Yörüklerin ve koçerlerin yüzlerce yıldır yayla ve kışlakları arasında gerçekleştirdikleri göç, küresel ısınmayı azaltıyormuş!
Ekosistem ve biyoçeşitlilik küresel ısınma tehdidiyle yüz yüze. Yerküre, her geçen gün sınıyor. Ve dünya ısındıkça, buna adapte olamayan türlerin soyları tükeniyor. Bu gidişi durdurmak için politik hedef; sıcaklık artışını 2 derece ile sınırlandırmak. Ancak 2 derecelik artış bile, Akdeniz’deki türlerin yüzde 30’unu kaybetmemiz demek.
Aman canım birkaç çeşit ot ve böcek yok olursa olsun deme lüksümüz yok. Zira, türlerin yok oluşu, ekosistem için yıkım anlamına geliyor. Çünkü hepsi birbirine muhtaç. En kaba tabirle; etobur insanı doyurmak için otobur, otoburu büyütmek için de ot gerekiyor. Böyle bir tabloda pek azımızın farkında olduğu bir kesim var ki, süreci tersine işleten çok önemli bir faaliyet yürütüyor. Belki kendileri bile bunun farkında değil.
O kesim göçebe hayvancılar; yörükler ve koçerler. Bilimsel bir rapora göre, dünyanın hâlâ yaşanabilir olmasını biraz da onlara borçluymuşuz. Biz şehirlerde tüketim çılgınlığıyla evrene karbon salarken, onlar yaylalarda karbon salınımını azaltıyormuş. Yolda Girişimi’nin katkı sağladığı uluslararası rapor, böyle diyor. Rapora göre göçerler; tohum yayılımı, tür koruma, temiz hava, toprağın korunması, sellerin ve erozyonun önlenmesi, mikro iklimin düzenlenmesi ve karbon depolama gibi hayati alanlarda kritik bir rol oynuyor.
Pamukkale ovasında Sarıtekelilere ait küçükbaş sürüsü kışlak mekanında.
Muazzam bir canlılık transferi
Mesela biyoçeşitliliğilin korunması... Göçerlerin hayvancılık faaliyeti, göç yolları arasında ekolojik koridor yaratıyor. O koridorda da, milyonlarca tohum ve böcek; hayvanların tüyleri, yünleri, toynakları ve dışkılarıyla yer değiştiriyor. Örneğin bir koyun sürüsünün taşıdığı tohum sayısı 200 milyon. Muazzam bir canlılık transferi söz konusu yani. Buna ek olarak ekolojik koridor, yaşam alanlarını da birbirine bağlıyor. Böylelikle diğer türlerin yokluğunda yaşamaları mümkün olmayan bitkisel türler koruma altına alınmış oluyor. Hayvanların besin döngüsüne kattıkları gübreyle, ağaçları yenilemesi de cabası.
Bitmedi. Göçerlerin bir diğer faydası da otlakların sürdürülebilir olması. Zira o otlaklar, yeryüzüzünün en büyük karbon depolarından biri. Dünyayı ısıtan karbon emisyonu otlaklarda hapsediliyor. Ayrıca hayvanların suyu doğada mevcut olduğu yerde tüketmesi de, su kaynakları üzerindeki baskıyı azaltıyor. Yine ormanlık alanda gerçekleşen otlatma faaliyeti; yangın için yakıt anlamına gelen biokütleyi ortadan kaldırarak orman yangını riskini azaltıyor. Yangınların yayılmasını önleyen emniyet şeritlerindeki yanıcı otlar da göçebe hayvanlar sayesinde ortadan kalkıyor.
Belki de göçebe hayvancılığın doğal dengeye dair en hayati katkısı, topraktaki verim artışına yönelik. Zira, toprağa verim sağlayan organik maddelerin minerale dönüşmesi başlı başına hayvan kökenli bakterilerin marifeti. Toprağı besleyen hayvan gübreleri, hem toprağın ıslahını sağlayıp erozyonu önlüyor hem de meralardan tarım alanlarına besin geçişini sağlıyor.
Son bir not daha; sera gazı salınımına neden olan endüstriyel yemler, göçebe hayvancılıkta söz konusu değil. Ayrıca hastalıklara dirençli göçebe türler, gıda güvenliğinin en önemli paydası.