Başbakan Erdoğan’ı dinlerken aklımdan çok şey geçti. AK Parti’nin bir “lider partisi” olduğu gerçeğini bir kere daha gördüm. Erdoğan’ın partisi... Tabana, teşkilata, kadrolara, hükümete o kadar hakim ki...
Etkili konuşuyor. Karizmatik liderliği zamanla daha da güçlenmiş. İlk ve son sözü hep o söylüyor.
Üç dönem şartı, partinin geleceğini de etkileyen bir durum.
Erdoğan’ı dinlerken, geçmiş ve gelecek arasında hızlı bir yolculuğa çıktım. Çünkü dünü hatırlatarak, o hem bugüne, hem de yarına konuşuyordu. Geçmiş ve gelecek ne kadar da yakın... 12 yıl önce kurulmuş, 11 yıldır iktidarda bir parti.
***
Hayat bir imtihandan ibaret.
Lider olmak, imtihanın en çetinine maruz kalmayı kaçınılmaz kılıyor.
17 Ağustos 1999’u unutma. Gece yarısı ansızın gelen büyük sarsıntıyla ve ruhumuzu saran korkuyla sokağa döküldüğümüzü unutma.
7,4’ü ve bir ömür kadar uzun o 45 saniyeyi unutma.
O an yaşadığın çaresizliği ve acizliği unutma. Sözler, bakışlar, düşünceler bir sis gibi sarmıştı hepimizi. Sabaha nasıl vardığını, ışığı nasıl beklediğini, sevdiklerinden, komşularından, dostlarından iyi bir haber almak için ne kadar çabaladığını unutma.
Depremin yıkıcı ve öldürücü etkisini ilk duyduğunda, yolların yarıldığını, köprülerin yıkıldığını, evlerin, mahallelerin, semtlerin yerle bir olduğunu gördüğünde aklından geçenleri, kalbine gelen ağırlığı unutma.
Kulaklarında biriken ilk feryatları, gözlerine yerleşen ilk fotoğrafları unutma.
Evlerin enkaza dönüşmüş halini unutma.
Evi yıkılanları, ocağı sönenleri, evladını yitirenleri, ana babasını yitirenleri, akrabalarını yitirenleri, her şeyini yitirenleri unutma.
Adeviyye ve Nahda... Darbeciler için ‘ölüm’, sivil halk için ‘direniş’ meydanları.
Mısır’da darbeci barbarlar bir kere daha kendi halkına savaş açtı.
Tankla girdiler meydanlara.
Gaz bombalarıyla dağıttılar kalabalıkları.
Keskin nişancılarla ölüm saçtı... Ardından zaferlerini kutladı , vicdanları nasırlaşmış, gözleri dönmüş katiller...
Halkına kurşun sıkan, öldürmekten haz duyan ve bunu “zafer” olarak gören bir ordu var Mısır’da...
Bir generalin çılgınlığı kuşatmış ülkeyi...
Uzun bir yolculuğun sonunda varılan zirve gibi geldi bayram.
Çağrışımları çok zengin.
O kadar çok ki, içinde geçmiş de var, gelecek de. Eski de var, yeni de. Çatışma da var, anlaşma da. Ayrılık da var, kavuşma da. Ölüm de var, doğum da. Hayal kırıklığı da var, gurur da. Hüzün de var, neşe de. Bayramda en çok beklentiler var. Çünkü bayramların içinde hayat var.
Tatlı bir telaşla başlar gün...
Bayram;
Neşedir, hüzündür, ağlamaktır, gülmektir, kavuşmaktır, yalnızlıktır, kazanmaktır, kayıptır, hatırlamaktır...
Bayram;
İnal Batu... Biz gazetecilerin en kolay ulaştığı, pek ‘hayır’ cevabı almadığı isimlerden biriydi. Yerli yersiz arasan da hep samimi ve nazik bir ses tonuyla karşılaşırsın. Dün, geride izlerini bırakarak o ses de sustu. Fırsat buldum da bir ara TRT HABER’de yayınlanan “Gündem’e Özel”e davet edip, daha doğrusu kendimizi evine davet ettirip hayat hikâyesini konuştuk uzun uzun.
“İnsanı anlama yolculuğumuzda” renkli portrelerden biriydi.
Hayat adım adım yaşanan bir süreç.
Layıkıyla yaşanmış o süreçler insanı eğitir, olgunlaştırır ve mukavemetli hale getirir.
İnal Batu Ankara’da doğdu. Yıl 1936.
Veterinerlik Fakültesi’nde hoca olan babası, ileride İngilizcenin çok kıymetli hale geleceğini düşünerek oğluna daha orta ikinci sınıfta İngilizce dersi aldırdı.
Saati iki buçuk liraydı.
Hayat bazen bir yarıştan ibaret gibi gelir. Hedeflersin, çalışırsın ve koşarsın. Yola çıkan çok olsa da yolun sonunu görenler azdır. Bazılarımız için başarı yolda olmak, bazılarımız için de adını yazdırmak.
Yarışa, başkasını geçmekle başlar da, kendini aşmakla sürdürürsen o zaman sen kazandın demektir.
Konuyu gençliğe ve üniversite sınavlarına getireceğim. Tabii ki Abbas Güçlü’den rol çalma gafletine düşmeden. Eğitim dünyasının sorunları, sınav sistemi, üniversitelerin durumu, bakanlık, okullar, dershaneler ve beklentiler üzerine “derin tahliller” uzmanının işi...
*Fotoğraflar: Yağız Karahan
Ramazan ve oruç adeta bir buluşma mevsimi. Evler, çadırlar, oteller... Sofralar kuruluyor ve insanlar akın akın geliyorlar. O kadar çok davet var ki yetişemiyoruz. Hem de Türkiye’nin dört bir yanından...
Önceki akşam bu önemli buluşmalardan birisi İstanbul Yeşilköy Polat Otel’de gerçekleşti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayelerinde “Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonu” tarafından düzenlendi.
Program Suat Hoca’nın Kuran’ı Kerim’den “Ey Ehli Beyt, Allah sizden her türlü kiri giderip, sizi tertemiz yapmak istiyor” ayetlerini okuyarak başladı. İftarlarını açan konuklar Derviş Tur Dede’nin lokma duasına iştirak ettiler.
Devletten iki talep
Dede, duanın sonunda, “Buraya çıkmışken iki şey istemeden inmeyeceğim” dedi ve “Cem evlerinin statü meselesini çözün” talebinden sonra, 3. köprüye Yavuz adının verilmesinden Alevilerin duyduğu rahatsızlığı belirtip, “Sayın Cumhurbaşkanım, erdem gösterin de köprüye hepimize köprü olacak ortak değerimiz Yunus’un adını verelim” dedi.
Ankara izlenimlerime devam ediyorum.
İktidarı biraz kırgın gördüm.
Gündemin yorgunluğu ile birlikte hayal kırıklığı da var.
11 yıla varan bir iktidar yolculuğunun doğal etkileri de hesaba katılmalı. AK Parti’nin ilk dönemdeki o hızlı reformist kimliği bugün biraz geri planda.
İktidar çevrelerinde ‘anlaşılmamak’ duygusu ve bu yönde eleştiriler var.
Diyorlar ki;
“Kendini öteki hissedenlerin yanında olduk, ötekileştirmeyi bitirdik, zulüm gördük ama rövanşist bir duygu içinde olmadık, kimsenin hayat tarzına dokunmadık, zenginlik arttı, demokraside önemli mesafeler aldık, vesayet rejimi bitti... Kendi sağlığını halkının sağlığı için feda eden bir başbakan var. Ortada demokrasi ve ekonomi açısından bir başarı hikayesi olduğu halde, hala bizi düşman gibi gören çevreler var... Tamam herkes bizi alkışlasın, medya bize methiyeler yazsın beklentisinde değiliz, ama biraz da insaf lazım. İyi bir dost her şeyi söyleyebilmeyi, ama iyi niyetle, üslupluca... Gezi olaylarında hepsinin yüzü gözüktü...”