Böcekler her yıl yüzde 2.5 oranında yok oluyor. Oran çok yüksek. Adeta böcek aleminin çöküşüne işaret ediyor. Peki böceklerin katili kim?
Bir tırtılın üzerine basan bir kırlangıç öldürmüş demektir... Erik Wickenburg’un bu ifadesi; ekosistemdeki canlı zincirinin tek cümlelik özeti adeta. Doğadaki her canlı birbirine bağımlı. Ne arı çiçeksiz yaşayabilir ne de çiçek arısız çoğalabilir. Zincirden bir halka eksildiğinde diğer halkalar da tehlikeye giriyor. Belki birçoğumuz bunun farkında değiliz ama kaderimiz diğer canlıların elinde. Varlığından haberdar bile olmadığımız ya da hiç önemsemediğimiz canlı türleri yok olduğunda, bizim kıyametimiz de başlamış oluyor.
Bugün bu riski, gezegende birlikte yaşamaktan hiç de keyif almadığımız böcekler için fazlasıyla hissediyoruz. Çünkü yapılan bir araştırma, böcek popülasyonunun dramatik bir şekilde azaldığını ortaya koyuyor. Biological Conservation dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, böcekler her yıl yüzde 2.5 oranında yok oluyor. Oran çok yüksek. Adeta böcek aleminin çöküşüne işaret ediyor. O alem ki, yeryüzündeki insan ağırlığının 17 katı. 30 milyon tür böcek yaşıyor evrende ve gördüğümüzde ‘Iyyy’ dediğimiz o böceklere göbekten bağlıyız.
‘Sıfır atık’ hedefindeki Türkiye’nin en güncel meselelerinden biri; kompost. Yani organik atıkların, çöp olmaktan çıkarılıp gübreye dönüştürülmesi. Maalesef Türkiye’de bunun oranı yüzde 0,5’lerde. Oysa, çöpe giden gıda atıklarının önemli bir kısmı aslında doğaya besin olarak dönebilir .
Mesela kahve. Her gün ortalama 2 milyar fincan kahve tüketiliyor. Bu, binlerce ton kahve posası atığı demek. Ve kahve posası aslında ciddi bir metan kaynağı. Metan, küreyi karbondioksitten 86 kat daha fazla ısıtan bir gaz. Ama toplumun neredeyse tamamı bu posayı direkt çöpe atıyor. Oysa, alternatifi yok değil. Kompost yönetimi devrede olduğunda çöpe giden o posa değerli bir atığa dönüşebiliyor. Çünkü içeriğinde zengin doğal yağlar var. Hepsi kahveye geçmiyor ve bir bölümü posada kalıyor.
Ve o yağlar kolaylıkla biyodizel yakıt oluyor. Hem de biraz alkol biraz gliserinle. Ayrıca biraz bekletildiğinde de iyi bir gübreye dönüşebiliyor. Zaten epeydir, bazı kahve zincirleri gübre olsun diye, telvelerini paketleyerek müşterilerine veriyor. Böylelikle atmosfere metan salacak o atık, toprak için besin haline geliyor. Kahve atığının bir diğer kullanım alanı da ‘kahve kütükleri’. İngiltere’deki kahve geri
Uludağ Üniversitesi’nden 2 bilim insanı Bursa’nın Gürsu ve Kestel ilçelerindeki meyve üreticilerinin kapılarını çalıp, pestisit kullanımına dair tutum ve davranışlarını ölçtü. Sonuçlar ürkütücü.
Mesela bizim burada Tuta diye bir zararlı çıktı. Buna karşı yılda 12 kez ilaçlama yapan çiftçi gördüm. Çılgın bir ilaçlama yapıldı. O ürünü yiyemezsiniz”... Bu ifadeleri yazdığımda yıl 2012’ydi. Manisalı bir çiftçi kadının ağzından, bölgesindeki pestisit kullanım alışkanlığını aktarmıştım. Aradan 7 yıl geçti. Maalesef değişen hiçbir şey olmadığını bilimsel araştırmalarla görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde bir akademik çalışma gözüme ilişti. Bu hafta sizlerle de paylaşmak istiyorum. Zira çalışma, soframıza gelen meyve-sebzeyi üreten çiftçilerin, tarım zehirleri hakkında nasıl bir bilince sahip olduğunu göstermesi açısından oldukça çarpıcı.
Uludağ Üniversitesi’nden iki bilim insanı yapmış araştırmayı. Bursa’nın Gürsu ve Kestel ilçelerindeki meyve üreticileriyle yapılmış çalışma. Üreticilerin kapılarını çalıp, pestisit kullanımına dair tutum ve davranışlarını ölçmüş bilim insanları. İki bölgedeki toplam 9 mahallede armut, elma ve şeftali üreten 75 çiftçiyle yüz yüze görüşmeler yapılmış. Ne kadar
Türkiye, yerel düzeyde çöpsüz yaşamı mümkün kılmak üzere 951 ilçede ‘Sıfır Atık Kasabası’nı arıyor.
Kullan-at bebek bezlerinin yarattığı kirliliğe değinmiştik geçen hafta. Daha önce de bu köşede, tek kullanımlık plastiklerin yarattığı tehlikeyi yazmıştık. Ama çöp sorunumuz yazmakla bitecek gibi değil. Maalesef çöple imtihanımız çok kötü. Türkiye’nin köklü bir çözüme ihtiyacı var. ‘Sıfır Atık Projesi’ bu açıdan oldukça önemli.
Emine Erdoğan’ın himayesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yürütülen projenin hedefi, Türkiye’nin çöp sorununu toplumda geri dönüşüm bilinci yaratarak çözmek. Bu amaçla ilk sıfır atık uygulaması Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde hayata geçirildi. Kısa sürede de önemli neticeler alındı. 10 ton metal atık ayrıştırıldı, 30 ton kağıt, çöp yerine geri dönüşüm tesisine gitti. Şimdiki hedef, aynı projeyi küçük bir yerleşim biriminde de uygulamak. Nihai hedef ise, Türkiye’yi Kamikatsu’ya dönüştürmek. Zira, Kamikatsu sıfır atık felsefesinin kıblesi. Kamikatsu, Japonya’da bir kasaba. Yaklaşık 1500 nüfusu var. Ve o nüfus, yıllardır önemli bir hedefin peşinde; çöpsüz yaşam. Çöp kamyonları yok. Atıklarını kendileri ayrıştırıp, geri dönüşüm tesisine götürüyorlar.
Tek kullanımlık bebek bezleri tek seçenek değil; çevreci ebeveynler yıkanabilir bebek bezine büyük ilgi gösteriyor.
Bebek bezleri cep yakıyor. Fiyat artışı, ‘change.org’ta kampanya başlatılacak düzeye ulaştı. Bir paket beze 200 lira veren ebeveynler üretici firmadan indirim istiyor. İmzacı sayısının kısa sürede 25 bine ulaştığı kampanyada, tek kullanımlık bebek bezleri için, “temel ihtiyaç maddesi” denilmiş. Evet bebek bezi temel ihtiyaç maddesi. Ancak, kullan-at bezler tek seçenek değil. Eskiden olduğu gibi yıkanabilir bezler pekala kullanılabilir. Böyle bir akım da yavaş yavaş başlıyor zaten. Özellikle de çevreci ebeveynlerde yıkanabilir bebek bezine (YBB) yönelik ciddi bir eğilim var. Sosyal medyanın etkisiyle bu konuda ciddi bir bilinç oluşmaya başlamış. Facebook’taki YBB grubunun, 7 binden fazla üyesi var. Orada ebevynler hem deneyimlerini paylaşıyor hem de yıkanabilir beze geçiş yapmak isteyenlere pratik bilgiler veriyor.
İncelediğim kadarıyla YBB’ye geçiş ilk başta çok ucuz değil. Ama birkaç yıllık kullanım gözönüne alındığında oldukça hesaplı. Yaklaşık 10 YBB ile çocuğunu 2 yaşına getiren anneler var. Asıl önemli yönü ise çevreci ve sağlıklı olması. YBB ile çocuğunuzun
Yörüklerin ve koçerlerin yüzlerce yıldır yayla ve kışlakları arasında gerçekleştirdikleri göç, küresel ısınmayı azaltıyormuş!
Ekosistem ve biyoçeşitlilik küresel ısınma tehdidiyle yüz yüze. Yerküre, her geçen gün sınıyor. Ve dünya ısındıkça, buna adapte olamayan türlerin soyları tükeniyor. Bu gidişi durdurmak için politik hedef; sıcaklık artışını 2 derece ile sınırlandırmak. Ancak 2 derecelik artış bile, Akdeniz’deki türlerin yüzde 30’unu kaybetmemiz demek.
Aman canım birkaç çeşit ot ve böcek yok olursa olsun deme lüksümüz yok. Zira, türlerin yok oluşu, ekosistem için yıkım anlamına geliyor. Çünkü hepsi birbirine muhtaç. En kaba tabirle; etobur insanı doyurmak için otobur, otoburu büyütmek için de ot gerekiyor. Böyle bir tabloda pek azımızın farkında olduğu bir kesim var ki, süreci tersine işleten çok önemli bir faaliyet yürütüyor. Belki kendileri bile bunun farkında değil.
O kesim göçebe hayvancılar; yörükler ve koçerler. Bilimsel bir rapora göre, dünyanın hâlâ yaşanabilir olmasını biraz da onlara borçluymuşuz. Biz şehirlerde tüketim çılgınlığıyla evrene karbon salarken, onlar yaylalarda karbon salınımını azaltıyormuş. Yolda Girişimi’nin katkı sağladığı uluslararası rapor, böyle
Yapılan araştırma ABD’de satılan yulaf bazlı hazır kahvaltı yiyeceklerinin yüzde 70’inin, tolere edilebilir limitin üzerinde “glifosat” içerdiğini ortaya koyuyor.
Tarım zehirleri, gıdamızdaki en önemli tehdit. Çiftçilerin tarlada uyguladığı pestisitler, maalesef gıda yoluyla bize kadar ulaşıyor. Her öğünde birbirinden farklı çok sayıda pestisite maruz kalıyoruz. Bundan kaçmak da gün geçtikçe zorlaşıyor. Çünkü temel besin maddeleri kirlendi. İşte ABD’de yapılan bir araştırma.
Araştırma, ABD’de satılan yulaf bazlı hazır kahvaltı yiyeceklerinin yüzde 70’inin, tolere edilebilir limitin üzerinde “glifosat” içerdiğini ortaya koyuyor. Analiz edilen ürünler çok uluslu markaların ürettiği, kahvaltılık gevrek ve granola barlar. Laboratuvarda 11 markanın 19 ürünü test edilmiş ve ürünlerin tümünde glifosat kalıntısı saptanmış. Saptananların 13’ünde glifosat yoğunluğu, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği tolere edilebilir limitin üzerinde. Limiti 5-6 kat aşan örnekler var. Tehlikenin boyutunu görebiliyor musunuz? Zira yulaf, en temel tahıllardan biri. Yüzlerce işlenmiş gıdada kullanılıyor. Görülüyor ki, temel besin maddesi pestistle kirlendiğinde son üründe de zehirden kaçış mümkün değil.
Çocukla
Eczacı profesör İhsan Çalış’ın adını alan “Astragalus ihsancalisii” bitkisinin bir kanser hastasıyla başlayan hikayesi.
Yeryüzünün en büyük hazinesi doğa. Medeniyetimizi doğal kaynaklara borçluyuz. Tükettiğimiz her şeyin kökeninde tabiat var. Karanlığı aydınlatan da doğa, hastalıkları iyileştiren de. Mesela ateşimiz yükseldiğinde söğüt ağacı kaynaklı molekülle iyileşiyoruz, sıtmadan kınakına ağacı sayesinde kurtuluyoruz. Bugün kanser ilaçlarının yarısından fazlasına bitki ve hayvan kökenli bileşikler sayesinde sahibiz. Ve bu muazzam düzenin kurulmasında kimi zaman rastlantılar da önemli pay sahibi.
90’lı yıllar... Ankara’da tedavi gören bir kanser hastasının klinik tablosu şaşırtıcı derecede iyileşiyor. Hasta, bu tabloyu araştıran doktoruna bir bitki özütünü içtiğini söyleyince; doktor bitkinin köklerini Prof. Dr. İhsan Çalış’a ulaştırıyor. Çalış, o dönem Hacettepe Üniversitesi’nde bitki kimyası çalışıyor. Aslında onun orada olması da rastlantı. Bitkiyi laboratuvarda analiz eden Çalış, o güne kadar literatürde hiç rastlamadığı 3 yeni molekülle karşılaşıyor. Bir bilim insanı için hayali bile zor olan bu keşif, onu sadece köklerine sahip olduğu bitkinin peşine düşürüyor. Önce Ankara