Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

bizans@gmail.com

Tüm Yazıları

Şair, düzeltmen, editör, yazar, okur ve “defter filozofu” Nihat Ateş ile sohbet etmek benim için her zaman ufuk açan bir deneyimdir, göreceğiniz gibi yine öyle oldu.

Nihat Ateş ile 2012’de, yaptığımız ilk dolmakalem toplantıları vesile oldu da tanıştım. Gerçi o toplantılara hiç gelemedi çünkü Cumhuriyet gazetesinde akşamları çalışıyor, düzeltmenlik yapıyordu. O dönem gazete binalarımız yakındı. Nihayet bir gün iş çıkışı yanına gittim, ilgi alanlarımız ortak olduğundan hemen kaynaştık. Nihat, beş şiir ve bir eleştiri kitabıyla kültür hayatımıza katkıda bulunmuş biridir. Ayrıca “Mürekkepbalığı” dergisine yazdığı defter yazılarıyla dergicilik tarihimize de geçmiştir. O zamanlar meraklılar hep kalemden konuşuyor defteri önemsemiyorlardı. Nihat’a bu konuyu önerdiğimde beni kırmadı ve belki de dünyada bir ilki gerçekleştirdi, süreli bir yayında düzenli olarak defter üzerine düşünüp, deftere dair benzerini hiçbir yerde okumadığım kavramsal yazılar yazdı.

Haberin Devamı

Sevgili Nihat, yazıya dair en eski hatıran nedir diye sorsam ne dersin?

1969 yılı, 28 Nisan günü ikiz bir kız kardeşle dünyaya gelmişim. Doğumumuzdan yedi ay kadar önce ağabeyimiz denizde boğulmuş. Rahmetli annem “Siz ikiniz birden gelince katlanabildik o acıya” derdi. Yazıyla tanışmam işte bu yitik ağabeyin defterini, evdeki sandığın içinde bulmamla başladı. Okuma yazmayı yeni öğrenmiştim. Ağabeyim de sevdiği türkülerin sözlerini yazmış deftere, o sözleri ezberlemiştim.

‘Eski defterler hazine gibidir’

Büyük defterlere olan bağlılığının nedeni nedir peki?

İlkokul dördüncü sınıftaydım. Bir roman okuyordum. Roman bir tarihle başlıyordu; 1800’lü bir yıl. Arkadaşlarıma kocaman, kalın, ciltli, güzel kâğıtlı bir deftere roman yazmayı önerdiğimi dün gibi hatırlıyorum. İlk cümle o tarihle başlayacaktı. O ciltli, kalın, büyük defterler bana ta o zamandan beri çok çekici gelmiştir. Ne kadar büyükse o kadar iyi! Keşke çalışma masamın ebadında bir defterim olsaydı. Kullandığım en küçük boyut B5. Bayındır’ın şeref defteri var mesela zamanında çok aldım boyutu güzel. Küçük defterlere yazamıyorum, zevk almıyorum. Zaten A5 diye boyut mu olur? Hele A6’ya niye yazar bir insan anlamam. Defter dediğin büyük olmalı. Şuradaki küçük defterler de hediye, onları mürekkep kalem denemeleri yapmak için kullanıyorum. Ayrıca bir de mesela bu elimdeki defter Hindistan üretimi, oradan buraya gelmiş, çeşitli ellerden geçmiş bunları düşünmek de haz veriyor. Ben kenara o sırada dinlediğim müzikleri de yazarım mesela. Geriye dönüp bakınca o zamanki kendini de başka şeyler de bulursun. Eski defterler hazine sandığı gibidir.

Haberin Devamı

Anlaşılan defter deyince akan sular duruyor, bu konuda dergiye yazmadığın ilginç bilgiler var mı?

Mesela Marx öldüğünde, geride çok küçük bir el yazısıyla yazılmış yüzlerce defter kalmış. Bir arkadaşı bu defterleri gördüğünde aklını kaçırıyormuş neredeyse. Bir de Darwin’in o meşhur gezisi sırasında tuttuğu defterlerin bazılarının çalındığını biliyor musun? Çok ilginç bir hikâye. Ayrıca okuduğum kısa bir Çin öyküsünden ilhamla geride bir defter bırakmış ünlü-ünsüz insanların, ölümlerinden önce o deftere yazmış olduğu son kelimeleri bulup yazmak isterdim. Bir insanın bu dünyaya veda etmeden önce yazdığı son kelimeler. İnsan öleceğini bilir ama hiç son kelimelerini yazdığını düşünür mü? Dönemiyorsun ama defterinin başına. Böyle bir araştırma yapmak isterdim.

Haberin Devamı

Biliyorsun Japon şiir kültüründe, ölüm döşeğinde son bir haiku yazma geleneği vardır. Neyse gelelim yazıya, yazı senin için ne ifade ediyor?

Dikkat etmişsindir mutlaka Mehmetçiğim, baştan beri yazıyı, çizgiyi hep bir “ölüm” duygusu bağlantısıyla anlatıyorum. Ne ifade ettiği buradan da belli. Yazı insanlığın ölüme karşı geliştirdiği belki en büyük direniştir. Yazmıştım ya bir defter yazısında; mağara duvarına yapılan ilk resim. İlk resim ilk yazı aslında, ilk direniş. Yok olup gitmeye karşı, korkuya karşı bir başkaldırı. Güzel yanı şu ki bu araçla birlikte doğuyoruz neredeyse; yani dille. Konuşmayı yazıya aktarmak kültürü, duyguyu yazıya aktarmak kültürüyle baş başa gitmiş.

‘Kalemi hep sevdim’

Peki kalem merakı nasıl başladı?

Başlamadı hep vardı, bildim bileli kalemi hep sevdim, kurşunkalem kullandım uzun yıllar bir tek tükenmezkalemi sevemedim. Okul yıllarında defterlerde tükenmezkalem kullanmamızı isteyen hocalarımıza gider ayrıcalık isterdim, kurşunkalem kullanabilir miyim diye. Hâlâ uzun bir süre masamın başına dönmeyeceksem mürekkep ve dolmakalemlerimi yanıma alırım, kısa gidiş gelişlerde ise yanımda versatil ve kurşunkalem taşırım.

Sende anısı olan ilk kalemi hatırlıyor musun?

Galiba eve nereden geldiğini bilmediğim bir Scrikss 17, bordo renkli bir kalemdi. Zaten 17, kimin ilk kalemi değildir ki Mehmet? Bizim kuşağın, bizden bir önceki kuşağın bu kalemle anısı, başlangıç hikâyesi bitmez. Özledikçe yine mürekkep çeker kullanırım.

Scrikss 17 benim de lisede ilk kullandığım dolmakalem. Kalemleri neye göre topluyorsun?

Hikâyesi olmalı. Kendi hikâyesi yoksa bile kendi hikâyemi ona yakıştırabileceğim, sonra onun da benim hikâyemi benimsediğini hissedebildiğim kalemleri arıyorum. Bu nedenle kalemin üretildiği tarih benim için çok önemli, çünkü o tarihsellik içinde bir hikâyesi var olabilir ancak tıpkı insanlar gibi. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’na kadar üretilen kalemin hikâyesi başka, ikinci büyük savaştan sonrakiler bambaşka, keza Soğuk Savaş sırasında üretilenler de başkadır. Kalemin ülkesi de önemlidir. Hiroşima’ya atılan bombadan önce üretilmiş bir Japon kalemi benim için altın değerinde olabilir. Belki bombanın düşmesinden birkaç gün önce bir kadının veya bir erkeğin çantasında, cebindeydi, bir deftere o son kelimeyi yazdı. Yeni kalemleri de seviyorum ama o zaman da bir geçmişi olan markaları tercih ederim.

İlginç öyküleri olan kalemlerin var mı?

Hepsinin var. Dediğim gibi yoksa da ona yakışan bir öykü vardır bende. Mesela, Vefa Lisesi Matematik Öğretmeni Mehmet Emin Erdemli’nin Kaweco’su bende. 1970’li yılların başına kadar orada öğretmenlik yapmış. Kızı Sema ile uzun yıllar birlikte çalıştık. Sema, rahmetli babasının kalemini de bana emanet etti. Sonra üretim dönemine dair anılar taşıyan kalemler var. Mesele benim için çok özel olan Stipula Xalegrafica Eta. Bu kalem “twist” ismi verilen ilginç bir mürekkep dolum sistemiyle çalışıyor. Ayrıca kapağının üst kısmının altına küçük bir kapakla gizlenmiş beste yapanlar için porte çizmek amacıyla kullanılan bir mekanizması var. İtalyan zekası işte, twist 1960’larda ortaya çıkan bir dans türü ve kalemde dönemin etkileri var. Böyle incelikleri seviyorum.

Günlük kullanım için sürekli yanında taşıdığın bir kalem var mı?

Dediğim gibi genellikle şehir içinde kurşunkalem taşırım. Çalışırken de hep dolmakalem kullandım. Tatillere, evden uzağa gittiğimde yanıma aldığım kalem Sheaffer No Nonsense. Bu kalemin italik olmayan M ucuna meftunum. Çok No Nonsense kalemim vardı, çoğunu hediye ettim. Bu arada senin bana verdiğin siyah Pilot 78G’ye gözüm gibi bakıyorum.

Sheaffer No Nonsense’lere bayılırım. Hatta kuyumcu dostum Kirkor ustaya en sevdiğim bir tanesinin kapağına oniks taşı eklettirdim. Senin de böyle bayıldığın kalemlerin var mı?

Versatiliyle birlikte takım olan, altın uçlu Parker 51 setim var ki ipek gibi bir uçla yazımı bana sonsuz bir haz veriyor. Pelikan 100N’imin gönlü kalmasın onu da anayım ki aldığımda esnek uçlu olduğunu bilmiyordum. Ebonit malzemesi birinci sınıf, eyedropper dolum sistemli Swadeshi kalemim Ratnamson var. Stüdyo Ağaçkakan yapımı bir uruşi kalemim var. Cleo-Skribent’in ebonit Optima kaleminin tasarımını ve işçiliğini çok seviyorum, metal gövdeli kalemlerinden hoşlanmıyorum. Zaten hiç metal gövdeli kalem kullanamıyorum, sevmiyorum, soğuk geliyor.

İnce-kalın, hangi tür uç sana hitap ediyor?

Her zaman M uç kullandım, şaşmıyorum. Bana mürekkebin bütün duygusunu veriyor. İnce hat zaten çizgi, kalın uçlar mürekkebi neredeyse kâğıda döküyor. Onun için M bana göre ideal uç.

Mürekkepte tercih ettiğin özellikler var mı?

Öncelik dolmakalemden kolay temizlenmesinde, sonra akışkanlığında. En sevdiğim mürekkepler; Rohrer Klingner, Sheaffer, Cross Archive ve Waterman.

‘Kral 3. Charles bir Alman kalemi alsın’

‘Eski defterler hazine gibidir’

İngiltere Kralı III. Charles’ın imza sırasında dolmakalem akıtınca öfkelenmesi çok konuşuldu, ne diyorsun?

Kralın tepkisi beni çok şaşırttı. Eskiden kalemlerin mürekkep taşıyan hazneleri, hava basıncı, sarsıntı gibi durumlarda mürekkep bırakabiliyordu ama artık gelişen malzeme teknolojisi, mühendislik, damak dediğimiz mürekkebi uca aktaran parçanın yapısı çok geliştirildi. Bu yüzden en sıradan dolmakalemin bile mürekkep akıttığını görmeyiz. Büyük olasılıkla kralın kalemi vintage, yani eski bir dolmakalem. Krala, meşhur İngiliz pintiliğini bırakıp, iyi bir Alman kalemi almasını naçizane öneririm.