Uzun bir yolculuğun sonunda varılan zirve gibi geldi bayram.
Çağrışımları çok zengin.
O kadar çok ki, içinde geçmiş de var, gelecek de. Eski de var, yeni de. Çatışma da var, anlaşma da. Ayrılık da var, kavuşma da. Ölüm de var, doğum da. Hayal kırıklığı da var, gurur da. Hüzün de var, neşe de. Bayramda en çok beklentiler var. Çünkü bayramların içinde hayat var.
Tatlı bir telaşla başlar gün...
Bayram;
Neşedir, hüzündür, ağlamaktır, gülmektir, kavuşmaktır, yalnızlıktır, kazanmaktır, kayıptır, hatırlamaktır...
Bayram;
Hazırlanıp yolda olmaktır, hazırlanıp yol beklemektir.
Bayram;
Yaşlılıktır, gençliktir, çocukluktur.
Bayram;
İnceliktir, ince ince işlenen incelik. Her yaştan insan bayramı farklı yaşar.
Bayram deyince;
Ev telaşı gelir aklıma. Tatlı bir telaş. Bir gün öncesinden kabir ziyaretleri yapılmış. Akşamdan bir rüyaya yatılır gibi yatılır. Sabah erken kalkılacak. Bayramlık kıyafetlerle, bayram namazı için caminin yolunu tutar, babalar çocuklarıyla... Bu çocuklar için yeni bir tecrübe. El öpmeler, “Maşallah ne kadar da büyümüş” iltifatları, hal hatır sormalar, harçlıklar... Daha orada başlar.
Bayram deyince;
Büyükler, dedeler, nineler gelir aklıma. “Ailenin merkezi” demek daha uygundur onlar için. Sabittirler, yeri ve yurdu bellidir onların. Arayıp da ulaşamadığın da anla ki artık yaşamıyordur. Bayram sabahı bütün yollar bir eve çıkar. Kapı açıktır, çalmayı beklemeden girersin. En derin sevgi ve hasretle beklendiğiniz yer orasıdır. Bir huzur kaplar içini... Sofra hazırdır, Allah ne verdiyse... Orada olduğuna şükredersin...
Nizami bir şekilde bayramlaşma yapılır. Onun da bir görgüsü, kural ve kaidesi vardır. Üç nesil bir arada. Çocuklar harçlıklarla gözetilir, büyüklere hediyeler verilir, hal hatır sorulur ve herkes memnundur. Sohbet tatlı tatlı akıp giderken küçükler büyüdüklerini fark ederler.
Bayram deyince;
Aile büyüklerinin huzurundaki sohbetler gelir aklıma. Söz hep maziden açılır, “Eski bayramlar”, “Bizim zamanımızda” cümleleri o kadar çok tekrar eder ki... Adeta tarih canlanır. Sonra bugüne gelinir ve değişim konuşulur... Bayramda her şey iç içedir. Hayat ve ölüm. Aileden, hısım ve akrabadan, gidenler bir bir sayılır. Çocuklar, dinlerken çoğunu hatırlamazlar. Hüzün çökecek içlerine. Buruk bir hava içinde hatırlarlar eski dostları. Hem sesleri hem de kalpleri titrerken yanaklarından süzülen gözyaşlarına engel olamazlar... Hatırlamak ağırlaştırır insanı. Bu bir yandan yaşanmışlığın, bir yandan da faniliğin resmidir. Havayı değiştirmek bir sözle mümkündür; “Allah sizlere ömür versin” duası duyulur. Bir de kaçaklar vardır, özellikle gençlerden. Ansızın birisi sorar, “Neredeler” diye. Utanarak cevap verilir; “Aslında geleceklerdi ama tatile çıktılar...”
Bayram deyince;
Ne kadar da büyük bir aile olduğumuz gelir aklıma. O ana kadar pek görmediğin, arayıp sormadığın, gidip gelmediğin ne kadar da çok akraban varmış dersin. Artık var olduğunu bildiğine doğru da yürürsün, ulaşırsın...
Bayram deyince;
Utanmak gelir aklıma. Kendimizi nasıl yalnızlaştırdığımızı görürüz acı acı. Onca insan varken arayıp sormamız gereken, bir umursamazlık içindeyiz. İçtenliği bırak, görev olarak bile üzerimize düşeni yapmaktan aciziz. İmkânlı bir çağda, adeta imkânsızı başarıyoruz. Kendimizi insanlardan mahrum ederken, kendimizi insanca yaşamaktan da mahrum ediyoruz. Gitmediğimiz gibi bir telefon açma nezaketini bile göstermiyor, seviyemizi anlamsız ve genel mesajlarla ortaya koyuyoruz. Bu ilgisiz, düşüncesiz ve bencillik halimiz hiç de hoşumuza gitmez. Baksanıza insanın adı bile kalmadı, herkes aynı... Bir postmodern zaman oluşturduk ki ruhumuz yaralı...
Bayram deyince;
Semboller gelir aklıma. Bayram sembolleri... Yeni kıyafetler, kolalı mendiller, kolonyalar, kokular, şekerler, harçlıklar, ziyafetler, ziyaretler, lunaparklar, sinemalar, seyahatler... Haberleşmeler, yeni yeni havadisler, hayıflanmalar, karşılaşmalar, yeni tanışıklıklar... Sevmek ve sevilmek...
Bayram denilince;
Küçüklerin aceleciliği, büyüklerin sakinliği gelir aklıma.
Bayram deyince;
Geride kalan iftar sofraları, devletin insanlaşıp vatandaşla buluşması gelir aklıma.
Bayram deyince;
Şehitlikler gelir aklıma. Oğlunu şehit vermiş anne babaların metaneti, eşi toprağa düşmüş genç kadınların sessiz çığlıkları, babasını yitirmiş çocukların dalıp dalıp giden gözeriyle mezar taşını okşayan minik elleri gelir aklıma.
Bayram deyince;
Suriye ve Mısır’da ki katliamlar gelir aklıma. İslam dünyasının içler acısı hali... Ne ramazanı ne de bayramı yaşayamayan insanlar gelir aklıma.
Bayram deyince;
“Sokak mobilyaları” gelir aklıma. Sokağı ev, kendini de o uçsuz bucaksız ve aslında ıssız yerde bir aksesuar gibi gören kimsesizler gelir aklıma.
Bayram deyince;
Fakir-fukara, garip-guraba, yoksullar, yalnızlar, kimsesizler, yetimler, öksüzler gelir aklıma. Aramak, bulmak ve paylaşmak gelir aklıma...
Bayram deyince;
Beklemek değil, gitmek, “Bekletme, git” demek gelir aklıma...
Bayram deyince;
Hüzün gelir aklıma... Yenilgi gelir. Kendi hikâyemizi oluşturamadığımız, zamane insanı olduğumuz, değerlerimizi yaşatamadığımız, sevgiden, ilgiden, nezaketten, duygudan ve düşünceden uzaklaştığımız ve kaderimiz gibi görüp bencilleştiğimiz gelir aklıma.
Hayatı ıskaladığımız, yaşadığımız zamana anlam katıp ruhumuzu üfleyemediğimiz gelir aklıma...
“Ah nerede o eski bayramlar” sözü bir teslimiyet, kendinden vazgeçmek, etkisiz ve edilgen yaşamaya razı olmaktır. Halbuki hayat; geçmişin etkisi, halin şartları, zamanın ruhu ve geleceğin rüyasıyla yeniden inşa edilmeli.
Hayatın bir yanı, hatırlamaktan ve hatıralardan ibaret olsa da yaşamadığımız bir hayatın hatıraları da olmaz, hatırı da...
İleride aranacak bir zamanı, şimdi yaşamak mümkün aslında.
Vakit geçmeden, geç olmadan “yaşamaya” ne dersiniz... Huzurla yaşamaya... Elbette içinde hüzün de olacak, neşe de... Bugün kimseyi bekletmeyin.
Diliniz güzelleşsin, yüzünüz gülsün, ilgi gösterin ve ilgi görün, kalbiniz ferahlasın, sevin ve sevilin, dua alın, haneniz huzurla dolsun. Elinizin şefkatle değdiği, gözünüzün sevgiyle gördüğü, mekân, eşya ve insan kıymet kazansın.
Ömrünüz bereketlensin ve bayramınız kutlu olsun...