Psikiyatr Elisabeth Kübler-Ross ölüme yaklaşan hastaları incelerken “5 evre” gözlemlemiş.
……………
1 İNKÂR:
Hasta ölümcül bir süreçte olduğunu kabul etmez.
Ona göre “zaten hasta falan da değildir.”
Kesinlikle “ortada bir karışıklık” vardır.
Ancak…
Bu gerçeklik sürdürülemeyince ikinci evreye geçer.
2 ÖFKE:
Başına gelen bu ölümcül hastalık haksızlıktır.
Mutlaka bir suçlusu vardır.
Hasta bu evrede suçlu olan nedenleri arar, tepkiler gösterir.
3 PAZARLIK:
3’üncü evrede hasta bir tür pazarlığa geçer.
Eğer “bunu atlatırsa daha iyi bir insan olacağına” söz verir.
Eğer “pozitif düşünürse kendiliğinden geçeceğine” inanır.
4 DEPRESYON:
Bu en yakıcı evredir.
Hasta “pazarlıklarına rağmen öleceğini” anlar.
Kaçınılmaz sonun karşısında “yoğun bir çaresizliğe düşer.”
Artık onun için her şey anlamsızdır.
5 KABUL:
Bu “sonuncu” evredir.
Hasta kaçınılmaz sonunu kabul eder.
“Tamam, yenemiyorum, o halde elimden geldiğince hazırlanayım” der.
“Hayatını ve geçmişini düşünür.”
Daha sakindir.
ISINAN DÜNYAMIZA AĞIT
Gazetem Milliyet “küresel yükselen değerlere” duyarlı ve bu konuları yansıtan bir “niş” alanda yayınlar yapmakta.
İklim değişimi, hava, su ve toprağın kirlenmesi…
Küresel ısınma sorunları…
Dünyanın nabız atışlarını başlıklarında, sütunlarında buluyoruz.
……………….
Bu bağlamda psikiyatr Elisabeth Kübler-Ross’un “5 evresi” ile “dünyanın 5 evresi” arasında paraleli sunuyorum.
“Isınan dünyamıza ağıt” bu.
Evet…
Galiba…
“Dünyamız ölüyor ve biz farkında olmadan yasın 5 evresinden geçiyoruz.”
YERKÜRENİN AKCİĞERLERİ
2020’de yayımlanan bir araştırmaya göre, atmosferdeki karbondioksit seviyesi son 23 milyon yıl boyunca olduğundan daha yüksek.
24 saat içinde “dünyadaki tüm karbon salımını bitirsek” bile -ki bu hedeften çok ama çok uzağız- yine de yükselen sıcaklığın önüne geçemeyiz.
“Yerkürenin akciğeri” olarak bildiğimiz Amazon yağmur ormanları -kasti- çıkarılan yangınlardan ve iklim değişikliği kaynaklı kuraklıktan dolayı artık karbon ememiyor.
Tam tersine, karbon üretiyor.
Dünya ısındıkça buzullar eriyor ve buzulların altında milyonlarca yıldır hapsolmuş metan gazı serbest
bırakılmış oluyor.
Araştırmalara göre, metan karbondan çok daha güçlü bir sera gazı.
Isıyı çok daha hızlı artırıyor.
Yani…
“Dünya ısındıkça daha da fazla ısınacak.”
OKYANUSLARIN 26 BİN YILI
Okyanus ısınması bu yıl yeni rekorlar kırdı.
Denizler “dünya sisteminde biriken ısının yüzde 90’dan fazlasını depolar.”
Okyanusların büyük kısmı Kuzey Kutbu’na dâhil olmak üzere çok güçlü ısı dalgalarına maruz kaldı.
Okyanuslar ayrıca “insan kaynaklı karbondioksit emisyonlarının
4’te 1’ini emer.”
“PH” ne kadar düşükse, okyanuslar atmosferden CO2’yi içine o kadar az alır.
Bu yıl küresel ölçekte PH en az 26 bin yıldır hiç olmadığı kadar düşük.
Dünyanın yabancısı olan “ısı kubbeleri” de oluştu.
“Kubbeler” altında kalan bazı coğrafyalarda ısı 54 dereceye kadar yükseldi.
Çok yıllardır dünyada kaydedilen en yüksek sıcaklıklar yaşanmakta.
İNKÂR VE ÖTESİ
Yazının başlarında sıraladığım “ilk devre olan inkârdayız.”
Çoğumuz şöyle düşünüyor.
“İklim krizinin etkileri abartılıyor.”
“Canım aslında o kadar da kötü değil.”
“2 derece ısı artışından ne olacak ki!”
“Teknoloji mutlaka bizi kurtarır.”
Ama…
Dünya çapında yaşanmaya başlanan felaketler “artık inkâra izin vermiyor.”
İklim krizi kapı çalmanın ötesinde kapıyı kırdı, artık evin içinde.
İnkâr imkânsızlaşınca artık ikinci evre; “öfke…”
NE CÜRETLE
Cumartesi günü bu köşede iklim aktivisti Greta Thunberg BM toplantısında “How dare you? (Ne cüretle?)” diye öfkeyle seslendiğini yazmıştım.
Greta şöyle diyordu:
Boş laflarınızla hayallerimi ve çocukluğumu çaldınız. İnsanlar acı çekiyor.
İnsanlar ölüyor.
Ekosistemler çöküyor.
Yok oluşun başındayız.
Sizin tek bahsedebildiğiniz şey ise para ve sonsuz ekonomik büyümeye dair peri masalları…
Ve…
Öfkeden sonra gelen evre; “pazarlık…”
“Petrol, kömür gibi fosil yakıt tüketimini azaltıp, yeşil enerjiye geçmek, sera gazı salımını azaltmak, karbon ayak izimizi küçültmek, çöplerimizi geri dönüşüm kutularına atmak…”
Yani…
“Felaket ile pazarlık yapmaya çalışmak…”
İnkâr imkânsız, öfke önemsiz, pazarlık işe yaramazsa kendimizi “umutsuz ve çaresiz” hissetmeye başlarız.
Evet…
Dördüncü evre; “depresyon…”
Her gün gazetelerde, TV’lerde, sosyal medyada iklim krizinin etkilerini yakından takip ederiz.
“Yaklaşan felaketten kaçış olmadığını” fark ederiz.
“Tüm felaket senaryolarının gerçekten başımıza gelebileceğini” görmeye başlarız.
Geleceğimizin karanlığını hissederiz.
Kaygı…
Sonrasında “depresyon” kitlesel yok oluş öngörüsü karşısında normal bir tepkidir.
Son zamanlarda üretilen “eko-kaygı” veya “ekolojik yas” gibi terimler bunu tanımlıyor.
EKOLOJİK DEPRESYON
Ekolojik depresyona karşı yapabileceğimiz tek şey, son evre olan “kabulleniş” olabilir.
Ancak bu kabulleniş bugüne dair eylem ve tavırlarımızın önemsiz olduğunu göstermemeli.
Pulitzer Ödüllü Amerikalı şair W.S. Merwin bir şiirinde şöyle yazıyor:
Dünyanın son gününde bir ağaç
dikmek isterdim
Ne için?
Meyvesi için değil
Yeryüzünde, ayakta durmasını isterim.
Gün batmaya başlarken
Ve ölülerle dolu toprakta su,
Köklerine dokunurken,
Ve bulutlar teker teker
Yapraklarının üzerinden geçerken.
……………….
Belki de son eylemlerimiz, meyvesini toplayamayacağımızı bilmemize rağmen merhametli, zarif ve asil olmalı.
Kendimizi sevdiklerimize adamanın tam zamanıdır.
……………….
Karamsar bir yazı ama tabiatıma uygun değil.
Yaşamım boyunca iyimser oldum.
İnsanlığın “kara kader” gibi görünen bu süreci “pozitife” çevireceğine inanıyorum.
…………………
Yukarıdaki satırlar Can Sabaner’den (Şalom dergisi, sayı 116) bazı alıntılar.