş dünyası ise yaralarını sarmaya, kazanabilmek için değil, kaybettiklerini geri getirmeye ve bunun çarelerini düşünmeye, farklı bir çıkış yolu aramaya başlamış iken, her akşam ekranlarda geleceğe yönelik felaket senaryolarını piyasaya süren sorumsuzlara birilerinin artık bir “dur” demesi gerekiyor!
Tartışma programı başlığı altında her akşam saatlerce darbe ve arkasındaki izler, dış bağlantılar diyerek kamuoyu paniğe sürükleniyor ve tahrik ediliyor...
Piyasaları ve halkı tedirgin edenler ekonomik kriz senaryolarını her akşam körüklüyor ve ekonomik bir darbe planlanıyor...
RTÜK artık televizyonları uyarmalı...
Yedi ay önce, ABD’nin etkili gazetelerinden The New York Times’ın Pulitzer ödüllü yazarı Thomas L. Friedman, “Erdoğan’ın Türkiye’de demokrasiyi yok etmesine göz yumduk” diye yazmıştı...
15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra demokrasiyi askıya almaya çalışanlar, halkına kurşun sıkanlar ve kendi ülkesinde çiftlik tahsis ettikleri örgüt için bir şey yazmadı!
Türkiye’deki darbecilere karşı “nedensizce” ilgisiz kalışını anlamakta hiç zorlanmıyoruz...
Yüzeysel gerçeklere bakan, kendilerince istedikleri demokrasiyi her yere götürmekte kararlı olanların ikiyüzlü duruşlarına da artık hiç şaşırmıyoruz...
***
Friedman, yazısında Irak ve Suriye’ye istikrar getirmek için IŞİD’in ezilmesi gerektiğini, ancak bunun Şiiler ve Sünnilerin iktidarı paylaşmaya yanaşmadığı sürece imkânsız olduğunu belirterek, haritaların yeniden çizilmesi gerektiğini vurguluyordu.. .
Ortadoğu’da ekonomik yaptırımlarla iktidarları değiştirmenin mümkün olabileceğini savunan Friedman, yeni iktidarların ise ancak yerel güçlerin etkinliği oranında iktidar pastasını eşit bölüştürmekten geçtiğini belirtiyordu...
Lozan Antlaşması üzerine tartışmalar sona ermiyor.
Zafer mi, hezimet mi? sorusu yıllardan beri tartışılıyor...
Sürekli demokrasiden ve şeffaflaşmadan yana tavır alan muhalefet korosu, Lozan söz konusu olduğunda hemen konuyu tabu haline getirmekten ve her yanıyla gizli kalmasından yana bir duruşu ısrarla sergiliyor...
Yüz yıl önceki bir anlaşmanın farklı boyutlarda tartışılmasına bile tahammül edemeyenler 15 Temmuz akşamı kanlı darbe teşebbüsünü kapatmaya çalışıyor...
Tartışılmasına bile tahammül etmiyor...
***
Ve kimilerine göre Lozan görüşmelerinin bir görünen, bir de görünmeyen yüzü var!
Dağcılar; dağların zirvelerine tırmandıklarında ve uçurumlardan aşağı indiklerinde her zaman yanlarında vazgeçilmez bir malzeme bulundurmak zorundadır...
O da piton vidalardır...
Buzlara, kayalara sapladıkları “piton vidalar”a geçirdikleri ipleri sayesinde zirveye tırmanabilmekte ve uçurumdan aşağı inebilmektedirler...
Piton vida, buzlara, kayalara sağlam çakılmadığı zaman, kopma riski oldukça yüksektir ve dağcıları büyük bir felaket beklemektedir...
***
Ve bu ülkenin de her kritik noktasında piton vidalar olmak zorundadır... Her konumda olması gereken bu kişiler de daima devlet ve millete karşı olan sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir...
Bilinmelidir ki; piton vidalardan yoksun kalan bir ülkenin ne zirvelere çıkışı ve ne de uçurumlardan aşağı inişi asla sağlıklı değildir...
Ve Halep’te sayısını dahi bilemediğimiz katliam yaşanıyor.
500 kişi daha hayatını kaybetti...
Katliamın fotoğraflarını gördükçe söyleyecek söz kalmıyor.
Yazarak, konuşarak bir şeyler çözülmüyor...
Kimse “dur” diyemiyor Esed’e...
Diyemediklerine göre demek ki birileri için hâlâ vazgeçilmez bir adam.
***
Şahidi olduğu olayları dahi derin öğrenme gücünden yoksun yaşayan kalabalıklar, fısıltıların ışığıyla yetiniyor. Yalana daha çabuk inanıyor ve bu geleneği sürdürüyor.
Ve adeta herkes elindeki bir kibritle bir yerlerden işaret bekliyor...
BM’de konuşan ABD Başkanı Obama da bu durumu fark etmiş olacak ki artık gerçekleri gizlemeden konuşuyor...
Beyaz Saray’daki sayılı günlerinin sonuna doğru gerçekleri yeni fark etmiş gibi konuşuyor ve diyordu ki:
- Dünya, bir duvar inşa edip kendi toplumlarımızı aşırıcılıktan korumak için çok küçük.
***
Başkan Obama “Eski düşünce tarzlarına başvurmak için dünya çok küçük ve biz birbirimizle çok fazla iç içe geçmiş durumdayız. Bu zihniyeti Ortadoğu’nun birçok yerinde görüyoruz” diyordu ama Ortadoğu’yu yaşanmaz hale getirenin ABD olduğunu da unutturuyordu.
“Evet, ABD’de çok fazla para-siyaset ilişkisi var”