İlk meclisin dağıtılmasından bu yana 138 yıl geçti. Türk parlamento tarihine bakmak zor bir düşünsel faaliyet gerektirecek ve mutlaka çok şaşırtıcı analizler yapılacak
Sultan Abdülaziz’i tahtından indirenler içinde meşrutiyet veya anayasa üzerinde ciddi fikri olandan vazgeçin, ciddi özlemi olan, projeler geliştiren dahi pek yoktu. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde, merhum Tarık Zafer Tunaya hocanın deyişiyle, anayasal romantik tek başına Midhat Paşa’ydı. Onun da anayasanın nasıl bir belge olacağı, nasıl kaleme alınacağı konusunda fikir ve birikim sahibi olmadığı açıktır.
Osmanlı anayasası dağılmakta olan imparatorluk için frenleyici bir umut gibi görünüyordu. İşin daha ilginci, bu imparatorlukta bağımsızlık isteyen Bulgarlar gibi etkili gruplar da kanlı bir bağımsızlık savaşından önce bir geçişe yol açan belge olarak anayasayı görüyorlardı. Bulgar Gizli İhtilal Komitesi’nin 19 maddelik bir anayasa taslağı vardı. Daha doğrusu anayasanın Osmanlılar için oluşan 19 maddelik ikinci kompartımanından söz ediyoruz. Sultan Abdülaziz hem Osmanlı Türk hakanı hem de Bulgar çarı olacaktı. Bulgar halkı için bir meclis, bir hükümet, demokratik haklar ve partiler öngörüldüğü halde Türk kompartımanı için böyle şeylerden pek söz edilmiyordu. Daha doğrusu Türk ayrı, Bulgar ayrı, hepsi Osmanlı İmparatorluğu’nun iki ayrı parçası olmalıydı.
Hayran kaldılar
1875 yılının Bulgaristan’dan Bosna’ya kadar uzanan ayaklanmalar ortamında kayıtsız şartsız reform, daha doğrusu özerkliklerden oluşan bir bohça isteyen büyük devletlerin kontrolcü taleplerine karşı Osmanlı devlet adamlarının tek çaresi vardı. Midhat Paşa ve Safvet Paşa tersanede (bugünkü amirallik karargahı) toplanan büyükelçiler heyetine “Duyduğunuz top sesleri imparatorluğumuzun artık bir anayasal mutlakiyet (yani Osmanlı tabiriyle meşrutiyet) haline dönüştüğünü ilan ediyor. Bütün milletler bir mecliste anayasanın güvencesi altında bu ülkenin yönetim esaslarını tespit edecek” dediler.
İngiltere ve Fransa dudak büktü. Rusya ise küplere bindi, “Anayasasız ve parlamentosuz Rusya’ya karşı blöf yaptığınızın farkındayız, bu tehdit ve hakaretin bedelini ağır ödeyeceksiniz” dedi. 1877-1878 Savaşı’nda bu parlamentosuz ilkel devleti sadece Midhat ve Safvet paşalar takımı değil, İngiltere’nin liberal düşünürleri, hatta Karl Marx ve Engels bile kıyasıya tenkit ediyordu.
Harp istediğimiz gibi cereyan etmedi. Meclis toplanırken çoktan sürgüne gönderilen Midhat Paşa, onun taraftarı Safvet Paşa ve diğerleri hayal kırıklığına uğradılar. Ordularımızla Rusya’nın karşısında yalnız kaldık. O günden bugüne 18 Mart 1877’de toplanan Mebusan Meclisi’nin çeşitli milliyetçi eğilimler dolayısıyla çalışamaz halde olduğu söyleniyordu. Bu hazır bir hükümdür; evvela seçimler yapılamamıştı. Mebuslar, valiler, memurlar ve ruhani reisler tarafından vilayet meclislerindeki seçilmiş azalar arasından bir sözlü tayinle sözleşme ve anlaşmayla tespit edildi. Meclisin müzakere usulü Britanya Avam Kamarası’nı aratmayacak bir düzen içerisinde cereyan ediyordu. Tek istisna valiliğin getirdiği hazırcevaplık ve müdahale huyundan vazgeçmeyen Ahmed Vefik Paşaydı.
Avrupalı diplomatlar meclisin çalışma usul ve düzenine hayranlıklarını gizlemediler. Milliyetçilik hiç de bar bar bağıran bir havada değildi. Osmanlı mebusanı Osmanlıydı. Türkçe mecburiyetine itiraz edenler hakikaten Türkçeyi kıvramayacakları için itiraz ettiler. İtirazı önleyen meclisin umumi kararından önce Ahmed Vefik Paşa’nın “Aklınız varsa dört yıla kadar öğrenirsiniz” sözü oldu. Harbin zor zamanında meclisin dış politika tenkitlerine tahammül edilemedi. Bu dış politika tenkitleriyle Sultan Abdülhamid’in görüşlerinin ters düştüğünü ileri sürmek de çok zordur. Ancak padişah, Mebusan Meclisi’ne tahammül edemiyordu.
Acı bir hakikat
13 Şubat 1878’de Mebuslar Meclisi dağıtıldı. Meclis-i Umumi için bu hüküm tatbik edilmedi. Acı hakikat şuydu; Kanun-i Esasi’yi hazırlayan komisyonun padişaha meclisi dağıtma yetkisi verdiği halde yeniden çağırma ve seçimi açık bir hükme bağlamamasıdır. Siyasi hayatımızın ilk anayasası padişahın sürgün cezasına cevaz veren madde ve matbuatı kanun dairesinde serbest bırakan (!) diğer bir madde gibi sakatlıklar yanında meclisin tekrar teşekkülü noktasında da büyük bir boşluk bırakmıştı.
Kanun-i Esasi’miz aksaktı. Hiç kimsenin ondan sıkıldığı yoktu. Kanun-i Esasi her yerde ilan edildi, devlet yıllıklarında yer aldı. Ayan Meclisi dağıtılmadı. 1908’de temmuz ayında yürürlüğe giren anayasa değildir. Meclisin toplanması takvime bağlandı ve ilk anda sansür maddesi düzenlendi. 13 Şubat 1878’den ta 1908 temmuzuna kadar yaklaşık 30.5 yıl Türkiye adeta “anayasal mutlakiyetle” idare edildi. Tanzimat devrinden beri devam eden bürokrasinin üstünlüğü Babıali’den Yıldız Sarayı’na kaydı. Buna karşın çeşitli anlaşmalar ve fermanlarla tespit edilen cebel-i Lübnan mutasarrıflığının, Girit’in, Sisam Emareti (Samos Adası) ve Doğu Rumeli’nin idaresindeki özerklik, meclisler ve basın hürriyeti adeta dokunulmazlığını muhafaza edebildi.
İmparatorluğun anayasal coğrafyası çok ilginçtir. İlk meclisin dağıtılmasından bu yana 138 yıl geçti. Türk parlamento tarihine bakmak zor bir düşünsel faaliyet gerektirecek ve mutlaka çok şaşırtıcı analizler yapılacak.