İsfahan rahatlamış. Çarşılar canlanıyor. Ama bir müddet sonra turist kalabalığıyla sakin ve tecrit edilmiş yalnızlığı içindeki asaleti kalabilir mi diye düşünmüyor değilim
Hayatımda beni en çok etkileyen şehirlerdendir İsfahan. Cihanın yarısı (nısf-ı cihan) sözüne karşılık Tebrizlililer “Eğer’i Tebriz nebaşed” yani “Eğer Tebriz olmasaydı” derler. Bu mahalli milliyetçilik çatışması bir yana, İsfahan Türk ve İran tarihi için en önemli merkezdir. Eski İran’da Ahameniş ve Sasaniler zamanında önemli bir şehirdi. Kiros zamanından beri Yahudi tarihi için önemli olan bir Yahudi cemaati de şehirde vardı. Fars eyaletinin ve İran kültürünün merkezidir. Zerdüşti tapınakları, şehir civarında bazı yerleşmelerdeki sessizlik kulelerini yani Zerdüştilerin ölülerini bıraktıkları ve kuşların parçaladıkları yüksek mezarlıkların kalıntılarını bugün bile görürsünüz.
Planlı bir merkez
Asıl önemlisi 11’inci asırda Selçuklu İmparatorluğu’nun büyük başkentiydi. Ondan sonra Şah Abbas (Büyük) zamanında, Safevilerin başkenti Kazvin’den tekrar İsfahan’a nakledildi. Bu ikinci nakille İsfahan yeniden abad edildi. Asıl önemlisi bugün Meydan-ı Nakş-ı Cihan (dünyanın süslü meydanı) denen alanın İslam dünyasında görülmeyecek büyük ve planlı bir şehir merkezi noktası olarak inşasıdır. Etrafında Âlikapı yani bizim Bâbıâli’nin karşılığı olan hükümet binası, Molla Lütfullah Camii, Büyük Kapalıçarşı ve güney cephesinde de şimdiki Mescid-i Cuma o zamanki Mescid-i Şah yer alır.
Çinilerin hakim rengi olan maviliğinden dolayı İsfahan, Zagros Dağları’nın eteğinde mavi bir şehirdir. Ortadan geçen Zayenderud dediğimiz nehir 4 milyon nüfuslu İsfahan şehrini ikiye ayırır ve köprünün üstündeki Allahverdi Han Köprüsü, Cüyu Köprüsü, bilhassa Hacu Köprüsü İtalya’da Venedik ve Floransa’daki köprüleri kıskandıracak ölçüdedir. Tarz odur; bunlar iki katlı yolun ve dükkanların yer aldığı uzun köprülerdir. 17’nci asrın bu parlak Doğu-Batı sentezine sahip şehrini bölen nehrin doğu yakasında yeni Culfa semti yer alır. Ermeni mahallesindeki müze ve kiliseler kayda değer yerlerdir. İran Ermenileri dün de bugün de müreffeh ve o kültürle bütünleşmiş bir gruptur.
Hayatımda gitmeyi, gezmeyi ve Şah Abbas zamanındaki handan çevrilen Abbasi Oteli, bu kentte kalmayı zevk bildiğim en önemli yerdir. Sultan Alparslan ve Melikşah devirlerinde oluşan Selçuki mahallesi de... 11’inci asrın Mescid-i Cuma’sı Vezir Nizamülmülk’ün eseridir dense yeridir. Timur’un bile bu camide yaptırdığı ilave bir bölüm (Kış Mescidi denir) vardır. Cuma Camii bütün Şark’ın en önemli eserlerinden; bilhassa Nizamülmülk’ün türbesi, kubbesi ve yapı tekniği itibariyle bu asır için bir harikadır.
1980’lerin sonunda artık görevini bırakmış olan Alman Cumhurbaşkanı Weizsaecker bir toplantı için İsfahan’daydı. Onun da içinde bulunduğu grubu şehrin baş mimarı gezdiriyordu. Weizsaecker’e Goethe’nin Napoli için söylediği sözü hatırlattık: “Napoli’yi görmeden ölmemelidir.” Weizsaecker “Bu söz İsfahan için söylenebilir” dediydi. Doğrusu, o dönemin genç baş mimarı da okkalı bilgi sahibiydi.
Kendini koruması güç
İranlı mimar ve sanatçıları her zaman takdir etmek lazımdır. En azından şehrin ortasına dikilmek istenen gökdeleni önledikleri ve yerle yeksan ettikleri için. İsfahan müzeleri, en başta Çehl Sütun Sarayı ki Safevi hükümdarları için tıpkı bizim Topkapı’daki arz odası gibi bir nevi kabul salonu işlevini görmüştür. İsfahan hâlâ hakkıyla hünervaran denen sanatçıların işlediği çarşılar ve kütüphanelerle günlerin geçirileceği bir şehirdir.
Doğrusunu söylemek gerekirse birkaç yıldır İsfahan’a uğramamıştım. Reisicumhur Ruhanî iktidarı aldıktan ve İran dış politikası Suriye krizini bile kendi çıkarına çevirdikten sonra bu dönemde şehre dönüşüm geçen hafta oldu.
İsfahan rahatlamış; gecenin karanlığı neşeli bir aydınlığa dönüşüyor. Çarşılar canlanıyor. Bir müddet sonra turist kalabalığıyla İsfahan’ın sakin ve tecrit edilmiş yalnızlığı içindeki asaleti kalabilir mi diye düşünmüyor değilim. Artık gece meydanın kenarında oturup eski İsfahan’ı hayal etmek, Hacu Köprüsü’nün üzerinden Sofi Dağı’nı seyredip Safeviler İran’ını düşlemek mümkün olur mu? Yoksa her yer İtalya şehirleri gibi paldır küldür turist gürültüsünün içinde mi kalır? İsfahan gibi güzelin kendini koruması güç.
Kara gün
Ankara’da Meclis’le Kara ve Hava Kuvvetleri’nin kesiştiği noktadan bir yol geçer. Bu yolun üstündeki bir cepte kuvvet komutanlıklarında çalışan asker ve sivil personelin kullandığı servisler park eder. Durak da orasıdır ve servisleri bekleyen birkaç yüz kişi orada toplanır. Hiç kuşkusuz makam arabası kullanmayan geleceğin komutanları, gayet değerli sivil personel mensupları da oradadır.
Son suikast bu kitleyi Türkiye’nin maddi ve manevi güç zenginliğinden koparmayı hedefledi ve maalesef önemli bir yara açtı. 29 kıymetli vatan evladı şehit oldu. Hâlâ hastanelerde kritik durumda olanlar var. Ailelerimizin, ordumuzun ve milletin başı sağolsun ve Allah yaralılara şifa versin. Aileler başta, milletçe yeise kapılmamamız lazım.
Buradan istihbarat konusunda tartışmaya girişecek değilim, benim işim değil, yalnız HDP’lileri tenkit ederken hükümet tarafından “Kılıçdaroğlu bile olayı tel’in etti” gibi münasebetsiz bir cümle duydum. Duymamış olmayı tercih ederiz. Böyle bir üslup ve anlayışla nasıl bir milli birlikten söz edebiliriz ki! Evvela milli nezakete sahip olmak lazım.