Sirkeci’de vitrinindeki saatleri ve kalemleriyle ünlü 130 yıllık Tevfik Aydın firmasının üçüncü kuşağını temsil eden Ömer Aydın, “Şahıs isimli firmalara güvenirim” diyor.
Ne zaman Sirkeci’de Tevfik Aydın firmasının önünden geçsem vitrinde bazen saatlerin ve kalemlerin yanında el yazısı ile yazılmış bir not görür sevinirim. Çalışanlar da hep güler yüzlüdür, bilgilidir. Hepsinin arkasında ise Ömer Aydın var, seveni çoktur, görgülü, kültürlü, zeki, güvenilir, aydın ve titiz biridir. 130 yılı aşkın faaliyet gösteren bir firmanın üçüncü kuşağını temsil eden Ömer Aydın ile saatleri, kalemleri ve büyük emek verdiği Türkiye’nin tek saatçilik okulunu konuştuk.
Ömer Bey isterseniz 1889 yılına gidelim, her şey nasıl başlamış?
Dedem Osmanlı döneminde Trabzon’da sorgu hâkimiydi, o zamanki tabiri ile müstantik. Ailesini geçindirmek için ek iş olarak, Kunduracılar Caddesi No.15’de saat satışı ve servisi, gözlük ve sonra radyo satışı da yapılan bir mağaza açıyor, yıl 1889. Şahıs firması olduğu için markamız o zaman dedemin ismi Kabazade Hacı Mehmet Nuri olarak anılıyor. O dönem gelişmiş bir kargo sistemi yok, babam Tevfik Aydın sık sık ürün temini için ithalatın ve ticaretin merkezi İstanbul‘a gidip geliyor. Tanınan ve güvenilen bir firma olduğu için çevredeki esnaf ve müşterilerin İstanbul’dan siparişlerini de getirip mağazada teslim ediyor. Trabzon’daki mağaza adeta kargo teslim yeri olduğundan “Bulunur mağazası“ olarak da hizmet veriyor. Soyadı kanunu çıkınca aile Aydın soyadını alıyor. Babam 1940’da ticaretin merkezi Eminönü’nde Tevfik Aydın ismi ile İstanbul’daki mağazayı açıyor.
Aile işinin çocukluğunuzda nasıl bir yeri oldu? Babanızdan, dedenizden neler öğrendiniz?
Yaz tatillerimde dükkâna gelirdim. Sonraları babamın yurtdışı seyahatlerinde tercüme yaptım, ithalatı öğrendim. Üniversiteyi bitirdiğimde ise babamın yanında çalışmak istemedim, babam da karşı çıkmadı. Böylece 8 sene ithalatçı bir şirkette çalıştım. Bir gün babam “Ben artık yaşlandım, firmamız devam etmeli, üstelik tam senin yetiştiğin ve bildiğin bir konu” deyince üçüncü nesil olarak firmamızda çalışmaya başladım. Aşağı yukarı aynı tarihlerde eşim de benimle çalışmaya başladı. Babam gibi ben de ticareti mağazada öğrendim. Dedem ben iki yaşındayken vefat etmiş, dolayısıyla babamdan öğrendiğim bir anekdot var: Komşuları bir akşam dedeme “Bugün çok saat sattın mı?” diye sormuşlar, dedem de “Biz saat satmadık, müşteri beğendi aldı!“ demiş. Bu cevaba önem veriyorum, çünkü dedem komşularına bir pazarlama dersi vermiş, satmak için müşteriyi dinlemek ve ihtiyacını anlayıp müşteriye ürünü beğendirmek gerekir demek istemiş. Bu yaklaşım firmamızın temel prensibi oldu.
Üçüncü ve dördüncü kuşak birlikte çalışıyorsunuz, neler hissediyorsunuz?
Firmamız dedemin daha sonra da babamın şahıs isimleriyle tanınıyor. Şahıs isimleriyle marka olmuş firmalara daima daha çok güvenmişimdir. Aile isimlerini ve geleneklerini koruyacaklarına inancım vardır. Bu yüzden aile ismimize ve firmamıza çalışma hayatım boyunca itina gösterdim ve sorumluluk hissettim. Bizimkisi tam bir aile işletmesi eşim Melahat ve kızım Canan ile birlikte çalışıyoruz. Ben babamla çalışırken zaman zaman zorlandığım olmuştu. Aynı zorlukları kızımın da bazen yaşadığını görüyorum. Kendimi eğiterek bu durumu asgariye indirmeye çalışıyorum. İnisiyatif alarak doğru yaptığı her işten muazzam bir keyif alıyorum.
‘Müşteri marka elçimiz’
Yüzyılı aşmış bir firma olduğundan birçok müşteriniz hatıralarınızda önemli bir yere sahip olmalı.
Dayanıklı ürünler sattığımız için müşterilerimiz ile çok sık görüşemiyoruz. Yine de eski müşterilerimiz veya onların çocukları gelip halen faal olduğumuzu görünce çok memnun oluyorlar. Zaten benim sloganım da bu: Asırlık müşteri memnuniyeti.
Müşterilerinizde veya işinizde zamanla neler değişti?
Saat bir merak işi. Firmamızın kurulduğu ilk yüz sene hariç son otuz senede saat kullanımı gençler arasında bir hayli azaldı. Zaten saat günümüzde bir ihtiyaçtan çok bir alışkanlık ve kişiliğinizi tanımlayan bir obje oldu. Müşterilerimiz arasında üst gelir grubundan olanlar olduğu gibi orta gelir grubundan olup saat konusunda merakı olanlar azımsanmayacak kadar fazla. Koleksiyonerler de önemli bir yer tutuyor. Biz her müşterimize marka elçisi gibi davranıyoruz. Bunun sonucunda vasıtalı yani tavsiye ile gelen müşterilerimiz çoğalıyor.
Kadranda tek bir ibre olduğu için zamanın yavaş geçtiği izlenimi veren MeisterSinger saatlerinin sizin için özel bir anlamı var mı?
Zaten 18. yüzyıla kadar saatlerde tek ibre vardı. Zamanın tek bir ibre ile algılanması fikri güzel, felsefesi de gayet mantıklı: “En büyük lüks yavaşlamak, önemli olan geçen saniyeler ve dakikalar değil, yaşadığınız anın kıymeti.“ MeisterSinger saatlerin kadranındaki yalınlık ve simetri de ayrıca çok hoşuma gidiyor. Etrafınızdaki koşuşturmadan soyutlanmanızı ve soluklanmanızı sağlıyor.
Ben de tek ibreli saatleri seviyorum, farklı ve güçlü buluyorum. Bu arada saat dünyasının yeni gözdesi Nomos’u da temsil ediyorsunuz, bilmeyenler için Nomos nasıl bir marka?
Metronomu bilirsiniz, sabit aralıklarla vuruş (tempo) sesi çıkaran bu nedenle müzisyenlerin vazgeçemediği bir alettir. Bir anlamda zamanı eşit aralıklara böler. Metronom, Yunanca ‘metron’ (ölçen, düzenleyen) ve ‘nomos’ (kural, kanun) kelimelerinden oluşmuştur. Nomos ismi buradan geliyor, Almanya’da 175 yıldan fazla bir saatçilik geleneği olan Glashütte kasabasında bulunuyor ve kendi mekanizmasını üreten (manufacture) sağlam bir firma. Kısa sürede çok başarılı oldu, saatçilikte ve tasarımda pek çok ödül kazandı. Öte yandan el yazısıyla yazmayı çok severim. Kalem satışı benim firmada düzenli olarak çalışmamla başladı. Sadece Montblanc markasını müşterimiz ile paylaşıyoruz. El yazısı ile yazan muhakkak dolmakalem kullanmalı.
1953 Fransa güzeli ve aynı yıl İstanbul’da yapılan Avrupa güzellik yarışmasının ikincisi Sylviane Carpentier, Tevfik Aydın’dan saat alırken.
1950’lerde ilk mağaza istimlak nedeniyle yıkılınca Yeni Camii arkasında gösterilen yerde ikinci bir mağazada yola devam edilir. Tevfik Aydın ve oğlu Ömer Aydın.
Trabzon, 2 Kasım 1932. Ortada Kabazade Hacı Mehmet Nuri en sağda oğlu Tevfik Aydın.
‘Dolmakalemle yazmak keyiftir’
Ömer Bey, yazının ve kalemin hayatımızdaki yerini nasıl tarif edersiniz?
Dijital teknoloji nedeniyle yazdığımız alanlar azaldı, el yazısı da artık eğitim hayatında kendine az yer buluyor, bu nedenle genç müşterilere önce dolmakalem ile yazmanın verdiği keyiften söz ediyorum. Akıcı yazmak tarif edilemez bir zevk, sadece bir dolmakalemle kaliteli bir kağıt üzerinde test imkanı vererek anlatılabilir. El yazısının tuşlara basarak yazmadan farkı kişiye özel bir yazı olması. Mesela babamdan kalma el yazması notlar bulmak hoşuma gidiyor. El yazısının bir ruhu var ve bir sanat. Müşterilerime hep “geleceğe el yazınız ile iz bırakın” diyorum. Montblanc yazarlar, sanat hamileri, büyük karakterler ve UNICEF serilerinde her zaman yenilik olur ve ilgi görür. Ancak benim ilk kalemini alacaklara tavsiyem bir Montblanc klasiği olan 145 isimli modeldir. Kaligrafi sanatını sevenlere ve yazı ustalarına da Montblanc’ın esnek uçlu kaligrafi kalemini öneriyorum. Saat gibi iyi bakılmış bir kalem de sonraki nesle yadigar kalabilir. Madem daha az yazıyoruz hiç değilse kalem kaliteli olsun. El yazısı nasıl kişiye özel bir sanatsa kaleminiz de bir sanat eseri olmalı.
Üç kuşak fotoğraf yoluyla da olsa bir arada. Cem Tekkeşinoğlu
‘Mekanik saat mekanizması sanat eseri gibi’
Koleksiyoner sayılır mısınız Ömer Bey?
Küçük bir saat ve kalem koleksiyonum var. Ayrıca babamdan kalma 2 saatim var. Biri eskiden ithalatçısı olduğumuz Zodiac marka, diğeri ise kurmalı Universal Geneve Cronograph. Bu saatler yadigâr oldukları için çok kıymetli. Koleksiyonumdaki Nomos ve Meistersinger saatlerini de severek kullanıyorum. Saatleri çok sevdiğim için her çıkan yeni model ve teknolojik yenilikler beni hem heyecanlandırıyor hem ilgilendiriyor.
Saatlerin ve kalemlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Mekanik saatler ve kalemler benzer geleneksel özelliklere sahip. Bu yüzden gençler arasında çok talep gören ürün değiller, ancak bilinçli genç müşterilerimizin olması hatta bazen bizden daha çok bilgi sahibi olmaları bana ilerisi için ümit veriyor. Mekanik saat mekanizmasının ve yazı yazmanın bir sanat olduğuna inanıyorum.
Saatçilik okulu
Saatçilik okulu projesi nasıl ortaya çıktı?
Tam adıyla Mikromekanik ve Saatçilik Okulu projesinin 30 yıllık geçmişi var. Piyasamızın ve benim böyle bir hayalimiz vardı. Sonunda okulu bir meslek okulu bünyesinde kurma fikri çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteği, TÜSAD saatçiler derneğinin çabası, bu işe gönül veren Bursalı saatçilerden Hayrettin Akpınar ve Fatih Serhat Yurtdakal’ın emekleriyle Bursa Tophane Meslek Lisesi bünyesinde müstakil bir bina tahsis edildi. Bu okuldan yetişen Bursalı sanayicilerin özverili destekleri ve hibeleri, daha önce Ankara’da 1976’da kurulan fakat sonra kapanan mikroteknoloji okulunun atıl makine ve teçhizatının bize tahsis edilmesi ile altyapı tamamlandı. Neticede 150 yıllık geçmişi olan bir okulda dört senelik bir öğrenim söz konusu. Kapanan saatçilik okulu hakkında bilgi sahibi olmam ve atıl vaziyette bulunan makine ve teçhizata ulaşmamız da Bülent Uçar isimli okurumun verdiği bilgi sayesinde gerçekleşti.
Ömer Aydın üçüncü kuşak olarak işin başına geçtiği yıllar, Sirkeci’deki mağazada.
Ömer Aydın tek ibreli MeisterSinger’in saati nasıl gösterdiğini anlatırken.