Ne Fener-bahçe sevdası biter bizde, ne Fenerbahçeli olmanın fedailiği.
Evet, hemen hemen her üç senede bir bunlar tekrarlanır.
Bizim Fenerbahçeli-liğimiz nereden gelir?
Babamızdan, peki onun Fenerbahçeliliği?
Fenerbahçe de top mu koşturmuştur ya da kendisi mi koşmuştur?
***
Kendisi anlatırdı:
“Birinci Cihan Savaşı’ndan yenik çıkmışız, İstanbul işgal altında; kara günler, kan ağlıyoruz. İstanbul’dan haber bekliyoruz.
İstanbul’da Türk çocuklarının işgalcilere karşı kurdukları bir takım var.
Gelen haberler mutlu ediyor.
Fenerbahçe’nin kazandığı maçlar önceden destan olmuştur.
İngiliz komutan Malta’dan oyuncu asker getirmiştir ama nafile.”
Unutulmayan böyle maçlar vardır.
Evet, son maç gibi...
1. devre Galatasaray 3-0 galip, 2. devre kampa girdik.
Galatasaray kampından haberler iyidir:
Rahmetli Baba Gündüz gelen habere göre taktiği değiştirecek.
Fenerbahçe tarafında ise Molnar tedbir alıyor.
Sahaya çıkıyorlar.
***
Lefter takım kaptanı, Can Bartu’yu değiştiriyor.
“Can’a bağırdım, ‘geç sağ içe, ben takım kaptanıyım, istediğimi yaparım.’
Sevdiğimiz Galatasaraylı bir arkadaş vardı, güya o beni tutacakmış, gelsin bakalım.
Bir serbest vuruş oldu, herkes müthiş şut atacağım sandı.
Topu diktim, gerildim, herkes kaleye vuracak sandı.
Koştum Arnavut Niyazi’ye bir pas.
İkinci golü de ben attım, baktım tribünler ayakta.
Bu arada Puşkaş Ergun üçüncü golü attı, maç bitti.”
***
Şimdi bu günlerde Fenerbahçe’nin şu haline bakıp da feryat edenler neredeyse kulübün kapısına kilit vuracaklar.
Fenerbahçe - Pendik faciasını yaşamıştık.
Ne çıkar bundan?
Bu sene “Bursa”ya yenilmişiz ne çıkar bundan?
Hiç olmazsa Bursa’ya ileride söyleyecek sözümüz olur.
“Bu sene Bursa’ya yenilmişiz” diye!
O güzel şarkı ne diyor:
“Aldırma gönül, aldırma.”
Hayırlara doğru…