Kelimelerine zehir emdirilmiş şöyle fısıltılar dolaşımdaydı:
“Bir termik santral yangından bile korunamıyorsa nükleer santral çalışmaya başladığında çok daha büyük tehlikelerden nasıl korunabilecek?”
Böyle uğursuz, kademsiz söylemler dolaşıma sürülürken Kemerköy Termik Santrali’nin, alevlerden kurtarılabilmiş olması -kendi çapını aşan- önemdedir.
Evet...
Kemerköy Elektrik Santrali’nde -son saatlerde bile olsa- alevlerin üretim ünitesine varmadan önlenebilmiş olması, santralin kendi işlevinin ötesinde sembolik bir anlamı yansıtıyor.
GÖNLÜM YEŞİL ENERJİDE
Beyin ve gönül olarak “yenilenebilir enerjiden” yanayım.
Rüzgâr, güneş, -çevreye duyarlı olması koşuluyla- hidrolik “yeşil enerji” güzelim “mavi gezegeni” korumamızın gereğidir.
Bu “ihtiyat kaydını” düştükten sonra gene de bir zamanlar -yapımına karşı hareketin hararetli mensuplarından olduğum- Kemerköy Santrali’nin kurtarılmasındaki “önemi” vurguluyorum.
ÖZAL YAPTI
Merhum Turgut Özal’ın başbakanlıkta ilk yıllarıydı.
Ege’nin yüzük taşı gibi güzelliği olan Gökova’sında bir “termik santral yapmayı” kafasına koymuştu.
Üstelik bu santralde -en büyük çevre düşmanı- “linyit kömürü” kullanılacaktı.
Çünkü... Yakınlarda zengin bir linyit madeni vardı. Çoğumuza göre bu bir “doğa cinayeti” olurdu.
Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabında oluğu gibi “işlenecek cinayeti herkes biliyor ama kimse engel olamıyordu. Cinayet göz göre göre gerçekleşiyordu.”
Gökova’da kurulacak ve linyit yakarak çalışacak olan elektrik santrali de Gökova’ya asit yağmurları yağdıracak, Gökova’nın deniz canlılarını zehirleyecek, kristal gibi temiz havayı kirletecekti.
Bunlar yazılıyor, çiziliyor, söyleniyordu ama merhum Özal Nuh diyor peygamber
demiyordu. Santralin yapımında kararlıydı.
.......
Hatta bir grup “karşıt” gazeteciyi davet etmişti.
Santralin yapılacağı yere götürdü.
Hem kendi anlatarak hem santrali yapacak firmanın teknik adamlarını konuşturarak “konuk gazetecileri ikna etmeyi” denedi.
Başaramadı.
Karşıt gazeteciler bir yana...
Santrale en ciddi muhaliflerden biri de Özal’ın başdanışmanı -ödünsüz çevreci- Can Pulak’tı.
Can da Turgut Özal’a sabırla ve ısrarla bu projenin yanlışlığını söylemekteydi. Özal’ın kafasında artık soru işaretleri oluşurken santral de hızla ilerliyor, sona yaklaşıyordu.
ÖZAL GÖCEK’TE
Özal o süreçte yaz tatillerini Nurettin Koçak’ın teknesiyle Göcek koylarında geçirmekteydi.
Giderek denizi, koyları, Ege’yi, kıyılarla yanak yanağa ormanları içtenlikle sevmeye başlamıştı.
Pırıl pırıl sularda yüzüyor, ormanlarda yürüyüş yapıyordu.
Can Pulak da her vesileyle “Gökova/Ören’deki termik santralden Özal’ı soğutan” mutat konuşmalarını tekrarlıyordu.
POLONYA YOLCULUĞU
Santral inşaatının yüklenici firması Enka’ydı. Sahibi merhum Şarık Tara da “karşıt görüşte olanları Polonya’ya götürüyordu.”
Üretim ünitelerindeki bacalara konması düşünülen filtreleri gösteriyordu.
Fabrikanın teknik adamları “zehrin yüzde 99’unun filtreyle engellenerek tutulacağı” yolunda güvence veriyorlardı.
KİLİDİ AÇAN DEMİREL
Fakat bu arada ne oldu, merhum Özal nirvanaya mı yükseldi? Bilinmez.
Sanırım Can Pulak’ın ve çevrecilerin de etkisiyle Gökova’daki elektrik santralinin çalışmaya geçme aşamasında frene bastı.
Kimse de “şöyle yararlıydı, böyle harikaydı” diyerek santrale sahip çıkmadığı için, Kemerköy kendi haline bırakıldı.
Unutuldu.
.......
Ne zaman ki...
Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildi...
Merhum Süleyman Demirel başbakan oldu...
Bir süre sonra Kemerköy hatırlandı.
Demirel “Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı var. Koca tesis orada atıl bırakılamaz. Yazık değil mi milli servete” diyerek talimatını verdi.
Kemerköy, o talimattan sonra üretime geçti...
Yangına dönelim...
27-28 yıl sonra üretimini sürdürmekte olan Kemerköy Santrali’nde alevler yaklaşırken, -her ihtimale karşı- hidrojen tankları boşaltılmıştı, patlama olasılıkları önlenmişti.
.........
Yapılmakta olduğu -geç- 1980’li yıllarda ileride, bu santralin “çalışmayı sürdürmesini”, yürekten isteyebileceğimi ve alkışlayabileceğimi aklımın ucundan geçmezdim.
..........
Ancak...
Her şeyde bir hayır var. Mersin Taşucu’nda yapılmakta olan nükleer santralin yangın, deprem gibi afetlerden, karanlık sabotajlardan korunması için “süper” bile değil “hiper” güvenlik sağlanmalıdır.
Orada mesele “hidrojen tankları” gibi basit önlemlerle çözülemez.
Mega sorundur. Milyonların hayatı ve sağlığı söz konusudur.
Bu yazının devamı olarak herkese Netflix’teki “Çernobil Nükleer Santral
belgeselini” öneriyorum.
Avrupa’nın son diktatörü
İlginç bir rekabet...
“Belarus kadınlarının, Rus kadınlarından daha güzel oldukları” söylenir. Sebebi...
Belarus kadınlarının gözlerinin “yuvarlak”, Rus kadınlarının ise genellikle gözlerinin “çekik” olmasıdır.
Cengizhan ordularıyla bütün Rusya’yı fethetmiş ama Belarus’a girmemiş.
Cengiz’in çekik gözlü askerleri, Rusya coğrafyasında iz bırakmışlar ama Belarus’ta yoklar.
Belarus denince hep, akla “yuvarlak gözlü güzel kadınları” gelirdi.
Fakat bir süredir Belarus “Avrupa’nın son diktatörü tarafından yönetilen ülke” olarak tanınıyor.
Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko 27 yıldır iktidarda.
Resmî web sitesi onu “halkın politikacısı” ve “sıradan insanların başkanı” olarak tanımlıyor.
Fakat...
........
Bunun bir propaganda olduğu sır değil.
27 yıldır seçim usulsüzlükleri, insan hakları ihlalleriyle iktidarını pekiştirmek uğruna her şeyi yapan bir zorba olarak anılıyor.
Son marifeti Belarus’lu bir STK’nın başkanı olan Vitali Chichov’u öldürtmek.
Ukrayna’nın başkenti Kiev’deki bir parkta Vitali Chickov ağaca asılmış halde bulundu.
Belarus’taki dikta rejiminden kaçan muhalifleri korumakla görevli bir STK’nın Başkanı Vitali Chickov uzun süredir tehdit altındaymış.
Belarus gizli servis ajanlarının takibindeymiş.
Salı günü koşuya çıkmış.
Ertesi gün parkta asılı cesedi bulunmuş.
Olay medyaya “intihar kılığında cinayet” başlıklarıyla yansıdı.
Vitali Chickov ağaca asılı bulunduğunda, burnunun kırıldığı tespit edildi.
Belli ki şiddet kullanılmış.
.........
Belarus’lu atlet Tsihanouskaya da Tokyo Havaalanı’nda polise başvurarak “iltica” istedi.
Polonya derhal vize verdi.
Atlet “ülkeye dönerse Lukaşenko’nun hışmına uğrayacağından korktuğunu” söyledi.
Lukeşenko gerçekten iktidarını sürdürmek için muhalif politikacılara, gazetecilere, STK’lara hatta sporculara bile baskı yapıyor.
Kısa süre önce de Belarus üzerinden geçmekte olan bir Litvanya yolcu uçağını, savaş jetleri kaldırarak zorunlu iniş yaptırmıştı. Uçağın yolcuları arasında bulunan muhalif gazeteciyi polislerine aldırtıp hapse atmıştı.
.........
Avrupa Birliği’nde “Avrupa’daki son diktatöre daha ne kadar” tartışması gündemin ilk sıralarında.