Amerikalılar, “parayı takip et darbeciyi bulursun” der.
Ve yaşadıkları her olayda ilk önce finansörlerin kim olduğunu öğrenebilmek için paranın peşine düşer.
ABD, 11 Eylül’de yaşadığı travmatik terör saldırılarının ardından İsviçre’deki çok gizli banka hesaplarına girebilmeyi dahi başardı.
Kısacası, paranın seyahatini sürekli takip ediyor.
Ve dünyanın her yerindeki para hareketlerini izliyor.
Bir doların yolculuğunu bile takip ettiğine dair korku senaryolarını piyasalara sürüyor ama bizdeki 1 dolarcı darbecileri galiba takip etmeyi unutmuş!
Daha da ötesi milyarlarca doları bulan para trafiğini takip edip analiz etmeyi de...
“Siyaset sığınma evi değil” diye bir söz var.
Siyasette ne zaman bir iç kavga ya da değişim yaşansa medya sayesinde kamuoyunda olağanüstü bir hareketlilik yaşanır...
Yığınla senaryo ve iddia ayyuka çıkar...
Yazılan, çizilen ve ortalığa saçılan senaryo ya da iddialarla baş başa bırakılan halkın siyasete olan güveni böyle sarsılmakta!
Kimse vazgeçilmez değil elbette, hele de söz konusu devlet ve millet olunca...
Ve kendi içerisindeki her değişimin ardından da karanlık bir senaryo piyasaya sürmek ve bir bit yeniği aramak hastalığına yenik düşen medya, ne acıdır ki sisler bulvarında dolaşmaktan adeta keyif alıyor.
Doğru bilgi elbette haberdir...
Uzaklarda bir deniz.
Denizin kıyısına kaçmış, balıkçı bir dostu dahi olmayan, yalnız bir adam gibiyiz.
Dünyada ve ülkemizdeki yaşanananları hatırlamaya çalışıyoruz. Nereden başlayacağımızı bilemiyoruz. Kış akşamlarında büyüklerimiz üç ay süren kara kış günlerini bir kış masalı gibi anlatmakla bitiremezdi!
Ve II Dünya Savaşı günlerinde karneye bağlanan ekmeğin, kömürsüz, odunsuz, elektriksiz, şekersiz, kahvesiz, yağ, un ve daha nice gıdanın olmadığı, bulunamadığı “kıtlık” yani o yokluk günlerinin uzun hikayelerini öyle anlatırlardı ki, yaşamaktan korkardık... Korkuların gölgesinde yaşamaktan korkarak büyüdük büyümesine ama çoğu zaman farkında olmadan korkularımıza yenik düştük...
Belki de bu yüzden, hayata karşı yeterince direnemedik, baş kaldıramadık...
Ve kendimiz olamadık...
Lakin, sabrı, acıyı ve yokluğu da bilmiş olduk. Daha önemlisi, devletin güçsüz ya da güçlü olması halinde nelerin olabileceğini ve yaşanabileceğini öğrendik...
Boğaz’a üçüncü köprü de açıldı...
Uzakları yakın eden köprüler milyonlarca yüreği buluşturmakta.
Diliyoruz ki, aşka giden yolların köprülerini tanklar bir daha kesmesin...
O kanlı günü bu millet bir daha görmesin...
Ve adı hiç değişmesin...
Diyoruz ki; Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne giden yolların kenarlarına kırmızı ağaçlar dikilsin...
Her bir şehidin ve gazinin adı ve hikayesi o kırmızı ağaçlara yazılsın...
15 Temmuz’daki kanlı darbe girişimi kara bir bulut gibiydi.
Geçip gitti, bitti sandık ama...
Ertesi günden itibaren başlatılan operasyonlara, tasfiyelere baktıkça, gizli tanıkların ya da itirafçıların söylediklerini okudukça, duydukça aklımıza tek bir soru geliyor;
Bu ihanet ağaçlarını toprağa kimler dikti?
Ve büyüttü. Ki böylesine bir felaketin eşiğine geldik...
Uzun vadeli planlanan bu ihanet oyununa bir gerekçe, bir benzetme bulmak öylesine zor ki!
Bütün kartların her gün yeniden dağıtıldığı ev olma ünvanını hala koruyan Ankara’daki güç koridorlarında yıllardan beri birileri şebekeleşirken, sanki istihbarat kuruluşları da yan gelip yatmış.
Geçitler tutulmuş usta...
Şair diyor ya, derine kazıyoruz...
Kazmalıyız da.
Kazdıkça yılanlara ulaşacağız...
Bu ülkenin artık ‘yetti’ deyip isyan etmesi gerekiyorsa dünyaya, etmeliyiz. Bin kez yazacağımıza, korkacağımıza, ağlayacağımıza ve öleceğimize bir kez ölmeyi düşünmeliyiz.
Yorulduk adres soran kurşunlardan, adrese teslim edilen bombalardan ve masum insanların uçan kuşlar misali gözlerimizin önünden geçip gidişlerinden...
İki yakamızı bir araya getiremiyoruz...
Kuşlarına kurşun sıkılmış kentlerde yaşıyoruz, tutukluyuz.
Darbecileri cezaevine gönderebilmek uğruna içerideki diğer suçluları tahliye ediyoruz.
Tahliye edilenlerin suç çeşitliliğine baktığımızda ise üzülüyoruz.
Devlet, vatandaşlarına karşı suç işleyen azgın suçluları affedip aramıza gönderiyor.
Devlet, suçluyu özgür kılarken, adını da denetimli serbestlik koyuyor.
Denetim mekanizmasını da nasıl işlettiğini darbecilerin sızıntısından öğrenmiş oluyoruz.
Ne hikmetse, Deniz Seki ise hâlâ cezaevinde yatmaya devam ediyor.
Dokunan yanıyordu bir zamanlar...
Şimdi yananlar dokunuyor!
İlahi adaletin tecellisi işte...
Allah bütün oyunları bozar.
Her kim hakikate aykırı bir hile, bir oyun kurma peşine düşerse ve planlarsa Allah tüm oyunları çıktığı yere bela olarak geri gönderir.
Çünkü mazlumun ve haklının yanındadır.
Ve hele de kurulan oyun İslam ve Allah adı kullanılarak yapılıyorsa daha beter bir oyunla karşılaşacakları dünden belliydi ama bunu anlayabilmek için feraset lazım...