Günümüzde, hızla değişen hayat şartları toplumların sosyolojik ve ekonomik değerlerini de derinden etkileyerek, yeni değer yargılarının oluşmasına neden oluyor. Bu hızlı değişim içersinde kadın ve erkek ilişkilerindeki denge kadının lehine işliyor. Günümüz toplumlarında kadın kendi ayakları üzerinde durabilen, haklarına sahip çıkabilen, ekonomik özgürlüğüne sahip bireyler haline dönüşüyor.
Bizim toplumumuza geldiğimizde bu olumlu değişimleri gözlemleyebilmemizin yanı sıra, madalyonun bir de öbür tarafına bakmamız gerekiyor.
Önceleri sofradaki yeri bile en arkada olan kadınlarımız, cumhuriyetin ilanıyla birlikte hak ve özgürlüklerine kavuşmuş, bu alanda dünyaya örnek olmuştur. Örneğin birçok dünya toplumunun kadınından önce seçme ve seçilme hakkına sahip olmuştur.
Bugün gelinen nokta, bu hızlı ve güzel değişimlere kadınlarımızın yeterince sahip çıkamadığını ya da çıkmalarına izin verilmediğini gösteriyor. Basında yer alan şiddet olayları bu acı gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Okumasına izin verilmeyen, küçük yaşta istemediği adamlarla evlendirilen, tek görevinin doğurmak ve çocuklara bakmak olduğu fikri beynine işlenen, çalışmasına izin verilmeyen, eşini ve hayatı sorgulaması ve soru sorması istenmeyen, sorgulamaya çalıştığında dayak yiyen, dayak yediğinde ailesinden ve yetkililerden beklediği desteği göremeyen, kocandır döver de sever de denilerek evine geri gönderilen kadınlar, son olarak boşanmak istediğinde eşi tarafından yaşama hakkı elinden alınan bireylere dönüş üyor.
Bundan daha da acı olanı ise, eşi tarafından şiddete maruz kalan ve bunu toplumdaki konumundan dolayı dillendiremeyen kadınlarımızın durumu. Yapılan araştırmalar üniversite mezunu kadınların yine üniversite mezunu olan eşleri tarafından şiddete uğradığını fakat bunu toplumsal kaygılarından dolayı açıklayamadığını gösteriyor.
Geçen hafta açıklanan Avrupa Birliği ilerleme raporunda da kadına şiddet konusunda Türkiye’nin ödevlerini yerine getiremediği bildiril iyor. Yani ne acıdır ki kadınlarımıza uyguladığımız şiddet, yabancıların hazırladığı raporlara bile konu oluyor.
Son yıllarda gözlenen şiddet olaylarının asıl nedenleri arasında, ekonomik krizlere bağlı işsizlik ve bunun sonucu olarak eşler arasındaki tartışmalar büyük paya sahip. Diğer nedenlere de sinema ve televizyondaki görsel şiddetin artışı, yapılan haberlerde ve programlarda şiddetin meşrulaştırılmış olması gösterilebilir.
Bu noktada basına da büyük görevler düşüyor. Yapılan programlarda ve haberlerde bu konuya gerekli hassasiyetin gösterilmesi, toplumun bilinçlendirilmesi için gereken özenin sağlanması gerekiyor. Gözlerimizi kapayarak yada kulaklarımızı tıkayarak bu konuyu çözüme ulaştıramayız ama bu tarz konularda reyting ve satış tirajlarının gölgesi altında haber hazırlarken belki biraz daha hassas davranabilir, biraz daha hak ve özgürlüklere saygı duyabiliriz.