Orhan Veli’nin unutulmaz şiiridir. Ve ondan sonra İstanbul’u bir anlatır ki...
Remzi Gökdağ İstanbul ile ilgili bir kitap hazırladığını söylemekle mektuba başlamış.
Hayret!
Demek hâlâ böyle işlerle uğraşanlar var.
Siyaset varken, hem de en pespayesinden siyaset varken böyle işlerle uğraşılır mı?
Ama ne yapacaksınız, bu insanlarla birlikte yaşamak zorundayız.
Bu bize onur verir, gurur verir lakin bir yandan da işiniz yok mu be kardeşim dedirtir.
Remzi Gökdağ bir meslektaşımız.
Yükseköğrenimini İstanbul’da yapmış, sonra yurtdışına gitmiş. 10 yıl oralarda kalmış, şimdi dönmüş, İstanbul konulu bir kitap hazırlamaya koyulmuş.
Eee bize ne?
Doğma büyüme İstanbullu olsak da İstanbul hakkında ne söyleyebiliriz?
Baksanıza medya kavgası var, elli yıldır “Babıâli yokuşuna” tırmanmış bir adama kimsenin bir şey sorduğu yok.
Demek ki ihtiyaçları var.
***
Peki, İstanbul’un nesini yazıyor?
Bizden ne istiyor?
Söylüyor:
“İstanbul değişiyor ama sadece mimari yapısı değil değişen. Kentin yüzlerce yıldır arayıp durduğu kimliği de yenileniyor. Gökyüzüne uzanan minarelerin, sarayların, sütunların şekillendirdiği siluete her geçen yıl yeni binalar ekleniyor. Kısa bir süre öncesine kadar var olmayan mahallelerde kentin yeni cazibe merkezleri doğuyor. Ulaşım sistemi, alışveriş alışkanlıkları yenilenirken, bir yandan da İstanbul’un eski mahalle kültürü hızla yok oluyor.
İstiklal Caddesi’nde yürürken hâlâ ‘Nostaljik Tramvay’la karşılaşıyoruz ama yürüdüğümüz mekân birkaç yıl öncesinin Beyoğlu’su mu? Levent’in iki katlı, bahçeli evleri hâlâ orada duruyor, ama o evler artık ne kadar Levent’i temsil ediyor? Şehir hatları vapurları eski güzergâhlarında gidip gelmeye devam ediyor ama o vapurlardaki yolcularının seyrettiği İstanbul 20 yıl öncesinin İstanbul’u mu?
Yazarlar, sanatçılar, tarihçiler, siyasetçiler İstanbul’daki ilk yıllarını, karşılaştıkları sürprizleri, hayal kırıklıklarını anlatırken aynı zamanda kentin yaşadığı hızlı değişimi de tarihe not düşecek. Onların İstanbul hikâyelerini okurken o günlerin İstanbul’unu bir kez daha hatırlayacak, bugünkü İstanbul’la, kendi İstanbul’unuzla karşılaştırma fırsatı bulacaksınız.”
Peki, bize düşen görev belli, gördüklerimizi bildiklerimizi hatırladığımız kadar anlatacağız.
Biz “Babıâli”nin son olmasa bile sona yakın efradındanız.
Her ne kadar “Babıâli” yerden yere vursa da.
Necip Fazıl gibiler “Babıâli yokuşundan çirkef akar” deseler de.
Güzel de anlatalım da halimiz müsait değil.
Yani uzun boylu oturup konuşamayız.
En iyisi “yazılı cevap vermek.”
Konuştuk, karar verdik, o soruları hazırlayıp bize geçecek, biz de bildiğimiz, anladığımız kadar, hatırladığımız kadar anlatacağız.
***
“Babıâli” için o kadar çok laf edilmiştir ki...
En hoşlarından biri de Süleyman Nazif Bey’in bir gence söyledikleridir.
Süleyman Nazif Bey Babıâli yokuşunda bir delikanlıya rastlamış, sormuş:
“ - Hayrola delikanlı, nereye?
- Efendim Ahmet Cevdet Bey’e çıkıyordum.
- Evladım, Ahmet Cevdet Bey’e çıkılmaz, inilir.”
Babıâli üzerine daha neler söylenmiş...
Remzi Gökdağ kitabı çıksa da...
Babali Babali, Babıâli diyenler de vardır da.