Tansiyon birkaç çıt düştü.
Yunanistan’la ilişkilerde “sağduyu”nun cılız da olsa ışıkları görünüyor.
24-25 Eylül’deki AB toplantısı gündeminde Türkiye’ye yaptırımlar var.
Ancak...
O tarihten önce “Yunanistan ile masaya oturulacağının” işaretleri de alınmakta.
Bu arada Oruç Reis sismik araştırma gemisinin “ikmal” ve “tamirat” gerekçesiyle Antalya’ya çekilmesi ve “Navtex”in kalkması masada diyalog ihtimaline olumlu etki yapmış olmalı.
AB’nin 24-25 Eylül toplantısından önce tansiyonun birkaç tık düşmesi, Yunanistan’la masaya oturulması “Türkiye’ye yaptırımlar” için tezgâhları gerekçesiz hale getirebilir.
Macron’un elini zayıflatır.
Öyle görünüyor ki Merkel 24-25 Eylül’den önce masa başında oturtarak Macron’la kafa kafaya gelmek riskini ortadan kaldırmak istiyor.
Gelişmelerde Merkel’in ağırlığı hissedilmekte.
MASA İHANETLERİ
Türkiye ile Yunanistan daha önce de masaya oturmuşlar.
Anlaşmalar imzalamışlardır.
Ama “masa ihanetleri” bir değil çoktur.
Şöyle ki...
Yıl 1976, “Bern Anlaşması...”
Türkiye ve Yunanistan “kıta sahanlığının sınırlandırılmasıyla ilgili görüşmeler sonuçlandırılıncaya kadar” kaydıyla şu iki konuda anlaşmışlardır.
1- Karşılıklı olarak “tırmandırıcı” eylemlerden kaçınmak.
2- Tek taraflı deklarasyonlarda bulunmamak. (Örneğin... Yunanistan’ın 12 mil iddiası.)
11 yıl boyunca kıta sahanlığı konusunda karşılıklı görüşme yapılmadı.
Bern deklarasyonuyla oluşan “statü” devam etti.
...................
Yıl 1987, “Davos Süreci...”
Yunanistan’la ikinci kriz tırmanıştaydı.
Başbakan Papandreu hırçın bir kişilikti.
Buna karşılık, Özal ılımlı ve olumlu kişiliğiyle dünya kamuoyunda yapıcı bir imaj oluşturmuştu.
Kriz, Özal’ın “yumuşak güç” kullanımıyla aşıldı.
Buna Davos Süreci denildi.
(O sürecin başlangıç anısını yanda çerçeve içinde anlatıyorum.)
...................
Yıl 1997, “Madrid Anlaşması...”
Bodrum açıklarındaki Kardak kayalıklarına Yunanistan’ın bayrak dikmesiyle bir kriz daha patladı.
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller “O bayrak inecek, o asker gidecek” emrini vermişti askerlere.
Su altı komandolarımız yandaki kayalığa çıkıp Türk bayrağını diktiler.
Her an çatışma çıkabilirdi.
Devreye ABD girdi.
Türkiye ile Yunanistan arasında “Madrid Anlaşması” imzalandı.
Kriz aşıldı.
Anlaşmada şu iki madde önemlidir.
1- Yanlış anlamalardan kaynaklanan ihtilaflardan kaçınılması arzusu ve karşılıklı saygı temelinde “tek taraflı eylemlerden sakınılması” taahhüdü. (Kayalıklara bayrak dikmek gibi.)
2- Anlaşmaz-lıkların, ortak rızaya dayanarak ve kuvvet kullanımı veya kuvvet tehdidi olmadan barışçıl yollardan çözümlenmesi taahhüdü.
APO KRİZİ
Bu kez de “Abdullah Öcalan krizi” patladı.
Yunanistan Abdullah Öcalan’ın “koruyucusu” rolündeydi.
Hatta hiçbir ülke kabul etmezken rütbeli bir asker ve gizli servis ajanı Öcalan ve beraberindekileri alarak Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği’ne götürdü. Apo ve arkadaşları orada konuk edildiler.
Ama Amerika’nın Kenya’ya baskısı sonucu Türkiye’den gelen bir uçakta buldu kendini Abdullah Öcalan.
İlişkiler gene gerilmişti.
Bununla beraber...
İki Dışişleri Bakanı merhum İsmail Cem’le, oğul Papandreu’nun arkadaşlıklarıyla başlattıkları “barışma sürecinde” buzlar eridi.
Ve geldik bugünlere...
YUMUŞAK GÜÇ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu son zamanlarda sürekli “diyalog çağrısında” bulunuyor.
Bu çağrının “ön koşulsuz” olduğunu vurguluyorlar.
Bir zamanlar Özal’ın diplomasi üslubunu hatırlatan bu “son politika açılımı” olumludur.
Çünkü...
“Yumuşak gücün” etkisi sanılandan çok daha fazladır.
Türkiye’yi sürekli olarak meydan okuyan, ayranı kabardıkça tehdide yönelen bir görüntüyle dünya kamuoyuna yansıtan Atina’ya bir karşı hamledir.
Özellikle 24-25 Eylül AB toplantısı öncesinde umarız ki etkili olur.
.....................
Ayrıca...
Daha önceleri ABD ağırlık koyar, NATO için de baskı kurularak çözümlere ulaşılırdı.
Çoğu kez de Modus Vivendi ile sonuçlanırdı.
Yani...
“Temeldeki anlaşmazlığın çözümünü başka bir zamana bırakarak şimdiki durumla yetinmeleri biçimindeki anlaşma...”
Türkiye bir kez daha masa başı görüşmelerinden, AB ve NATO formüllerinden “Modus Vivendi” çıkartırsa -elbette kendi açıkladığı münhasır ekonomik bölge haritalarımızı geçersiz saydırtmayarak- başarı sağlamış olur.
ÖZAL ÇIKARMASI
Davos konferansındaydık.
“Çok gizli” kaydıyla dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın yakınlarından bir istihbarat almıştık.
Ertesi sabah 8’de “Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Papandreu gizlice buluşacaklarmış.”
Buluşmanın gerçekleşeceği mekânı da öğrendik.
Çok az sayıda gazeteci sabah 7’den itibaren mekânı görecek yerlerde sotaya yattı.
Ancak...
Ne Özal geldi, ne Papandreu...
ŞARAP VE PEYNİR PARTİSİ
Sonradan öğrendik ki buluşmaya çok az zaman kala “Papandreu randevuyu iptal etmiş.”
Turgut Özal’ın öfkelenmesi, ileri geri konuşması beklenirken, o tam tersini yaptı.
“Papandreu’nun, kaldığı otelde o günün akşamı bir şarap-peynir partisi yapacağını” öğrenmiş.
“Davetli değiliz ama gidelim sulh çıkarması yapalım” dedi.
Özal ve kurmaylarıyla biz Türk gazeteciler Papandreu’nun şarap-peynir partisine davetsiz konuklar olarak dahil olduk.
Papandreu şaşırdı, önce ne yapacağını bilemedi, sonra Özal ona doğru yürüyünce ev sahibi olarak Özal’ın uzattığı eli sıkmak zorunda kaldı.
Ne konuşacaklardı?
Papandreu, “Sizinle açık büfemizi gezelim. Şaraplarımız ve peynirlerimiz hakkında bilgi vereyim” dedi.
Turgut Özal arada bir peynirlerden tadıyordu, Papandreu’nun uzattığı çeşitli Yunan şaraplarından koyduğu bardakları dudağına götürüyor ama içmiyordu.
Özal şarap içmezdi ki.
Bu arada o da Papandreu’ya “Bizim şaraplarımız da çok güzeldir, peynir çeşitlerimiz çok lezzetlidir. Size göndermek isterim” diyordu.
Şarap-peynir partisine bu “davetsiz misafirlik” kısa sürdü.
Fakat...
Türk, Yunan basınında bomba gibi patladı.
Dünyanın bütün büyük gazetelerinde ilk sayfadan verildi.
Özal müthiş bir “yumuşak güç (soft power)” gösterisi yapmıştı.
Maraza arayan, tehdit eden değil, barış için el uzatan Türkiye imajını çizmişti.
Çok değerli dost, Koç Holding’in üst düzey yöneticisi, Vehbi Koç’un kızı, İnan Kıraç’ın eşi, İpek Kıraç’ın annesi, Semahat Arsel, Rahmi Koç ve Sevgi Gönül’ün kardeşi Suna Kıraç’ın vefatını derin üzüntüyle öğrendik.
Eşim Canan’la birlikte Koç ve Kıraç ailelerine ve Koç camiasına başsağlığı, sevgili Suna Kıraç’a da rahmet diliyoruz.