Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 16 Ekim’i “Dünya Gıda Günü” olarak kabul ediyor. O nedenle her yıl birçok ülkede, özellikle de dünyadaki açlığa sebep olan gelişmiş ülkelerde, gazete ve dergilerde konuya ilişkin yazılar yayınlanıyor, radyo ve televizyonlarda konuşmalar yapılıyor, paneller düzenleniyor.
İyi de...
16 Ekim 2011’de de Somali’de olduğu gibi açlıktan insanlar öldü, yaklaşık 950 milyon insan yatağına aç girdi.
Açlık sorunu, kamuoyuna bütün iletişim araçlarıyla pompalandığı gibi gıda üretiminin azlığından değil, dağılımın adil olmamasından kaynaklanıyor. Bunun en iyi kanıtı bir yandan Afrika’da açlar varken, diğer yandan gelişmiş ülkelerdeki obezlerin bulunması.
Daha geçen yıl dünyadaki açlık ve gıda güvenliği gibi sorunların ele alındığı Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün İtalya’nın başkenti Roma’daki zirvesinde genel sekreter Jacques Diouf dünyayı tehdit eden açlık sorununun çözümü için, sadece 44 milyar dolara gereksinim olduğunu söylememiş miydi?
Peki o günden bu yana ne oldu? En azından ülkeler, silahlanma harcamalarından bir miktarını açlığın sona erdirilmesi amacıyla o bölgelere aktardılar mı? Bunu yanıtlamak kolay. Çünkü
Günümüzde, hızla değişen hayat şartları toplumların sosyolojik ve ekonomik değerlerini de derinden etkileyerek, yeni değer yargılarının oluşmasına neden oluyor. Bu hızlı değişim içersinde kadın ve erkek ilişkilerindeki denge kadının lehine işliyor. Günümüz toplumlarında kadın kendi ayakları üzerinde durabilen, haklarına sahip çıkabilen, ekonomik özgürlüğüne sahip bireyler haline dönüşüyor.
Bizim toplumumuza geldiğimizde bu olumlu değişimleri gözlemleyebilmemizin yanı sıra, madalyonun bir de öbür tarafına bakmamız gerekiyor.
Önceleri sofradaki yeri bile en arkada olan kadınlarımız, cumhuriyetin ilanıyla birlikte hak ve özgürlüklerine kavuşmuş, bu alanda dünyaya örnek olmuştur. Örneğin birçok dünya toplumunun kadınından önce seçme ve seçilme hakkına sahip olmuştur.
Bugün gelinen nokta, bu hızlı ve güzel değişimlere kadınlarımızın yeterince sahip çıkamadığını ya da çıkmalarına izin verilmediğini gösteriyor. Basında yer alan şiddet olayları bu acı gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Okumasına izin verilmeyen, küçük yaşta istemediği adamlarla evlendirilen, tek görevinin doğurmak ve çocuklara bakmak olduğu fikri beynine işlenen, çalışmasına izin verilmeyen, eşini
Dünyada süt talebi giderek artarak 2020 yılında 350 milyar litreye ulaşacak. UHT süt (dayanıklı süt, uzun ömürlü süt) paketleme konusunda dünyada tekel olan Tetra Pak’ın yaptığı çalışmaya göre, 2020 yılına kadar süt ve aromalı süt gibi ürünlerin tüketimi dünya ölçeğinde yüzde 30’luk bir artışla 270 milyar litreden 350 milyar litreye çıkacak. Raporda, bu artışta, Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki orta sınıfın gelişmesiyle birlikte oluşan refahın etkili olacağı bildiriliyor.
Ülkelerin ekonomik durumunun düzelmesi, kadınların daha fazla iş dünyasında rol almasıyla birlikte işlenmiş gıda ürünlerine olan talep artıyor. Örneğin 2014 yılında satışların yüzde 55’i paketlenmiş sütten olacakken, bu oranın 2020’de yüzde 70’ler seviyesine ulaşacağı tahmin ediliyor.
Türkiye’de de benzer durum söz konusu. TÜİK’in raporuna göre, 2010 yılında 2009’a göre hayvan sayılarında yüzde 6.2 ile 22.7 arasında artışlar gerçekleşti. 2011 yılında da bu artışların olacağı tahmin ediliyor. Hayvan sayıları artarken, üretilen süt miktarı da doğal olarak artarak 2010 yılında 13 milyar 600 milyon litreye ulaştı. Miktarın 2011 yılı sonunda 14 milyar litre olacağı öngörülüyor. Bu rakam, dünyanın en büyük süt
Yurt genelinde üniversiteler açıldı, ve ben de kendi fakültemde ilk dersime girdim. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da üst sınıfların gözlerinde bir umut ışığı göremedim. Sadece çetin eleme sınavlarından geçerek, birinci sınıfa başlayanlar neşeli ve umutlu. Ancak onlar da yurt veya ev bulamamanın sıkıntısı içerisindeler. Devletin barınma olanaklarını daha çok artırmasını istiyorlar. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden üniversitelere giden öğrenciler zor koşullarda yaşıyor ve en iyi beslenmeleri gereken yaşlarda yeterince gıda alamıyorlar. Yeterince paraları olmadığı için de, ne kitap alabiliyorlar ne de kültür sanat etkinliklerine katılabiliyorlar. Sosyal devletin rolünün burada ortaya çıkması gerekmiyor mu ne sizce?
Evet üniversite gençliği gelecek kaygısı taşıyor. Bin bir emekle zar zor girdikleri bölümlerden, her türlü güçlükle mücadele ederek mezun oluyorlar ve sonuçta çoğu hak etmedikleri şekilde işsiz kalıyor. O derece ki, şoför ya da hizmetli olarak çalışmak amacıyla doktora yapmış kişiler milletvekillerine başvurabiliyor.
Esas sıkıntıyı ise aileler yaşıyor. Çocuğu mezun olduktan sonra iş peşine düşüyorlar. Umutla çalmadık kapı bırakmıyorlar, torpil arıyorlar.
Peki
Yerküre fosil yakıtlardan çok çekti. Ülkeler gelişmeleri uğruna, insanlığı bir tarafa bırakıp dünyamızı kirlettiler. Yaşanacak başka dünya olmadığını idrak edince de göstermelik protokoller ve iklim konferansları düzenlemeye başladılar. Konferanslarda da fatura hala küresel ısınmada hiçbir günahı olmayan gelişmemiş ya da az gelişmiş ülkelere kesilmek isteniyor. Ne ABD ne de Çin anlaşmaya yanaşmak istemiyor.
Nitekim bilimsel veriler yerküremizin sera gazı salınımının olağanüstü artması nedeniyle ısındığını ve iklim kuşaklarının 150 ile 500 km. kuzeye doğru kayma eğiliminde olduğunu, su kaynakları hızla azaldığını ve kirlendiğini gösteriyor.
Bunlara karşın özellikle AB ülkelerinde gelecek için bazı umut verici önlemler alınıyor. Örneğin Almanya, Fransa gibi ülkeler nükleerden vazgeçip, yenilenebilir enerjiye geçeceklerini açıklıyorlar. Bizde de benzer şeyler olmuyor değil. Örneğin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), piyasaya akaryakıt olarak arz edilen benzin türlerine, 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren yüzde 2, 1 Ocak 2014 tarihi itibariyle de en az yüzde 3 oranında yerli tarım ürünlerinden üretilmiş etanol ilave edilmesini kararlaştırıyor.
Biyoyakıtlar, yenilenebilir
Anaokulu ve ilköğretim çağındaki çocukların fiziksel büyümeleri ile zeka gelişimleri oldukça hızlı olduğu için, özellikle bu yaşlarda dengeli beslenmeleri son derece önemli. Çocuklar bu yaşlarda kazandıkları alışkanlıkları da, yaşamları boyunca devam ettirirler.
Okul çocuklarının beslenmesinde kahvaltının çok özel bir yeri bulunur. İyi bir kahvaltı okul başarısını olumlu yönde etkiler. Akşam yemeği ile kahvaltı arasındaki yaklaşık 10-12 saatlik süreden sonra, çocuk açlık düzeyinde olur. Yapacağı iyi bir kahvaltı onu mutlu bir güne hazırlar. İdeal bir kahvaltıda çocuklar süt, peynir, yumurta, zeytin, bal veya pekmez, ekmek gibi gıdaları tüketmeliler. Özellikle süt, çocukların dengeli protein, kalsiyum ve karbonhidrat almaları için son derece önemli. Günde yarım litre süt içen çocuk günlük hayvansal protein ve kalsiyum ihtiyacının yarısını karşılar.
Bu anlamda İzmir Büyük Şehir Belediyesinin uyguladığı “Okul Sütü Programı”nın çocukların beslenmesinde ne denli önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Özellikle süt alamayan velilerimizin çocuklarına, günde bir bardak süt içirilmesinin, sağlıklı nesiller yetiştirilmesindeki önemini ileriki yıllarda daha iyi
Türkiye üniversitelerinde elde edilen bilimsel araştırmaların sonuçları, maalesef pratiğe aktarılamıyor. Üniversite-sanayici-halk zincirindeki kopukluk yıllarca giderilemedi. Sanayici üniversitelerin ilgisizliğinden, üniversitelerde sanayinin arge (araştırma-geliştirme) konusundaki ilgisizliğinden şikayetçi.
Kim kimden ya da kim neyden şikayetçi olursa olsun, mutlaka her iki kesimin önce birbirleriyle, sonra da halkla kucaklaşmaları gerekiyor.
Devlet de bu konuda üzerine düşeni yapmaya çalışıyor. Nitekim üretim sektörlerinin işbirliği sağlanarak, ülke sanayinin uluslararası rekabet edebilir ve ihracata yönelik bir yapıya kavuşturulması maksadıyla teknolojik bilgi üretmek, üründe ve üretim yöntemlerinde yenilik geliştirmek, ürün kalitesini veya standardını yükseltmek, verimliliği artırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, teknolojik bilgiyi ticarileştirmek, teknoloji yoğun üretim ve girişimciliği desteklemek, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yeni ve ileri teknolojilere uyumunu sağlamak, bilim ve teknoloji yüksek kurulunun kararları da dikkate alınarak teknoloji yoğun alanlarda yatırım olanakları yaratmak, araştırmacı ve vasıflı kişilere iş imkânı yaratmak amacıyla 2001
Yıllık iznimi ve bayram tatilimi doğduğum ilçe olan Kuşadası’nda geçirdim. Özellikle bayram tatili süresince nasıl olsa dönüşte bol bol ilgileneceğiz düşüncesiyle, memleket meselelerine kafayı pek takmadım. Doğrusu insan anne-babasıyla ve akrabalarıyla moral buluyor. Özellikle yaşlılarla ilgilenmek bir başka güzel. “Yaşlısı olmayanın genci olmaz” diye ne güzel söylemişler...
Bayram dönüşü pazartesi, Bişkek (Kırgızistan) biletimi değiştirmek için THY’nın Heykel’deki bilet satış bürosuna uğradım. Büroya geçmeden önce martı ve vapur seslerinin birbiriyle dans ettiği Pasaport’ta çay içip, kahvaltı yaptım. Bu esnada da gazeteleri yukarıdan aşağıya taramaya başladım. Ve gördüm ki bıraktığım yerdeyim...
Şehit asker cenazelerini ve yeni şehit olan polislerin haberini içim burkularak okudum. Terör bayramda bile ara vermemiş. Gencecik fidanlar soluyor. Ateş ise düştüğü yeri yakıyor.
Ya bayram tatili boyunca trafik teröründen yitirdiklerimize ne demeli. Gerçekten çılgın bir milletiz. Yolda araba kullanmaya korkuyor insan. Deli gibi hız yapmalar, yakın takip etmeler, kırmızı ışıkta geçmeler...
Türkiye’de otomobil kullanmak gerçekten cesaret işi.
Gazetelerde aşağıya doğru