Martın son haftası dünyada Kütüphaneler Haftası olarak kutlanıyor. Tanıdığımız en eski kütüphaneler Mezopotamya kültürüne ait
Kütüphane nedir? Beşeriyetin hafızasıdır. Bazı insanlar bilgisayar devrinin kütüphane ihtiyacını ortadan kaldırdığını ve irfanı getireceğini söylerler, boş lakırdıdır. Bütün gece bilgisayarda bilgi edinmeye çalışmak ancak göz bozar. Kitap gibi bir sanat eserini
-ki devirden devire değişmiştir- çivi yazılı tableti, hiyeroglifli papirüsü, parşömeni, el yazması ilk matbaa örneklerini (incunable) veya modern baskı teknikleriyle basılanları elden geçirmek bir zevktir.
Bazı kağıt ve baskı asırlara dayanacaktır. Bazı cinsler ise basımından 50 sene sonra elinize aldığınızda ufalanır, içerisindeki asit miktarına ve paçavradan imal edilip edilmediğine bağlıdır. Ünlü bilgin Mez’in “İslam’ın Rönesans’ı” adlı, 1920’lerde basılan kitabının sayfalarını çeviremediydim, unufak oluyordu. Kütüphaneciye haber verdim, fotoğraf servisine yolladılardı.
Hiç şüphesiz, tanıdığımız eski kütüphaneler Mezopotamya kültürüne aittir. Tufan efsaneleri, Gılgamış efsaneleri ve Mezopotamya hükümdarlarının tarihini anlatan alçak ve yüksek kronoloji cetvelleri en dayanıklı malzemeye yani kil tabletlere çivi yazısı ile kazınmıştır. Sizin anlayacağınız, o zamanın matbaası fırındı.
Seçkinler Sümerce okurdu
Mezopotamya, Suriye ve güneydoğu Anadolu’nun Hitit hükümdarlarının resmi yazışma arşivleri yanında kütüphaneleri de vardı. Üstelik Urfa’nın Sultantepe kazılarında veya Hattuşaş arşivlerinde bulunduğu gibi yerli halkın dilinden çok başka bir dilde tabletler vardı: Sümerce... Bu dil Asuriler ve Keldaniler gibi Sami milletlerden de, Suriye’nin Mari ve Ebla gibi şehirlerinden konuşulan dilden de tamamen ayrı kökendeydi ama seçkinler Sümerce okurdu. Bu keyfiyet, ari dil konuşan Hititlere de mahsustu. Hattuşaş arşivlerinde muhtelif dillerde efsaneler ve şiirler vardır.
Savaşlarda tahrip edildiler
Bütün bu kütüphaneler tablete kazındığı için zamanımıza ulaştı. Helenistik ve Roma dünyasının Bergama, Efes Celsus ve asıl önemlisi İskenderiye gibi kitaplıkları, ilim dünyasının hayıflanması ve talebe milletinin “oh kurtulduk” çekmesi bahasına yok olmuşlardır. Eğer sonrakiler de Mezopotamyalılar gibi tablet kullansalardı başımızda kim bilir ne büyük bir bilgi yükü olacaktı. Eski dünya sadece çok okunan eserlerin defalarca kopya edilmesiyle muhafaza edilebilmiştir. Batı Anadolu’nun klasik devir öncesi İyonya kültürü ve felsefesi bize bölük pörçük parçalar halinde geçmiştir. Büyük Yunan filozoflarının bile tam külliyatına sahip değiliz.
İslam dünyasının kütüphaneleri İskenderiye modeline göre kurulmuşlardır ve Romalılardan edinilen istinsah alışkanlığı dolayısıyla bugün İslam medeniyetinin önemli eserlerini tevarus edebildik. Bilhassa Yunancadan ve Aramcadan (Süryanilerin dili) çevrilen eserlerle klasik dünya Ortadoğu İslam dünyasında yaşadı. İranlılar, Hintliler giderek Türkler bu dile ve bu literatüre nüfuz edebildiler.
Aynı bilimsel literatür, doğulu Yahudilerin eliyle Endülüs ve İtalya’da Latinceye de çevrildi. Avrupa’nın kütüphaneleri ya hükümdar saraylarında yani şatolarda ya da dokunulmazlığı bir ölçüde herkesçe kabul edilen manastırlardaydı. Şu beşeriyetin rezaletine bak, geliştiklerini iddia ettikçe daha da barbar oldular. Asırlarca korunan ve zenginleşen güney İtalya’daki Monte Casino manastır kitaplığı İkinci Dünya Harbi’nin sonunda Nazi Almanya’sının İtalya’daki savunma üslerinden biri haline getirildi. Yani güneyden giren müttefiklerin ilerlemesine karşı bir rehin, adeta bir hedef olarak tutuldu; kuşatan taraf da manastırı bombalamakta fazla tereddüt etmedi. Ne olduğu, kimler tarafından yok edildiği halen tartışılan İskenderiye kitaplığından daha büyük bir cinayettir. Son Bosna savaşında Saraybosna’daki Oryantal Enstitü Sırp düşmanlar tarafından kasten tahrip edildi. Almanların Varşova’yı tahribi de benzer sorunlar yarattı.
Bizdekileri düzeltmek şart
Osmanlı kütüphaneleri herkesin evinde, medrese hücrelerinde veya saraydaydı. Topkapı Sarayı müze haline getirildiğinde sarayın Harem’den Enderun’a kadar her hücresinden kitaplar çıkmıştır. İçindeki ilk derli toplu kütüphane III. Ahmed’inkiydi. 18‘inci asrın ilk çeyreğine aittir. Ama bu birçok yerde kitap saklanmadığı anlamına gelmez; nitekim 1924 yılında Tahsin Öz’ün müdürlüğü zamanında sarayın her köşesinden toparlanan bu kitaplar, içlerinde adeta tesadüfen bulunan Piri Reis haritası da dâhil olmak üzere Enderun’daki Ağalar Camii’nde bir araya getirildi. 17 bin adet yazmanın şark dillerinden garp dillerine zengin bir koleksiyonu içerdiği açık.
18’inci asırda payitaht İstanbul’da ve imparatorluğun önemli şehirlerinde vakıf kütüphaneler kurulmaya başladı. Bu kütüphaneler zarif yapılardı ve kâgir olarak inşa edilmişti. İstanbul’da Koca Ragıb Paşa, Atıf Efendi, İsmail Ağa, Nuruosmaniye gibi. Bazılarında birkaç yüz kitap vardır, bazılarında birkaç bin. Yakın zamanlarda muhafazası güç olan bu kütüphanelerin bazı kıymetli yazmaları İstanbul’da Süleymaniye’de, Ankara’da Milli Kütüphane’de bir araya getirildi. Avrupa modeline uygun ilk milli derleme kütüphanemiz Sultan Abdülhamid devrine ait Bayezid kitaplığıdır. Üstad Reşat Ekrem Koçu’nun nakline göre, kütüphane açıldığı gün birisi raflara bir takım “Naima Tarihi” bırakmış, bu ilk bağıştan itibaren de kütüphane zenginleşmiş.
Bayezid çevresindeki kütüphanelerin unutulmayan müdürü, kendi zihni de bir kütüphane olan İsmail Saib efendiydi. Eski tabirle hafız-ı kütub (garp dillerinde “curator” denilen) kütüphane müdürleri genellikle alim kimselerdi. Beşir Ayvazoğlu, Sivas kütüphanelerinde o bölgenin eşrafından Rahatoğullarından gelen Ziya Başara beyden bahsediyor. Her vilayetin böyle ünlü kitap uzmanları vardı. Bu aziz memlekete Millet Kütüphanesi gibi bir hazineyi miras bırakan Ali Emiri Efendi hem Diyarbakır’ın hem İstanbul’un ünlü biblofillerindendi. Milli kütüphanemize kazandırılan “Divan-ı Lügat-it Türk” onun sayesinde bulundu ve Talat Paşa sayesinde bastırıldı. Maarif Nazırı Emrullah Efendi de böyle mütebahhir kitap düşkünlerindendi.
Böyle giderse milli mirası koruyamayız
Ankara’da Milli Kütüphane’den daha önemli bir kurum DTCF’nin merkez kütüphanesiydi. Akıbeti hakkında konuşmak istemiyorum. Onu da geçen zaman içinde birçok üniversitemizin kütüphanesi gibi ihmalin erittiği açık. Türkiye’de iyi kütüphaneler de kuruluyor. Üsküdar’daki İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi) hem zenginliği hem de kitap toplaması, bağışları değerlendirmesi ve işleyişi itibarıyla örnektir. Ankara’da da Bilkent Üniversitesi kitaplığı aynı şekilde çalışır.
Bu tip kütüphanelerin artması ve Milli Kütüphane’nin bibliyografya neşriyatının ve hizmetlerinin düzelmesi temennisiyle Kütüphaneler Haftası herkese kutlu olsun. Ama şunu bilelim, Türkiye’nin kütüphaneleri bu memlekette atılım yapan birçok kurumların arasında zor yer alır. Düzenlenmesi kaçınılmazdır; ya düzeltiriz ya da bu kadar üniversiteye ve araştırmacıya hiçbir şey sağlayamayız, milli mirası da yeterince koruyamayız.