Haber sitesi başlık atmış şaşırmışçasına: “Suudi Arabistan ve İsrail ‘tarihi uzlaşıya’ yakınlaştı.”
Yakınlaşmasınlar mı? Uzlaşmasınlar mı? “Tarihi uzlaşı” ifadesi de tırnak içinde. Olmayacak, olmaması gereken acayip bir şeymiş gibi! Aşina olan nedir o zaman? Hep kavga, hep dövüş; hep öldürme, hep sakat bırakma mı?
Trump, başkan gibi başkan olmadığı için olacak, yaptığı diğer icraatlar gibi, esasen derin ABD’nin kimbilir hangi derin planları için hazırlayıp kotardığı Orta Doğu’da Arap ülkeleriyle İsrail arasında kimi 1967’den kimi 1973 ve 1982’de olmuş bitmiş ama hala bir barış anlaşmasıyla sonuçlanmamış Arap-İsrail savaşlarını bitirmeye yönelik uzlaşma planına çoğu kişi sıcak bakmadı. Aralarında benim de olduğum bazı kişiler, bu uzlaşmanın İsrail’in işgal altında tuttuğu Arap topraklarına temelli yerleşmesi gibi bir art niyet taşıdığını iddia etti. Bazıları bunun Musevilere Mısır’dan gayrimenkul edinmesi için, Trump’ın emlakçı damadı Jared Kushner ile bir “dümeni” olduğunu öne sürdü.
Neden?
Azerbaycan’da “Zafer Yolu” olarak bilinen Fuzuli-Şuşa otoyolunun Hocavend ilinden geçen kesiminde yola yerleştirilen mayının patlaması üzerine 7 polis memurunun can verdiği terör saldırısı, bardağı taşıran son damla oldu; Azerbaycan, Dağlık Karabağ bölgesinin birkaç yerinde tutunmuş Ermeni çetelerini ortadan kaldırmak için nihai operasyona başladı. Operasyonun ilk saatlerinde yapılan üç açıklama dikkat çekici idi:
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Dağlık Karabağ’da Ermenistan askeri personeli bulunmadığını ve Azerbaycan’ın operasyonunun iki ülkeyi savaşa sürüklemeyeceğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sözcüsü, “Fransa, Azerbaycan’ı operasyonu derhal durdurmaya ve uluslararası hukuka saygı göstermeye çağırıyor,” dedi, operasyonu “kabul edilemez saldırı” diye niteledi ve Macron’un Azerbaycan’a “güçlü bir yanıt verilmesi amacıyla Avrupalı ve ABD’li ortaklarıyla yakın iş birliği içinde çalıştığını” söyledi. ABD Senatosu
Paşinyan’ın “Hata ettik; Karabağ Azerbaycan toprağı olduğu halde saldırarak hem hukuku ihlal ettik hem ülkemizi mahvettik” mealindeki demecinin üzerinden 24 saat geçmeden, ülkenin, ABD ile ortak askeri manevralara başladığı açıklanıyor:
“ABD’nin Ermenistan Büyükelçiliği, Erivan’daki 10. Dağ Tümeni Komutanı Tümgeneral Gregory Anderson ile ABD Ordusu Avrupa ve Afrika Operasyonlardan Sorumlu Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Patrick Ellis’e ‘Hoşgeldin’ diyor. Tümgeneral Anderson ve Tuğgeneral Ellis, Zar Eğitim Alanında Eagle Partner tatbikatını gözlemlediler. 11-20 Eylül tarihleri arasında Ermenistan’da düzenlenen Ortak Kartal tatbikatı, bir barışı koruma eğitimidir. Yaklaşık 85 ABD askeri, yaklaşık 175 Ermeni askerinin yanında eğitim görüyor.”
Bu açıklamanın da mürekkebi kurumadan, Ermenistan’ın Hindistan’dan 90 adet geliştirilmiş çekili topçu sistemi (ATAGS) sipariş ettiği ve bunun ilk partisi olan 6 adet 155 milimetrelik obüsün teslimatının gerçekleştiği
G-20’nin bile ikiye bölünmesine sebep olduğunu gördükten sonra, Ukrayna Savaşı’na, 1962 Küba Krizi’nden bu yana ABD ve bazı AB üyeleri ile Rusya’yı karşı karşıya getiren en büyük bunalım gözüyle bakabiliriz. O zaman bu bölünmeyi Doğu-Batı blokları diye niteliyorduk. NATO topluca Batı Bloku, Rusya ve Varşova Paktı’ndaki 7 ortağı Doğu Bloku diye adlandırılırdı. (Resmi adı Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması olan Varşova Paktı 1991‘de lağvedildi; hatırlamayacak gençler için üyelerinin Sovyetler Birliği, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ve Romanya olduğunu belirtebilir miyim?)
Ukrayna Savaşı’nın bir numaralı sorumlusu, hala Doğu Bloku’nun özlemini çeken ve bu sebeple rasyonel düşünmeyen, dünyadaki yeni şekillenmelerin fazlaca farkında olamayan Putin’dir. Ancak onun yerine mesela eski Sovyetleri yeniden canlandırma hayali bulunmayan herhangi bir liderin karşısına, Rus işgalindeki topraklarını kurtarmak isteyen, NATO silahlarıyla, Amerikan dolarlarıyla donattığınız
ABD ve Avrupa medyasında gün geçmiyor ki Türkiye’nin “yeniden batı ailesine katılması” için bir çağrı yayınlanmasın. Hepsinde aynı terane: Bizim idealleştirdiğimiz bir Türkiye vardı. Erdoğan geldi, o Türkiye’yi batıdan uzaklaştırdı; İslamcı kuşağa yanaştırdı. Biz eski Türkiye’yi istiyoruz.
Bir kere bu rasyonel, bu akıl yürütme tarzı hatalı. Türkiye bir yere gitmiş değil. Türkiye gemisi hala batı limanına demir atmış ve halatı NATO iskelesine bağlı.
Ama Türkiye artık PKK ile mücadelesinde kullanmasını önlemek için mermileri sayarak verdikleri “ortak” değil. Sattığınız insansız hava araçları, Ankara’dan önce Tel Aviv’e ve Washington’a rapor veriyordu; artık vermiyor. Çünkü Türkiye İHA’sını, SİHA’sını kendisi yapıyor.
Bu tür makalelerden bir sonuncusunda, Türkiye’nin batı ittifakına kabulü için bir dizi şart sıralanıyordu; maddelerden biri de Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemlerinin geri verilmesiydi. Türkiye’nin bu tedarik kararı kınanırken
Soçi Zirvesi bu kez, beklenen tarzda bir sonuç vermedi; ama Putin’in yeni bir hamlesine tanık olduk. Ancak yine de Erdoğan ile ortak basın toplantısında ortaya yeni şartlar ileri sürerken dahi Putin’in yapıcı bir dil kullandığına dikkat etmek gerekiyor.
Putin’i, her sözü ve eylemi ile beğenmek, baş tacı etmek, Rusofil popülistler için dahi imkansız. Batılı, Sovyet hayranı sosyalistler bile, başka şeyleri eleştirmeseler bile, iktidar değiştiremeyen seçim formülünden sonra Rusya Federasyonu’nun desteklenecek, tutulacak bir yanı olmadığını, makalelerinde, kitaplarında gizlemiyorlar.
Rusya, Ukrayna ve Belarus’un akraba halkları arasında önce rekabetçi bir söylem, ardından, “Senin toprağın-benim toprağım” kavgaları ve nihayet Rusya’nın işgal ve ilhak eylemleri, ABD ve NATO’nun bazı üyelerinin, çok eski “Rusya’yı parçalama” dürtülerinin yeniden harekete geçmesi ile sonuçlandı. Bu üç ülke arasındaki düşmanlığı bir Rusya Savaşı’na çevirmenin kolaylığı, ABD’nin
Irak ve Suriye’ye ilişkin haberleri uluslararası kaynaklardan izliyorsanız, Arab Tribesmen/Arap Kabilelileri ifadesini görünce özellikle dikkat etmelisiniz; çünkü haber kaynağı muhtemelen ya ABD’nin ya da Rusya’nın borusunu çalıyor demektir.
Kolay anlaşılabilir olmayan bir dizi sebeple, Rusya ve ABD, Suriye’de ve Irak’ta birbirine karşıt gibi görünse de esasen birbirine paralel çıkarlar izliyorlar. Rusya ve ABD gibi hem istihbarat hem de güvenlik aparatları dünyada eşsiz olan iki ülkenin karşısına, “Siz ulusal çıkarınızın nerede olduğunu bilmiyorsunuz; yanılıyorsunuz!” diye çıkmak mümkün değildir. Bu iki ülkenin Suriye ve Irak siyasetlerini kendi çıkarlarına uygun bulmayan (örneğin Türkiye gibi) ülkelerin yapacağı iş uzun vadede savunma ve enerji bağımsızlığını sağlama yönünde güçlü adımlar atmak, kısa vadede ise, ABD ve Rusya’nın yöneliminden bizim gibi rahatsız olan gruplarla mevcut şartların elverdiği yöresel ittifak ve iş birliği ile elini güçlendirmektir.
Rusya
Tam 60 yıl önceydi; Maine eyaletinin Kennebunkport kentinden Kırıkkale Lisesi’ne İngilizce öğretmeni olarak gelmiş, genç bir adam: Frank Pickering, bir ay kadar önce, bizim okulumuz tatilken, bir milyona yakın “zenci”nin bulundukları yerlerden başkent Washington’a yürüyüş yaptığını, 28 Ağustos 1963’te, Martin Luther King isimli bir “papaz”ın 200 bin kişinin toplandığı Lincoln Anıtı’nda konuşma yaptığını anlatıyor. Konuşmacının her cümlesine “I have a dream” diye başladığını, buradaki “Dream” kelimesinin “rüya” diye değil “hayal” olarak çevrilmesi gerektiğini söylüyor. Ne de olsa ders, “İnsan Hakları” değil İngilizce!
Bugün ders İngilizce değil! King’in konuşmasını satır satır okuduğunuzda, 60 yıl sonra bugün, sadece ABD’li beyazların değil, Sırbistan’da Sırpların, Batı Trakya’da Yunanların, Ukrayna’da Rusların, Bağdat’ta Arapların, Türkiye’de bizlerin, özetle tüm dünyada tüm insanların, ırkçılığa karşı alacağı bir İnsan Hakları